SEDAT BOZKURT
Bankaların en önemli ticari faaliyeti para satmaktır. O nedenle sık sık telefonlarımıza “size özel” olduğu söylenen bir miktar kredinin hazır olduğuna ilişkin mesajlar gelir. Kredi aldığınız zaman bunu faizi ile geri ödemek zorundasınızdır ve bankanın gelir kalemi de bu faizdir. Aynı zamanda sizin elinizde bulunan ihtiyacınızdan fazla paraya da taliptir bankalar. Bunun karşılığında da size gelir olarak bir miktar faiz verir. Bu alacağınız faiz, hiçbir zaman vereceğiniz faizden yüksek olmaz. Olursa banka zarar eder. Çok kısa bankacılık faaliyetinin tanımı budur.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ABD elçiliğinde başlayan ekonomi alanındaki çalışmalarında, bankacılık sektörü ağırlıklı olarak yer alır. Halen siyasetçi olma denemeleri yapmaktadır. Son olarak Dünya Bankası’ndan kısa vadede 18, uzun vadede ise 35 milyar dolar kredi alma olasılığı bulunduğunu büyük bir başarı gibi, müjde gibi açıklaması tam da mesleki geçmişinde edindiği alışkanlık nedeniyledir. Oysa bakanlık yaptığı ülke, kendisini o makama atayan Cumhurbaşkanının bizzat açıklamalarına göre, dünyada ekonomik durumu en iyi olan ülke ve en büyük 10 ekonomi arasına girmek üzeredir. Yani son yıllarda önüne ağırlıklı olarak yoksullukla mücadeleyi koyan ve bunun ortadan kaldırılması için kredi veren Dünya Bankası’ndan kredi bulmayı başarı olarak görmek Bakan Şimşek’in sicil amiri olan Cumhurbaşkanının tezlerini tamamen ortadan kaldırmak demektir.
IMF ve Dünya Bankası
Buradaki mesele, ekonomik kriz anlarında sürekli IMF’yi konuşurken ne oldu da bir anda IMF yerine Dünya Bankası’nı konuşur olduk. IMF de Dünya Bankası da hemen hemen aynı dönemde ayrı amaçlar için çok sayıda ülkenin katılımı ile ABD’de kuruldu. Türkiye her iki kurumun da ortakları arasındadır.
IMF, kendi tarifine göre, küresel finans düzenini takip ederek ülkelerin ekonomilerinin bir sisteme oturmasını, istikrara kavuşmasını sağlamaya çalışır. Bunun için kredi verir, ekonomik program önerir ve bunun uygulanmasını denetler. Hiçbir ülkenin ekonomisi siyasal sistemden bağımsız olmadığı için IMF siyasi önerilerde de bulunur. Kurum, 1944 yılında kuruldu, 1947 yılında çalışmaya başladı.
Dünya Bankası 189 ülkenin ortak olduğu dünyanın en büyük bankasıdır. Kendisinin yaptığı görev alanı tanımına göre gelişmekte olan ülkelerde yoksulluğun azaltılması refahın arttırılması amacı güdüyor. Dünya Bankası da 1944 yılında kuruldu, 1946 yılında faaliyete geçti.
Her iki bankanın kuruluş öyküsünde de ABD hem girişim hem de mekân olarak vardır. 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD, savaştan yıkılmış Avrupa’ya doğrudan yardım yapmak, kalkınmasına katkı vermek yerine, bunu kendi aralarında oluşturdukları banka ve fon sistemiyle yapmalarını sağlamak için bu 2 kurumun oluşmasına ön ayak olmuştur.
