AKP hükümetinin son 10 yıldır Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile içine girdiği, anlaşmazlık, rekabet, çekişme ve düşmanlık Cumhuriyet tarihinin en absürd, en sürreal dış politika sorunudur. Türkiye’nin BAE ile ortak sınırı, karşılıklı azınlık sorunu, Osmanlı geçmişi dışında 2010’da derin sorun yaratacak bir tarihsel arka planı yok. Buna rağmen BAE, AKP iktidarının en azılı düşmanı olarak sunuldu, Türkiye’nin yeni keşfettiği, inşa ettiği, Fetö’nün yanına yerleştirdiği, Erdoğan’ı indirmeye, onu zayıflatmaya, Türkiye’nin yükselişinin önünü kesmeye and içmiş bir rakip olarak gösterildi. Son 10 yıldır bütün AKP medyası BAE’yi ve onun fiili lideri Muhammed bin Zeid’i Türkiye’nin bölgedeki en büyük hasımı olarak tanımladı, her taşın altından çıkan husumet dolu bir emirlik olarak sundu, her türlü hakareti yapmaktan kaçınmadı.
Bu AKP anlatısını yapıbozuma uğratmak, ters yüz edilen gerçekliği, bir propaganga mekanizmasını deşifre etmek gerekiyor.
Öncelikle Türkiye’nin AKP döneminde, birçok ilişki biçimi gibi, BAE ile ilişkilerinin de son derece sağlıksız olduğunu, ilişkilerdeki sorundan çok, ilişki kurma biçiminde sorun olduğunu belirtmek gerek. AKP iktidarları sırasında Erdoğan tarafından geliştirilen pozitif yani iyi ilişkiler, sorun çözmeye dayalı ikili, liderler diplomasisi de, bir gerilim üreten liderlik düzeyindeki ilişkiler de çok sorunlu ve Türkiye’ye zarar veriyor.
İlişkilerin Ele Alınışındaki Sorunlar
1-Öncelikle BAE ile kurulan ilişki Türkiye’nin ilişkileri değil, bir rejimden rejime kurulu ilişkiler. İki ülkede de kendi rejimini kuran iki aile içeriğini görüşmelerde bulunmayanların asla bilemeyeciği pazarlık süreçleri yürütmekteydiler. Bu yüzden iki ülke değil iki aile, rejim arasında kurulmuş ve bozulmuş ilişkilerden söz edilebilir.
2- İkili ilişkilerde bir çıkar tanımı yoktur. Genel olarak Körfez bölgesine yönelik politikanın ne olduğu belli değildir. Türkiye’nin hem Körfez, hem de spesifik olarak BAE’ye yönelik dış politikasının temelleri, ana ilkeleri tanımlanmamıştır. Öncelik ticaret mi, enerji mi, diplomatik yakınlık, başta Körfez diğer bölgelerde işbirliği mi, hiçbir şekilde bunu ortaya koyan bir çerçeve kamuoyu ile paylaşılmamıştır.
3-Bu hususların devamı olarak ilişkiler şeffaf değildir. Bu sorun yalnızca Türkiye değil, BAE açısından da böyledir. Genelde ikili ilişkiler söz konusu olduğunda bir tarafın medyasına sızan bilgiler olur. Türkiye-BAE ilişkilerinde iki taraf için de geçerli olan bu durum ilişkilerin gizli kapaklı seyretmesine, toplumların bu sürecin dışında kalmasına yol açıyor.
4-BAE ile ilişkilerde gereksiz bir siyasi, askeri karşı karşıya gelme, vekalet savaşı yürütmeye kadar varacak Türkiye’ye hiçbir yarar sağlamayan bir çekişme yaşandı. Bu yapay gündem Türkiye’nin gereksiz enerjisini emerken, Katar, Libya, Doğu Akdeniz gibi coğrafi alanlarda dolaylı çatışmaya kadar vardı. Bu askeri angajmandan Türkiye’nin payına ne kaldığı anlaşılamadı.
5-AKP’nin izlediği birçok dış politika sürecinde görüldüğü gibi burada da derin bir ikiyüzlülük, iniş çıkış, çelişki kendisini gösteriyor. 15 Temmuz darbesinin destekçisi, Fetö yancısı, finansörü, Erdoğan’ın ezeli düşmanı olarak gösterilen BAE ve onun fiili lideri bunlar hiç yaşanmamış gibi gayet rahat bir şekilde kabul edildi, çöküşe geçen ekonominin neredeyse kurtarıcısı ilan edildi. AKP iktidarının en çarpıcı niteliği olan geçmişinde yaptığının tersini yapma ve bunu hiç sorun etmeyen bir seçmen kitlesi yaratabilmiş olma gibi hasletleri burada da kendisini net olarak gösterdi. Medyasının pişkinliğinde yeni bir safhaya geçildi.
