Nuran, Güney illerimizden birinde annesi ile beraber yaşıyordu. Babasını çocukken kaybetmişti, 20 yaşındaydı, aile bütçesine katkıda bulunmak için telefon, kontör vs. satan bir işyerinde işe girdi. İşe girdikten kısa bir süre sonra işyerini başka birisi devraldı ve Nuran’a, “benden önceki çalışman beni ilgilendirmez, devir tarihinden sonraki günler için maaş ödemesi yaparım” dedi.
Asgari ücretin net 739,80 TL olduğu 2012 yılının son aylarında maaşı 600 TL idi ve 33 günlük ücreti ödenmemişti.
Patronunun telefon görüşmelerinden, “kovulacağını” anlayınca, Yeşilçam filmlerinden mi ilham aldı bilinmez, “sen beni çıkaramazsın, ben çalışmıyorum” diyerek anahtarları bıraktı, işten ayrıldı. Sonrasında, 33 günlük alacağını almak için patronuna telefon açtıysa da ödeme yapan olmadı.
Çalıştığı işyeri, telefon hatlarına kontör de yüklediği için, iptal edilmeyen şifresi ile sisteme girdi ve annesine, arkadaşına ve arkadaşının annesinin hattına 140 TL’lik kontör yükledi. Patronu 4 Ekim 2012’de saat 11.30’da şikayetçi oldu, aynı gün saat 13.10’da dolandırıcılıktan ifadesi alındı, tutanaklara göre ifadesi alındığında cebinde 20 Lira vardı, 7 gün sonra 11 Ekim 2012’de hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanmaktan hakkında iddianame düzenlendi, yine 7 gün sonra iddianame kabul edildi, 4 ay sonrasına 7 Şubat 2013’e duruşma günü verildi.
Polise de hâkime de bu adam patronum olduğunu söylüyor, doğrudur, ben de işçisiyim, ama beni çalıştırdığına dair Sosyal Güvenlik Kurumu’na bildirimde bulunmadı, sigorta primlerimi yatırmadı, ücretimi de ödemedi dedi, kimse dikkate almadı.
Mahkemeye dilekçe verdi,
“…Adalet en güçsüzün en zayıfın korunmasını gerektirir. Ben küçük yaşta babamı kaybetim. Çalışarak aile bütçesine katkıda bulunmaya çalışıyorum. Şikayetçinin işyerinde işe girdim. Cahilliğimi ve zayıflığı kullanıp asgari ücretin altında aylık 600 TL karşılığında anlaştık. 1 ay 3 günlük maaşım ödenmedi. Sigortam yatırılmadı. Şikayetçiye bunların hesabı sorulmadı ama bana hakkım olan 140 TL yüzünden dava açıldı.En azından sayın savcı aramızdaki iş ilişkisinin SGK nezdinde araştırsa mağduriyetim azalacak, iddianamede haksız tahrik nedeniyle indirim talep edilecekti…” dedi, ama yine dikkate alan olmadı. SGK’ya da durumu bildirdi, dilekçe ile şikayetçi oldu.
Bekledi ki, birileri de patronuna hesap sorsun. Ne mahkeme hâkimi ne de SGK patronuna hesap sormadı. Kimse işçi Nuran’ı ciddiye almadı.
İşçi, mahkûm olacağını anlayınca, patronuna 140 TL ödeme yaptı, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı aldı. Patronu atak davranıp davaya katılmak için avukat gönderse, 1.320 TL de avukat ücreti ödeyecekti…
Türkiye’de patron işçiye maaşını ödemezse işçi sadece iş mahkemesinde alacak davası açabilir, dava yıllarca sürebilir, davayı kazanmak tahsilat yapılabileceği anlamına gelmez...
İşçinin 660 TL maaşını ödemeyen patronu hakkında ceza davası açılmaz, idari soruşturma yürütülmez. Patronun 140 TL’sini alan işçi ise hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanmadan yargılanır ve mahkûm olur.
Patron, maaş ödemediği işçiyi bir de SGK primlerini ödemeden çalıştırırsa işçi, patronunu SGK’ya şikâyet edebilir ama SGK işlem yapar mı bilinmez. İşlem yaparsa idari para cezası uygulanır, geçmişe yönelik sigorta primleri ve faizi tahsil edilir ama patron bu durumda bile ceza mahkemesinde yargılanmaz, hapis cezası almaz.
İşte,
Türkiye adaleti böyle bir şeydir, işçiye, garibana karşı kartal, işverene, güçlüye karşı minnoş bir kanaryadır.
Kuyumcu terazisi ile adalet dağıtmasını beklersiniz, tır kantarı gibi tartar, tartı da her zaman güçlünün, zenginin lehine sarkar…