Hasta adamdan sağlıklı toplum Cumhuriyet’e geçişin 100.yılında yaşanan iki büyük kırılma hepimizi örseledi. Şubatta kırılan fay hatları ile yaşadığımız deprem, cumhurbaşkanlığı seçimleri ile yaşanan siyasi deprem ile toplumsal kırılma giderek derinleşiyor.
Deprem bölgesinde çözülemeyen sorunlar, unutulmuşluk hali ile siyasete arka dönen toplum, çarşıda pazarda, yürüyüş yolunda, hastanede pastanede karşılaştığımız herkesten duyduğumuz serzenişlerle öfke büyüyor, umutsuzluk krizi derinleşiyor. Siyasete olan güvensizlik, aldatılmışlık hissi toplum nezdinde mücadele eden örgütlerin, yöneticilerinin yükünü bir kat daha da ağırlaştırırken, iktidar’da aynı şekilde mücadele eden örgütlenmelere yönelik baskıyı o derece arttırıyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924 yılında karşılaştığı Erzurum depreminin ardından “Felaket başa gelmeden evvel önleyici ve koruyucu tedbirleri düşünmek lazımdır, geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur.”sözü başımıza gelecek her türlü felaket açısından bize mesaj veriyor.
Yaratıcı öfke
Meclisin açılacağı ekim ayına günler, Cumhuriyet’in yüzüncü yılını karşılamaya haftalar, yerel seçimler sürecine aylar kalmışken toplumun haleti ruhiyesinin devam etmesi başımıza gelecek felaketin de göstergesi. Başka bir dip yaşanır mı, daha bugünler iyi günlerimiz mi bilinmez. Ama öfke büyüyor ve salgın şekilde giderek herkese bulaşıyor.
Bir kurtarıcı beklemekten ziyade, hepimizin ihtiyacı olan şey aslında kendimizde. En zor günler, kendimizi eli kolu bağlı hissettiğimiz günler çoğu zaman yeni bir yaratıcılığın açığa çıktığı günlerdir de. Aklımızı beynimizi yüreğimizi geleceğimizi zapturapt almaya çalışan toplumu insanları nesne haline getiren yapma biçimlerine karşı “özne” olmak, “Aklın kötümserliği iradenin iyimserliği” ile toplumsallaşan öfkeyi yaratıcı öfkeye dönüştürerek örgütlemek geleceğimiz açısından bir şans olabilir.
Kurtarıcı kendimiziz önce aklımızı özgürleştirerek, hesapsız bir şekilde, yapılacakları bir başkasına delege etmeden, doğrudan bir sürecin parçası olmak birlikte iyileşmenin ilacı. Hiçbir kötü yönetime, siyasete, yöneticiye ve dayatılana mahkûm değiliz. İşte bu yüzden Cumhuriyet’in 100.yılında irademizi özgür kılmakla başlayacak her şey.
Emre Madran
Emre Madran mimarlık alanında, kültürel varlıkların korunmasına iz bırakan bir mimar. Toplantının ortasında katılımcı birisi, gözü kapalı toplantıyı dinleyen Emre Hocayı gördüğünde ilk etapta uyuyor sanabilirdi. Ama hocanın gözünü kapatarak ortamdan arınıp konuya odaklanarak toplantıyı takip eden yaklaşımını onu tanıyanlar bilirdi. Korunması gereken değerlere yönelik hoyratça davrananları edebe çağıran “edep ya hu” söylemi o aramızdan ayrıldıktan sonra ‘Emre Hoca yaşasaydı neredeyse hergün ağzı dolu dolu söylerdi’ dediğimiz anlamlı söz şimdilerde.
Emre Madran anısına her yıl düzenlenen “Edep Ya Hu” buluşmalarının bu yıl ki teması “Deprem sonrasında Kültürel Miras Aracılığı ile Toplumsal İyileşme”. Emre Hoca’ya yakışır şekilde, kadim kültürler coğrafyası Antakya’da yapılacak bu buluşma için günlerdir tarihi kent merkezinde etkinliği yapacak yer arayışında özel bir hassasiyet gösterildi. Antakya tarihi kent merkezinde olsun, kapalı alanda olmasın, bir yapının, bir okulun avlusu olsun, kamusal alan olsun, bir iyileşmenin izi olsun derken aylar önce Antakya’da yapma kararlılığımızda, etkinliğin yeri hepimizin içine sinecek şekilde dün kesinleşti.
Asi Nehri’nin kenarında yamacımızda yıkılmış kadim uygarlıkların arasında, taşı toprağı geçmişten bize bırakılan emanet olan, canlarımızı, yapılarımızı, ruhumuzu kaybettiğimiz, Antakya’da yemyeşil ağaçların altında kır bahçesi masalar ve sandalyelerde, Büyük Atatürk Parkı Orta Kahvede Êmre Madran anısına dokuzuncu kez, bir kez daha “Edep Ya Hu” diyeceğiz. Asi Nehri ve Antakya vazgeçmeyi reddettiğimiz bir hakikat olarak isyanımız, tanığımız olacak.
“Emre Madran:”1944 yılında İzmir’de doğdu. ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde 1966 yılında lisans, 1968’de Restorasyon Bölümü’nde yüksek lisans, 1996’da aynı bölümde doktora eğitimini tamamladı. 1968-1973 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde, 1974-1981 yılları arasında Kültür Bakanlığı’nda çalıştı. 1981 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak döndü.1997 yılında doçent olduğu kurumdan, 2011 yılında emekli olarak ayrıldı. TMMOB Mimarlar Odası 40.Dönem(2006-2008) ve 41.Dönem (2008-2010) Merkez Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. . Koruma ve Restorasyon Uzmanları ve ICOMOS Türkiye Milli Komitesi üyeliği yaptı. Akademik yaşamında ve Mimarlar Odası bünyesinde uzun yıllar Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi koruma tarihi, geleneksel yapı malzemesi ve yapım teknikleri, koruma mevzuatı, alan yönetimi, korumanın yönetsel ve parasal yönleri alanlarında çalıştı. Çoğu kültür varlıklarının korunmasını konu alan ve bir kısmını meslektaşları ile yazdığı çok sayıda kitabı, 100’den fazla yayınlanmış makaleye imza attı”
Yaşanan sarsıcı süreçler aynı zamanda gelmekte olan yeninin de habercisi. Acılarla sınanan bir toplumun direnci, tüm zorluklarla sınanan dayanma gücümüz geleceğe verilmiş en güzel mesaj. Dayanışarak, hakikati haykırarak, hayata iz bırakacağız.
26 Eylül 2013’te aramızdan ayrılışının 10.yılında Ankara-Antakya hattında toplumsal iyileşmeyi birlikte konuşmak için Antakya’da olacağız. Derinleşen yaralara bir nebze ilaç olsun diye, toplumsal iyileşmeyi birlikte tartışacağız. Davetlisiniz.