Ben Aleviyim ne demektir?

Ben ise şimdi tersini söyleyeceğim: “Ben Aleviyim” beyanı cumhuriyete karşıt bir beyan değil tam tersine Cumhuriyeti gerçekten kendi toplumsal ve siyasal temelleri ile buluşturmaya bir davettir...

ORHAN GAZİ ERTEKİN


Kılıçdaroğlu’nun sunumunun bir yerindeki “ben aleviyim…” beyanı Levent Gültekin tarafından “Burası Irak mı oldu da haberimiz yok?...” ve Ümit Özdağ tarafından ise “Türkiye’yi Lübnanlaştırmayın…” itiraz ve uyarıları ile karşılandı. Türkiye Cumhuriyeti ve siyasi-hukuki geleneğinin-Ortadoğu ve Balkan örnekleri karşısındaki- başarısı üzerine övünçle ileri sürülen bu itirazlar, aslında sadece onlara ait değil sağ ve solun en geniş kesimlerinde de karşılık buluyor. Hatta Aleviler içinde bile bunu sahiplenenlerin oranı oldukça yüksek. Bu nedenle de “ben Aleviyim” sözüne karşı “kimlikçilik” ve “mezhepçilik” itirazları en yaygın ve kolayca yapılan uyarıları oluşturuyor. Nitekim muhtemel bir iç savaş kaygısı da bu itirazların hemen arkasından geliyor. Gültekin ve Özdağ’ın Alevilik sözünü daha ilk duydukları anda hızla ve mekanik olarak dillendirdikleri “Balkanlaşma” ve “Lübnanlaşma” vs. gibi “değerlendirme” ve uyarılar ana akım sağ-sol politikacıların en sık başvurduğu korkutma yöntemleri. Ama aynı zamanda “Türk kamu hukuku” anlayışının da ideolojik vurgularını apaçık sergileyen bir yaklaşım. “Bir arada yaşama”nın Türkiye örneği; yurttaşlık ve yurttaşlığın içerdiği tüm ortak kamusal içerikler bakımından ileri ve aynı anlama gelmek üzere bir gelişmişlik olarak gösteriliyor: “Biz kulluktan yurttaşlığa ilerledik…”…

Ben ise şimdi tersini söyleyeceğim: “Ben Aleviyim” beyanı cumhuriyete karşıt bir beyan değil tam tersine Cumhuriyeti gerçekten kendi toplumsal ve siyasal temelleri ile buluşturmaya bir davettir. Kimlikçi bir siyaset değil tam tersine kimlikçi siyasete karşı bir direniş söylemidir. Bölücü, ayrıştırıcı değil tam tersine toplumsal farklılıklar ile buluşan gerçek bir ortak alana, sahici bir Cumhuriyete (Res publica) ve kamu inşasına dair bir beyandır. İç savaşı çağıran değil tam tersine şiddete dayalı devlet politikalarının tepetaklak çökertilmesine yönelik bir girişimdir. Ve bir şey daha ekleyeceğim: “Türkiyeleşmek”, “lübnanlaşmak” ve “Balkanlaşmak” kadar sorunlu ve ciddi ortak yaşam sorunları yaratan bir tecrübedir…Arkasında hala yaşayan ve gerçek kaygılarımızı oluşturması gereken çok uzun ve başarısız bir bastırmalar, katliamlar ve pogromlar dizisi bırakmıştır.

Aleviler ve “Türkiyeleşme”nin gerçek anlamlarını şöyle takip edebiliriz:

Yarı Resmi Apartheid Rejimi

Bir defa Türkiye Cumhuriyeti bir kamu, bir “ortak yaşam” alanı inşa etmek anlamında bir başarı öyküsü değildir. Tam tersine “iç savaş”ı daimi hale getiren bir rejim yaratmıştır. Daha açık söyleyeyim: Cumhuriyet “kimlikçi” bir rejim kurmuştur. Yurttaşlığa dayalı bir Cumhuriyet değildir. Olmamıştır. Türklük ve Sünnilik Cumhuriyet yurttaşlığının hem siyasal hem de toplumsal bedenini oluşturur. Türkiye’nin “yasa”sının, “yurttaşlığı”nın taşıyıcısı işte bu bedendir. Bu beden siz değilseniz yasa ve yurttaşlık sizi taşımaz. Şiddet tam da bu nedenle rejimin sistemli bir örgütlenme ve faaliyet unsurudur. Türkiye hukuk biliminin en sık övündüğü iki şey; entegrasyon ve yasal eşitlik ise bir “modern hurafe”den ibarettir. Aleviler ve Kürtlere karşı toplumsal entegrasyon ve yasal eşitlik vaatlerinin kendi başına anlamlı olmadığı ve Cumhuriyetin toplumsal tarihi tarafından yalanlandığı da açıktır. Bu nedenle ırk ve mezhep ayrımcılığının evrensel öyküleri Türkiye için de fazlasıyla geçerlidir. Sizi çok şaşırtacağım ama Güney Afrika’nın apartheid rejimi de bu alanın mukayeselerine uzak değildir. Nitekim son dönemlere kadar toplumsal izolasyon(ve segregation) ve yasal dışlama apartheid (ırk ayrımcılığı) rejimlerinin temel ölçütleri olarak kullanılıyordu. Modern toplum ve modern yasa anlayışları bu ayrımı yönetmiştir bugüne kadar. Türkiye’nin aydınları ve hukuk bilimi uzmanları da bu zayıf ölçütleri takip etmiştir. Fakat en son ABD’de Georg Floyd’un katledilmesi sonrasındaki tartışmalarda da ortaya çıktığı üzere ayrımcılık çoğu zaman yasal eşitlik ve toplumsal entegrasyon görüntüleri altında da sürüyor. Sürdürülüyor. Michael Alexander’in kitabına “The New Jimy Crow” ismini koyması boşuna değil. Aleviliğin daha ilk dillendirildiği anda yasal eşitlik ve toplumal entegrasyona dayalı itirazlar ve bölücülük suçlamalarının nasıl bir geleneksel hiyerarşiyi beslediğini buradan da anlayabiliriz. Georg Floyd ile Uğur Kurt aslında aynı zamanın ve aynı düzenin insanlarıdır ve bizim artık bunu fark etmemiz gerekir. Daha demokratik bir Türkiye hayali kurduğumuz bugün bu gereklilik daha da yakıcıdır.