Anlaşmazlık Noktaları
Bu temel saptamalardan sonra aradaki anlaşmazlık noktalarını kısaca hatırlatmakta yarar var:
-Müslüman Kardeşler faktörü ve özellikle Mısır’da AKP hükümeti ile BAE’nin farklı tarafları desteklemeleri. Hatta, genel olarak iki tarafın da Arap Baharı sürecinde karşıt kamplarda yer almaları önemli bir kırılma noktasıydı.
-15 Temmuz iddiası. Bu iddia AKP medyası tarafından sıklıkla dile getirildi, hatta BAE’nin üç milyar dolar harcadığı ileri sürüldü, Filistinli olan ve Filistin yönetimiyle yaşadığı anlaşmazlık sonrası BAE’ye geçen Muhammed Dahlan aracılığıyla bu darbeyi tezgahladığı söylendi. Hatta, Dahlan hakkında kırmızı bülten çıkarıldı. AKP yönetimi de medyası da, BAE’nin taşeron olduğunu iddia ederken, arka planda ABD’yi işaret ediyordu. Her ikisiyle de ilişkileri iniş çıkışlarla sürdürmekte bir sorun görmedi. Olaki muhalefet BAE ile bir yakınlık kursa, ne darbeciliği, ne Fetö’cülüğü, ne Türkiye düşmanlığı kalırdı. Bu da ezberlediğimiz bir hikaye olurdu. AKP kendisine herşeyi yapmasının meşru olduğu geniş bir siyaset alanı inşa etti.
-2017 başında çıkan Katar krizinde Türkiye bu sefer Katar’ın yanında yer alıp, ablukayı kırmasına destek olunca ve asker gönderince BAE’nin yanında Suudi Arabistan, Bahreyn ile de arasını bozdu. Burada sorun, Katar’a destek karşılığında Türkiye’nin ne elde ettiğiydi. Zaman zaman medyada yer alan Katar’dan döviz girişi ve Libya’da olduğu gibi bazı askeri operasyonları desteklediği iddiaları dışında somut bir kazanım görülmüyor. Tersine dizilerden müteahhit hizmetlerine dek Körfez ülkelerinde adı konmamış bir ambargo yaşandı.
-Libya’da Türkiye yalnızca BAE değil, Rusya, Fransa ve Mısır’a karşı da mücadele etti ve bu da Türkiye’nin askeri enerjisinin gereksiz yere emen bir süreç oldu. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarları için gerekli olduğu iddia edilen ama hiçbir somut çıktının görülmediği angajmanlar olarak kaldı.
-Doğu Akdeniz’de BAE’nin giderek Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a diplomatik, askeri ve enerji konularında yanaşması, işbirliğine girmesi, bölgede ve Türkiye’nin güvenliği konusunda son dönemlerin en dramatik gelişmesi oldu. BAE ile girişilen anlamsız ve gereksiz gerilimin yarattığı sonuçlardan biri BAE’nin Doğu Akdeniz jeopolitiğinde Yunan ve Rum maksimalizmine, Türkiye’ye karşı her ortamda skor yapmanın peşinde olan Yunan ve Rum milliyetçiliğinin zafer kazanmasına hizmet etmesiydi.
-Ve son olarak Sedat Peker konusu bir başka pürüz haline geldi. Yıllar içinde bu iktidarın o kadar çok açığı oluştu ki, her ülke neredeyse kullanacağı bir malzeme bulabildi. BAE yönetimi Peker’e sağladığı imkanla AKP iktidarını sıkıştırırken, muhtemelen bunu engellemek için AKP’nin epey dil dökmesi gerekti. Bunun karşılığında ne gibi ödünlerin verildiğini sonuçları görünene kadar bilenemeyecek.
İlişkilerdeki Düzelmenin BAE’ye Faydası Var mı?
BAE sıradan bir ülke değil. 1971’de İngiltere’den bağımsızlığını alan ve yedi emirlikten oluşan bu ülke en derinden İngiltere ile yakın ilişkilere sahipken, son yıllarda dış politikasını oldukça çeşitlendirdi. İlginç bir şekilde, İngiltere ile “özel ilişkiler”e sahip olan BAE’de İngiltere’nin biri Abu Dabi’de resmi, diğeri de fiilen (konsolosluk adı altında) Dubai’de olmak üzere iki büyükelçiliği bulunuyor. Bu da dünyadaki tek örnek.
BAE sıkletinden fazla ses getiren, Türkçe deyimle boyundan büyük işler yapan bir emirlik olarak dikkat çekiyor. Nüfusu 10 milyondan biraz az, onun da yüzde 10’u kendi vatandaşı olan bu ülke 2010’lu yıllar boyunca Yemen’de, Libya’da çatışmalara taraf, Eritre ve Somali’de üs kuran ve kurma peşinde koşan ihtiraslı bir görüntü verdi.
