Bir Genazino karakteri olarak Weigand: Tamamlanmamış ve yorgun

Wilhelm Genazino, “Bir Kadın, Bir Ev, Bir Roman” metninde de bize arada kalmış bir bireyin yaşamının nasıl olabileceğini düşündürüyor. Kendisiyle; toplum, yaptığı işler, ilişkiler, gündelik edimler arasında mesafe arttıkça sıkıntısı artan bir karakterle karşılaştırıyor.

İnsanın yaşadığı dünya ile kafasındaki dünya arasında kalmasını ifade edebilen yazarlardan biri, Wilhelm Genazino. Bu durumu yarattığı karakterlerde belirginleştirerek anlatan yazar, toplum ile birey arasındaki uyumsuzluğu, bunun getirdiği kaygıyı, onaylanma çabasını, beceremeyince de kendi dünyasında kaybolup gitmeyi karakterleriyle okura yansıtıyor.

Bireye bir hayat dayatılıyor, aile kurumuyla başlayan bu süreç diğer kurumların da işe dahil olmasıyla kurgulanmış, birbirine benzeyen, tek tip kişiler ortaya çıkıyor. Bu bireylik biçimine yerleşemeyen kişi, dışarıdaki dünya ile kendi kafasındaki dünya arasında savrulup duruyor ve yarılmış bir benlikle varlık çabası veriyor. Her şeyin ve durumun belli bir düzene yerleştirildiği toplumsal yaşamda, verili biçime uyma zorunluluğu, kişi için katlanılmaz hale gelirken bu, genellikle tamamlanma duygusunun hissedilemediği, eksik bir yaşama razı edilmek anlamına gelebiliyor. Genazino’nun özellikle “Mutsuzluk Zamanlarında Mutsuzluk” (2014) kitabının Gerhard Warlich’inde ve “Elden Düşme Dünya”nın (2020) mimar olduğunu bildiğimiz isimsiz karakterinde bu bahsettiklerimizi gözlemleyebiliyoruz.

Wilhelm Genazino’nun “Bir Kadın, Bir Ev, Bir Roman” adlı Jaguar Yayınları tarafından, Tevfik Turan çevirisiyle basılan kitabında bu sefer daha genç bir karakterle karşılaşıyoruz. Bu durum Genazino okuru için başta şu soruyu getiriyor, Warlich ve mimar olduğunu bildiğimiz karakterin orta yaş olduğunu düşünürsek, yazarın genç karakterinde de yukarıda bahsettiğimiz özellikleri bulabilir miyiz? Bu kitabın genç karakteri Weigand, en azından başlangıçta hevesleri ve heyecanları olan bir karakter. Ancak metni takip ettikçe Weigand’ın da diğer karakterlerin özelliklerini teker teker benliğine yerleştirdiğine tanık oluyoruz. Hatta “Mutsuzluk Zamanlarında Mutsuzluk”un Warlich’i nasıl genç olurdu diye sorulsa, bu kitabın karakteri Weigand ile kesiştirmek zor olmazdı fikrimce. Ancak Weigand en azından bir hevesi sürdürebiliyor o da yazmak, bu ona biraz olsun bahsettiğimiz diğer karakterlerden farklı bir yan katıyor.

İkili Bir Hayat

Genazino’nun “Bir Kadın, Bir Ev, Bir Roman” kitabında, başka karakterlerinde de gözlemleyebildiğimiz, kurumlarla sorunlu olma hâli daha metnin başında karşımıza çıkıyor. Hatırlarsak, “Mutsuzluk Zamanlarında Mutsuzluk”un karakteri Gerhard Warlich, felsefe eğitimi almış, Heidegger üzerine doktora yapmış ancak akademide tutunamamış, kendisini bir çamaşırhanede organizasyon müdürü olarak bulmuştu ve kurumlarla barışamama halinden söz edebiliyorduk.