Kalkınma, istihdam gibi alanlarda yapacağınız yatırım için Dünya Bankası’nın kapısını bir proje ile çalabilirsiniz. Ya da çevreyi koruma amaçlı projelerle. Bu projeleri kendi kurallarına göre uygulanması koşuluyla Dünya Bankası kredilendirebilir. IMF’ye ise ihtiyacınız varsa, yani ülkenizin giderini geliriniz karşılayamıyor ve borçlarınızı da ödeyemez hale geldiyseniz, doğrudan nakit için başvuruda bulunabilirsiniz. IMF verdiği kredinin geri ödemesini garanti edecek bir program ile size bu krediyi verir. 2 kurum arasındaki en önemli fark budur.
Yalanalama ile bile yalanlanamayan bilgiler
2 hafta önce, “Türkiye’yi zor günler bekliyor” başlıklı bir yazı yazdım. Geçen hafta da onu devam ettirecektim ancak yazıdaki bazı bilgiler haber siteleri tarafından çokça ve abartılı başlıklarla kullanılınca bakanlık yazıma ilişkin bir yalanlama yayınladı. 2 hafta üst üste “yazısı yalanlanan” gazeteci! olmamak için bir hafta ara verdim. Şaka bir yana o yazımda, Bakan Şimşek ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında geçen bir diyalogdan söz etmiştim. Diyalogun geçtiği mekânı bilmiyordum ve muhtemelen bakanların bir araya geldiği yerdir diye tahminde bulundum. Yalanlama da tam oradan geldi. Yazımda yer alan iddiaların hiçbirine itiraz olmadığı gibi sorulara yanıt da yok. Sadece “kabine toplantısı öncesinde ya da sonrasında böyle bir diyalog yaşanmamıştır” itirazı var. Doğalgaz ve elektrik zamlarıyla ilgili, emekli ikramiyesiyle ilgili, KDV oranlarının eşitlenmesiyle ilgili sadece mevcut duruma ilişkin bilgiler var bunların ne olacağına ilişkin hiçbir bilgi yok. Bir gazetecinin tanık olacağı ilginç “yalanlamalardan” birisine de muhatap olduk. Mekân dışındaki tüm bilgileri bizzat Mehmet Şimşek’in ağzından duyan bir kaynaktan aldığımı da bilmenizi isterim.
"Bizimki IMF'yi sevmiyor"
Yerel seçimler öncesinde Erdoğan bakanlarını da sahaya sürdü. Bunun halen iyi mi yoksa kötü mü olduğunu tartışıyorlar. İyi olmadığı belli. Mehmet Şimşek de sahaya inen bakanlardan birisi. Ankara Yenimahalle’de AKP için Belediye Başkanlığı seçim çalışmalarına katıldı. Toplantıda AKP’lilerin yanı sıra GİMAT üyeleri de var. Türkiye’nin en büyük gıda ve ihtiyaç maddeleri toptancıları sitesidir GİMAT. Mekânı bilmiyorum. Ama katılımcı sayısı hayli fazla. Yalanlanma ihtimalini böylece azaltalım.
Bakan Şimşek ilk olarak 6 Eylül’de duyurusu yapılan Dünya Bankası’ndan gelecek 35 milyar doları tekrar burada dillendiriyor. Arkasından da açıklama ihtiyacı duyarak, “Neden IMF değil de Dünya Bankası” sorusuna Erdoğan’ı kastederek, “Bizimkini biliyorsunuz IMF’yi sevmiyor, IMF sözünü duymak bile istemiyor, ondan hoşlanmıyor. Bizimkilerin IMF’ye bakışı hep olumsuz o nedenle kaynak arayışında Dünya Bankası’nı tercih ediyoruz” yanıtını veriyor. Bu açıklamanın ardından kendisinin gülerek sorduğu soru herkesi güldürüyor: “Aranızda gazeteci yok değil mi?”
IMF ile olumsuz görüşlerin kaynağının Külliye’ deki ekonomistler olduğunu da net bir biçimde aktarıyor Şimşek, “Külliyedekilerin kafaları bu işlere aslında basmıyor. Hep Cumhurbaşkanını yanlış yönlendiriyorlar, hatta kandırıyorlar. Bu ekonomik tablonun nedeni de bu aslında” diyerek. Bu arada Şimşek’in “külliyedeki ekonomistler” için kullandığı ve onları hafife alan (kesinlikle hakaret değil) tanıma net ulaşamadığım için ben de yazamıyorum. Külliyedeki kadro ile Şimşek’in arasındaki “stresi” de bu açıklamalar net bir biçimde ortaya koyuyor.