Her ne kadar İngiltere ve ABD etkisi altında olduğu düşünülse de, BAE, diğer Körfez ülkeleri gibi otonom hareket etme konusunda girişimlerde bulunuyor. Bir yandan 2009’dan itibaren Fransa’ya askeri üs imkanı vermişken, Çin ile 5G ve ABD’ye göstermeden askeri üs imkanı sağlamaya çalışıyor. ABD’nin her iki girişime de müdahale ederek durdurduğunu eklemek gerek. Ama Çin ile ekonomik işbirliğini de sürdürüyor. Bir taraftan da Trump yönetimini memnun edecek şekilde İbrahim Anlaşmalarını imzalayarak İsrail ile diplomatik ilişkiler kurabiliyor, F-35 uçakları da dahil olmak üzere yıllık 20 milyar dolarlık silah alımıyla Amerikan sistemini ihya ediyor. Diplomatik aktivitesi açısından örneğin bu ölçekteki bir ülke için pek rastlanılmayan 98 ülkede elçiliğinin bulunması ve 120 civarındaki ülkenin de BAE’de elçilik bulundurması gibi önemli bir diplomatik merkez işlevi görüyor. Aynı anda İran ile yakınlaşıyor, Suriye ile ilişkileri normalleştiriyor.
2019’dan itibaren askeri olarak geri çekilip diplomasiye ağırlık verdiği anlaşılıyor ve Türkiye’ye yaklaşımı da bu çerçevede ele alınabilir. Türkiye ile ilişkileri düzeltmeden önce Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile üst düzey görüşmeler yapmayı da ihmal etmiyor, Doğu Akdeniz’de Fransa, Yunanistan ve Güney Kıbrıs askeri işbirliğini geliştiriyor.
Askeri angajmandan diplomasiye geçmesinde askeri maceralarının başarısız olması da etkili. Yemen’de İran, Libya’da Türkiye karşısında tutunamıyor. Askeri ihtirasları, çatışma yürütme kapasitesinin sınırlarını anlamış oluyor. Katar’a yönelik ablukanın da bir işe yaramadığı ve bundan vazgeçtiği görülüyor.
İlişkilerdeki Düzelmenin Faydası Ne?
BAE lideri Muhammed bin Zeid Eylül ayında Macron ile Paris’te, Ekim ayında Boris Johnson ile Londra’da görüştü. İngiltere ile dokuz maddelik anlaşma imzalayarak önümüzdeki beş yılda 10 milyar sterlin’lik yatırım yapma sözü verdi.
Burada tek tek sıralamaya gerek yok ama Türkiye ile imzaladığı anlaşmada da benzeri maddeler olduğunu söyleyebiliriz. Öyle görünüyor ki, BAE şablon bir anlaşma imzalamış, Türkiye’de de 10 milyar dolarlık yatırım öngörmüş.
Katar krizinin Ocak 2021’de sona ermesinin ardından BAE ile gerilimin devam etmesi daha da anlamsızlaşmıştı. AKP iktidarı hem ekonomik sıkışmışlık, hem de Doğu Akdeniz ve Körfez’deki dışlanmışlığı aşabilmek için bu açılıma ihtiyaç duyuyordu. BAE ise zaten 2019’dan itibaren askeri angajmanlarını azaltarak diplomatik atağa geçmişti. Bu iki gelişmenin kesiştiği noktada bu yakınlaşma gerçekleşti.
İkili ilişkilerdeki bu “sentetik”, gerçekliği olmayan gerilimin son ermesinde ABD’nin bölge siyaseti de rol oynadı. Bir süredir ABD yönetimi Ortadoğu bölgesinde özellikle müttefikleri arasındaki gerilimlerin sona erdirilmesini, çatışma dinamiğinin, ekonomi, diplomasi ve askeri bağlardan oluşan bir ağ ile yer değiştirmesini istiyor. Böylelikle hem ABD bölgesel çatışmalarla uğraşmak zorunda kalmayacak hem de Rusya ve Çin gibi rakiplerinin bölgede tutunması daha zor olacaktı.
Bütün bu unsurlar bir araya geldiğinde söz konusu ziyaret gerçekleşti. Bunun birikmiş ve yapısal sıkıntılar içinde bulunan ve çöküşe geçen Türkiye ekonomisini tek başına kurtaracak bir hamle olmadığı ortada. Siyasal ve stratejik açıdan bakıldığında ise BAE’nin şimdiye dek kurduğu ilişkiler ağını Türkiye için yeni baştan dizayn etme ihtimali yok. Buradan geri dönüş olmayacak.
AKP’nin Batı’nın kendisine karşı bir ekonomik savaş başlattığı iddiası ortada dururken, yine Batı ve ABD müttefiği, AKP iktidarına ve liderine husumet beslemiş, geçmişte onu devirmeye çalıştığı iddia edilen bir aktörün onun kurtarıcısı olarak görülmesi ve gösterilmesi, AKP çelişkilerinden biri olarak kalacak. Bu söyleme inanmaya hazır olanlar zaten inanacak, kalanlar için bir anlamı olmayacak.