“Bir Kadın Bir Ev Bir Roman” kitabının karakteri Weigand da okuldan atılıyor ve şöyle bir durumun içine düşüyor: “On yedi yaşındaydım, hiç öyle bir niyetim olmadığı halde bir ikili yaşamın içine dalmıştım.” Karakterin okuldan atılması kendisi için değil ama ailesi için sorun haline geliyor. Bu nedenle ona çıraklık işi bulmaya çabalıyorlar. Weigand için yaşamında sadece yazmak var, dergilere gönderdiği yazılar, reddedilme ve arada yayımlanan yazılarının getirdiği mutluluk. Ama topluma, aileye, çevreye uyumlanma zorunluluğu onu çırak olabileceği bir iş için uğraşmaya zorluyor. Onun “ikili yaşamın içine düşme” durumu da bununla ilişkileniyor. Böylece, yaşam daha on yedi yaşında ikili bir benlikle varlık çabasına dönüşüyor çünkü bulunan çıraklık işiyle birlikte ek olarak bir gazetede muhabir olarak staj yapmaya başlıyor.

Zihne Kaçışlar

Asıl yapmak istediklerinle hayatın getirdikleri kesişmeyince kişi için bu verili hayatın dışında bir benlik çabası ortaya çıkıyor. Toplum içinde sunduğun ve kendin olabildiğin bir benlikle yaşama hâli. Bu durum gündelik yaşam içinde sıkıştığın her an zihnindekine döndüğün, bir çeşit kaçış çizgisi yaratmaya sebep oluyor ki bu da yine Genazino’nun karakterlerinde rastladığımız bir özellik. Weigand için de bu durum geçerli o daha çok içinde bulunduğu durumlardan çıkmak için etrafına bakıyor, onları bir hikâye gibi kafasında kurgulamaya, yazısının parçası yapmaya çalışıyor veya gördüğü bir cümleyi kelimeyi tekrar etmeye onu ilk kez duymuşçasına anlamlandırmaya çalışıyor.

Mesela, gittiği bir mekânda göz ardı edildiğini düşündüğü bir an, garsonların hep mükemmeli yakalama arzusuyla masa örtülerini düzeltmelerine takılıyor, müşteriler örtüleri bozdukça garsonlar düzeltiyor, Weigand’ın gözünden olay şöyle yansıyor: “ İşini tam bitirmişken başka bir masada bir müşteri ayaklanıyor, gene masa örtüsünü kaydırıyordu. Yamak bu sefer o tarafa atılıyor, o masayı da düzene sokuyordu. En etkileyici olan şey de kalkan müşterilerden hiç birinin sebep olduğu tersliğin farkına varmamasıydı herhalde. Olayları seyretme işime dalmıştım, onlara bitmek bilmeyen adını veriyordum. Bitmek bilmeyen’i mi anlatsaydım. Bitmek bilmeyen diye bir şey var mıydı ki, yoksa ben mi uydurmuştum…” Metinde karakterin o an yaşadığının dışına çıkmak için böyle bir yönteme başvurduğuna sık rastlanıyor. Özellikle sevmediği bir işi yapmak zorunda kaldığında, konuşulan konuya ilgisini kaybettiğinde, o andan çıkıp etraftaki ayrıntılara dalıp gidiyor.

Dünyayı Cilalama

Böyle bir yaşam çabası ister istemez melankolik bir ruh hâlini de getiriyor. Genazino’nun karakterlerinin melankolisi fikrimce daha çok Földényi’nin melankoli bahsiyle ilişkileniyor, Földényi melankolik kişinin bakışından şöyle söz eder: “Her şey sanki bilinmeyen bir dünyadan gelen, çözülemeyen bir şifre gibi işlemektedir. Dünya, dünya gibi görünmektedir, fakat bu dünyaya ait olmayan bir cila ile kaplanmıştır…” Genazino’nun karakterlerinde metin özelinde Weigand’da da bu bakışın izlerini görebiliyoruz. Dünyadaki her şeyi ilk kez görüyormuşçasına yorumlama, her gün yaşamın içinde olan gündelik ayrıntılara sanki “bu dünyaya ait olmayan bir cila ile kaplanmış” gibi anlam yükleme, nesneleri, kişileri görüldüklerinin dışında bir yere yerleştirme. Bir örnek vermek gerekirse, “yürüdüğüm cadde genişti ve parke taşı kaplıydı. Taşları bombeli siyah yüzeyleri güneşte parlıyordu. Ortada dümdüz tramvay yolları uzanıyordu. Burada tramvay ulaşımı yıllar önce kaldırılmış ama raylar sökülmemişti. Şimdi gösterdikleri sadece, yolun ortasında hep yeniden başlayan ve hiçbir yere götürmeyen, uzak bir boşluktan başka bir şey değildi. Bir süre kendimi insanların arkadan bakınca daha kederli ve daha keder verici bir görünümlerinin olduğuna ikna etmeye çalıştım…”