Buradaki ayrıştırma pratiklerini artık doğru biçimde takip etmek şarttır. Türkiye’nin övüncü olarak ileri sürülen “kulluktan yurttaşlığa” geçildiği tezi kadar ABD ve Güney Afrika tecrübelerinin ülkemiz için mukayese oluşturmadığı tezleri de oldukça sorunlu ve yeniden tartışılmaya muhtaçtır. Nitekim Türkiye’de dışlama pratikleri farklı biçimlerde gerçekleşmekle beraber ezme, bastırma ve pogromlar ise çok benzer biçimlerde yaşanmış, ABD, Güney Afrika ve Güney Batı Afrika’daki süreçlerle benzer şekilde ilerlemiştir.

Pogromlar, “Avlar” ve Baskınlar

Bu anlamda yurttaşlık ile Türklük ve sünnilik onunla da her türden şiddet pratikleri arasında daimi bir ilişki olmuştur. Örneğin 1924 anayasasından bugüne kadar Türklük iki farklı biçimde üretilmiştir: “Gerçek Türk” ve “sonradan Türk” veya “Kültürel Türk”. Bu ayrım kendi siyasi ve hukuki hiyerarşisini de yaratmış ve beraberinde şiddeti de getirmiştir. Rejimin sınırları “kulluktan kurtulan yurttaş”ın eylemi ve tecrübesi ile değil yurttaşlar arasındaki daimi bir ayıklama ve denetim ile belirlenmiştir. Aynı durum dinsel kimlik olarak Sünnilik için de geçerlidir. Diyanet İşleri Başkanlığı ile birlikte mübadelenin din esaslı yürütülmesi ve Cumhuriyetin başından itibaren yürütülen “alevi avları” ve “Cem baskınları” sünni toplumsal kimliğin gerçek sınırlarının diğerleri ve özellikle de Aleviler karşısında korunmasına ilişkindir. Katliam ve pogromları da hatırlatalım da bu rejimin resminin bütünlüğünü daha iyi anlayabilelim. İşte bu nedenle bu rejimin doğru adı “yarı resmi apartheid rejimi”dir. Belki daha doğru deyişle bir “proskription rejimi” demek gerekir. Proskription, eski Roma’da “devlet düşmanları”nın isimlerinin yazıldığı bir “tahta”, bir “levha”nın adıdır. Herhangi bir isim bu levhaya yazıldığı andan itibaren ona karşı her türlü suç cezasız olarak işlenebilir. Mallarına “çökülebilir” ve öldürülebilirler. Aleviler ve Kürtler Cumhuriyetin proskription levhasına yazılmış işte o isimlerdir. Kulluktan yurttaşa geçmemişlerdir. Kulluk ile yurttaşlık arasındaki ara yerdedirler. Aleviliklerinden vaz geçerek ilerlememişlerdir. Tersine modern bir iktidarın daha geniş bir toplumsal, siyasal ve hukuksal kontrolünün kriminal nesnesine dönüşmüşlerdir…

Ben Aleviyim sözü Alevilik ve Kürtlüğü Cumhuriyetin resmi kimlik politikaları karşısında kriminalleştiren işte bu geleneğe karşı sarf edilmiş bir demokratik itiraz potansiyeli taşımaktadır. Bölücü olmadığı gibi birleştiricidir. Kaygı ve korkularla ayakta tutulmaya çalışılan bir düzenin nasıl teskin olabileceğine dair çarpıcı bir deneme niteliği de taşımaktadır.

Bu itibarla bu tartışmaların artık daha çok yapılması gerekiyor. Hem Alevilik ve Alevilere karşı bu korkuların ne kadar yersiz olduğunu görmek hem de Türkiye hukuk biliminin daha demokratik ve daha güçlü bir tartışma süreci yaratması bakımından önemlidir. Ve tabii ki yersiz korku ve kaygıların yerini gerçek ve acilen başa çıkılması gereken kaygılarımızı koymak için bu tartışma önemlidir…

Şimdi başa dönerek tekrar edeceğim: Alevileri kendi kimlikleri ile korkutarak siyaset yapmaya çağırmak gerçekte bir toplumsal ve siyasal hiyerarşinin itirazsız devam ettirilmesi amacına matuftur. Düzene raptedilmiş, onun bekaasına adanmış bir korkudur. Buna karşı durmak ve Alevilik ve Alevilerin kamusal potansiyelleri ve politik pratiklerinin Türkiye’ye ne getirebileceği üzerinde daha çok düşünmek gerekiyor. Bir sonraki yazıda Alevilik ne söyler ve Aleviler Alevi kalarak Türkiye’ye ne getirir soruları üzerinde durmaya çalışacağım. Şimdilik şöyle toparlayayım: Türkiye’nin geleneksel zihin konforlarının kırılması için Alevilerin daha çok “ben Aleviyim” demeye başlaması şart… Yeni ve daha demokratik bir Türkiye için buna ihtiyacımız var…

Gündem Haberleri