“Bir ulus, şu anda yapılan fedakarlıkların ve yapılmaya hazır olunan fedakarlıkların hissiyatıyla oluşturulan büyük bir dayanışmadır. Varlığını geçmişe dayandırır, bu doğru. Ancak yine de somut bir gerçekle şimdiki zamanda özetlenir: ortak hayatı sürdürme isteği ve rızası. Ve bu istek ve rızanın açıkça dile bugün dile getirilmesi. Bir ulusun varlığı (bu metafor için beni affedin) için, her gün yapılan bir halkoylaması gibidir.”
Meşhur Fransız felsefeci ve tarihçisi, Ernest Renan, günümüzden tam 141 yıl önce, 11 Mart 1882’de Sorbonne Üniversitesinde verdiği “Ulus nedir” başlıklı konferansta kuruyor bu cümleyi. Aslında amacı dönemin etnik gruba dayalı anlayışını temsil eden Alman ulusunun tarifine bir cevap vermek ve neden Alzas-Mozel bölgesinin Fransa’ya dönmesi gerektiğini ispatlamak. Kısaca şunu diyor Renan, Alzas-Mozel’de Alman ırkına ait insanlar yaşıyor olabilir, Almanca konuşan insanlar da olabilir. Ancak, bu insanlar Fransızdırlar ve Fransızlarla birlikte yaşamak istemektedirler.
Zaten henüz 1870’de, Alman-Fransız savaşının başında, Strasbourg Üniversitesi tarih profesörü Fustekl de Coulanges "Alsace Alman mı, Fransız mı?" başlıklı makalesinde, ulus kavramının Fransız ve Alman anlayışı arasındaki farklılığını ortaya koymuştu.
“Ulusları birbirinden ayıran, ne ırk ne de dildir. İnsanlar, fikirler, çıkarlar, sevgi, şefkat, ve merhamet, anılar ve umutlarda birliktelik hissettiklerinde kalplerinde aynı halkın parçası olduklarını hissederler. İşte vatan budur”.
Gözlerinizi kapatın ve gerçekçi bir Türkiye toplumunu gözünüzün önüne getirin. Gerçekçi diyorum. Yani olmasını istediğiniz Türkiye toplumu değil. Bugün, şimdi var olan, yarın halkoylaması yapacak olan bir toplum. Bu toplumu oluşturan bireyler ortak hayatı sürdürme isteği ve rızasını dile getiriyor mu? Ortak sevgi, şefkat, ve merhameti kalplerinde hissediyor mu? Herhalde söz konusu sevgi, şefkat, ve merhamete şahit olabileceğimiz yegâne anlar ulusal trajedilerin yaşandığı anlar. Şu anda olduğu gibi.
Ferhat Kentel yönetimindeki Konda ekibinin gerçekleştirdiği Mart 2022’de yayınlanan Türkiye’de Bir Arada Yaşarız Araştırması: Kutuplaşan Toplumda Bir Arada Yaşama Kapasitesi raporunu okurken bunları düşündüm. Doğal olarak, on binlerce kişinin ölümüne ve yüz binlerce kişinin evsiz barksız kalmasına mal olan siyasal ve bilimsel deprem afetinden önce yapılan bu araştırma kanımca yukarıdaki soruların cevabını veriyor. Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz. Nitel (81 ilinin 67’sinde, merkez dahil 286 ilçede 2132 kişiyle telefonla görüşme) ve Nicel (Temmuz 2021’de İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Kayseri, Erzurum ve Diyarbakır’da toplam 12 odak grup toplantısı) yöntemlerin birleşmesiyle yürütülen araştırmadan çıkan sonucu bir cümleyle anlatamam, evet, ama dilerseniz bir kelimeyle özetleyebilirim: Kompleks. Ama kelimenin iki anlamıyla da kompleks. Hem karışık, aynı ilişki durumu gibi. Hem de toplum katman ve segmentlerinin birbirlerine karşı duydukları kompleks duygusu.
Örneğin insanların kendilerini siyasal olarak konumlandırması çok kompleks. Kendinizi hangi iki siyasi kimlikle tanımlarsınız sorusuna cevaplar, bireylerin kendilerine uygun gördükleri sıfatların ne kadar sorunlu olduğunu gösteriyor. % 28 Milliyetçi, % 25 Atatürkçü, % 23, Muhafazakar, % 17 İslamcı, % 10 Ülkücü, % 9 Demokrat, % 7 Sosyal Demokrat, % 7 Sosyalist, % 4 Diğer, % 2 Ulusalcı, % 2 Liberal. Gel de çık işin içinden.
Bu insanlar, diğer insanların büyük bir kısmının iyi ve güvenilir olduklarına inanmıyorlar. Herhalde kendilerinden biliyorlar ki bu soruya % 54 kesinlikle yanlış ve yanlış derken, % 22 ne doğru ne yanlış diyor. Doğru ve kesinlikle doğru diyenlerin oranı sadece % 23! Kısacası kimse kimseye güvenmiyor. O kadar korkuyorlar ki, kendilerini koruyacak güçlü bir lidere % 85 oranında ihtiyaç duyuyorlar. İşin ilginci bu oran partiden partiye büyük bir değişiklik de göstermiyor. Her tarafta bir reis isteği var. Aynı insanlar % 66 oranında sorunlu gördükleri gruplara tahammül edemediklerini söylüyorlar. Ama aynı anda % 72’si kendilerine tahammül edilmediğini düşünüyor. Bunlar çok büyük oranlar ve toplumda bir kısır döngüye işaret ediyorlar. O bana tahammül etmediği için ben de ona tahammül etmiyorum ve hatta basit bir haber yüzünden bizden saydığım insanlara bile düşmanlaşıyorum (% 81).
İlginç bir biçimde örneklem, bu güvensizlik ve düşmanlık ortamının ana sebebinin geçmişte yapılanlar olduğunu düşünürken, suçluluk duygusundan olsa gerek, aynı zamanda % 76 oranında “Geçmişte herkes acılar yaşadı, bunları tekrar açmanın kimseye faydası yok diyor”. Kısacası diyor ki, sen benim sana yaptıklarımı unut, ama senin bana yaptıkların düşmanlığımın ana sebebi. Eyvah eyvah. Helalleşme mi demiştik?
Ama, bununla bitirelim, can alıcı soruyu sormuş Ferhat Kentel, tam bir sene önce:
“Türkiye’nin herhangi bir ilinde deprem gibi bir doğal afet yaşandığında, ülkenin her bir yerinden yardıma koşan çok sayıda insan olur” önermesine, örneklemenin % 93’ü “doğru” ya da “kesinlikle doğru” demiş. Her şeye rağmen, deprem sonrası siyasal pornoya rağmen affect yani ortak sevgi, şefkat, ve merhamet, var. Hem insanlar “var” diyorlar, hem de gördük, gerçekten de var. Dün bir her gün yapılan bir halkoylaması yapıldı. Yarın bir yenisi yapılacak.