Benzer bir örneği yine Wilhelm Genazino’nun karakterlerinden, Gerhard Warlich’in şu cümlelerinde buluyoruz: “Belediye parkına umutsuzluk parkı demem, kendimi biraz iyi hissetmemi sağlıyor. Ön tarafta bir adam tırmıkla yolu süpürüyor. Sincaplar ve güvercinler çöpleri hışırdatıyor. Onca güneşli günden sonra otlar kurumuş, kısmen yanmışlar…” Bu durumda şunu da söyleyebiliyoruz, Genazino’nun Weigand karakteri her ne kadar diğer karakterlerine göre genç bir temsil olsa da sonrasında gösterdiği özellikler yazarın edebiyatının ve karakterlerinin izlerini taşıyor.

Yabancılık mı Kibir mi?

“Bir Kadın, Bir Ev, Bir Roman” kitabının karakteri Weigand, yaşamın içine girdikçe daha çok insanla tanıştıkça, kibre kapıldığını düşünüyor ve kendisini bu konuda sorguluyor. Örneğin iş için gittiği İtalyan Pazarı açılışında şu cümleleri kuruyor: “Bu insanlar nihayet eriştikleri bu mutluluk içinde niçin bu kadar sersem, bön, başıbozuktu? Bu arada hissettiğim kibir tanıdık gelir olmuştu. Sanki bu tepeden bakma duygusu şimdiden kendi sürekliliğini kazanmış gibiydi.” Metnin başından sonuna karakteri düşündüğümüzde, bu hissin kibir mi yoksa yabancılık mı olduğu sorusu açığa çıkıyor fikrimce. Çünkü karakterin genel özelliklerini düşününce, yaşama karıştıkça bu duyguya kapıldığını gözlemliyoruz ve bu bana kalırsa yabancılık durumunu kuvvetlendiriyor. Colin Wilson yabancılaşma hissinden bahsederken, böyle bir durumdaki bireyin benliğinden şöyle söz ediyordu: “Yabancı kim olduğundan emin değildir. Bir benlik bulmuştur ama gerçek benliği değildir bu. Temel amacı kendisine giden yolu bulmaktır.” Weigand için de böyle bir durumdan söz edilebilir. Onun asıl ulaşmak istediği yazar olmak ve kendi benliğini buna göre oluşturuyor. Bunun dışında kalan şeyler genellikle hayatı sürdürme zorunluluğuyla ilişkileniyor. Bu nedenle de toplum içinde başka bir benlikle varolurken diğer şeylere bakışında asıl benliği ortaya çıkıyor ve bu arada kalma durumu onu gündelik yaşamın içinde yabancı bir yere yerleştiriyor. Böylece, bir türlü kim olduğundan emin olamıyor çünkü kendisine giden yolda, çırak, gazeteci ve yazar gibi farklı kimlikler taşıyor gerçek benliğinin ne olduğu sorusu, onu içinde bulunduğu çevreye yabancılaştırırken başkasına bakışında hissettiği kibirli miyim sorusu, onun kendisi hakkında düşünmesine sebep oluyor.

Wilhelm Genazino, “Bir Kadın, Bir Ev, Bir Roman” metninde de bize arada kalmış bir bireyin yaşamının nasıl olabileceğini düşündürüyor. Kendisiyle; toplum, yaptığı işler, ilişkiler, gündelik edimler arasında mesafe arttıkça sıkıntısı artan bir karakterle karşılaştırıyor. Tüm bunlar “huzur içindeki huzursuzluk”, “sevinçsiz bir sevinç”, “idareten onarılmış şartlar içinde yaşamak” gibi anlamlar içeriyor. Bu nedenle genellikle tamamlanma hissiyle buluşamayan ve bunun için çabalarken yorgun düşen kişiler anlatısı, bu metinde de yazarın edebiyatının belirgin teması olarak karşımıza çıkıyor.

Kaynaklar

Földényi, L. F., (2020), “Yaşayan Ölümün Mekânları: Kafka, Chirico ve Diğerleri”, s.56, (Çev. Emre Güler), İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları.

Wilson, C., (2018), “Yabancı”, s.199, (Çev. Cihan Barış Özkan), İstanbul: Notos Kitap.

Köşe Yazıları Haberleri