Şimşek önümüzdeki ay enflasyonun yüksek çıkacağını ama 6 ay sonra yüzde 30’lar düzeyine ineceğini kesin bir dille açıklıyor. Bakanlık görevini katı şartlarla ve memleket meselesi görerek kabul ettiğini de kararlılığını anlatmak için aktarıyor. Şimşek’in özellikle KDV oranlarındaki farklılıklara da itirazı var. Bunu da orada dile getiriyor. Dünyanın hiçbir yerinde farklı oranlarda vergi olmadığını ve bunun karmaşa yarattığı söylüyor. Burada kafanız karışmasın, mesele KDV oranlarının tamamını yüzde 20’de eşitlemek, çünkü devlete para lazım ve Bakan Şimşek’in görevi de bunu bulmak.
Mehmet Şimşek’in uzun bir pazarlık döneminden sonra bakanlık görevini, öne sürdüğü koşullara evet denmesi üzerine kabul ettiği sır değil. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın, Şimşek’in tercihi olduğu ağırlıklı olarak kabul gören görüş. İçişleri Bakanı ile Adalet Bakanının değişmesinin de onun talebi olduğu iddiası hayli güçlü. Yani Süleyman Soylu’nun bakanlıktan ayrılmasını sebebini hep yanlış yerlerde mi aramışız sorusu da böylece gündeme geliyor.
ABD'nin masasında eksik olmayan gündem: YPG
IMF’yi Dünya Bankası’nı konuşacaksak ABD’nin içinde geçeceği cümle kurmak zorundayız. Yine “Türkiye’yi zor günler bekliyor” yazımda ABD, Bağdat, Erbil arasındaki trafikten içerik de vererek söz etmiştim. ABD ile ilişkiler bir anda F 16 satışı dahil bahar havasına büründü. Seçime bir yıldan az zaman kalmasına karşın karar alma sıkıntısı yaşayan ve bu nedenle “topal ördek” olarak nitelendirilen Başkan Biden uzun bir aradan sonra Erdoğan’ı Beyaz Saray’a davet etti.
Öncesinde bakanlar ve MİT Başkanı ile sürdürülen YPG merkezli görüşmeleri de hep hatırlamak lazım. Aniden Dünya Bankası ve bol sıfırlı proje bazlı krediler ve Türkiye’ye gelmesi beklenen bol para ihtimali. Dünya Bankası kredisi ile döviz stabil hale getirilecek. ABD’nin devreye girmesi ve artan faizler nedeniyle sıcak para döviz olarak gelecek. Bu gelen paranın kalıcı olması için de politik bazı hamleler devreye sokmak gerekebilir. Ama Erdoğan bu konuda acele etmeyebilir. Çünkü önünde 4 yıl var, bunu firesiz kullanmanın hesabını yapıyor.
ABD ile görüşmelerde askerlerin Suriye’den çekilmesi halinde YPG’nin Türkiye için “tehdit” oluşturmayacağı garantisi veriliyordu Türkiye’nin ikna edilmesi için. Son olarak gelen ABD heyeti askerlerin de bulunduğu bir toplantıda YPG konusunda hayli açık konuşmuşlar: “YPG ile çalışmalısınız, siz çalışmazsanız başkaları mutlaka çalışır ve sizin açınızdan hayli sıkıntılı bir tablo ortaya çıkabilir”
Ortadoğu’daki gelişmelerde gözlerin İran’da olduğu bir dönemde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da geçtiğimiz günlerde İran’a yakın duran Kürt hareketi KYB’yi hedefine koyan sert açıklamaları dikkatlerden kaçmasın…