Borca feminist müdahale: ‘Cadı Kazanları’ndan, ‘Halk Tencereleri’ne

Verónica Gago ve Lucí Cavallero farklı coğrafyalarda birbiriyle kesişen sorunlara karşı ortak mücadele etmede itaatsizliğin önemini vurguluyor. Metnin sonunda borçla ilgili yapılan görüşmelerle de “finans terörü”, yani gündelik yaşamın nasıl finansallaştığı tamamen somut bir boyut kazanıyor.

Kapitalist birikim mantığı, hayatımızı borçlular olarak sürdürmemize sebep oluyor. Eğitim, sağlık, gündelik yaşamın en küçük ihtiyaçları için bile banka sistemine teslim olmak zorunda kalıyor, geleceğimizi ipotek altına aldırıyoruz. Bu durum borç sisteminin hayatımızın her aşamasını düzenleyen bir teknik olarak işlemesini getiriyor. Çünkü borçlu olmanın getirdiği yük sevmediğimiz işlerde çalışmamıza, hevesimizin çalınmasına, geleceksizlik hissi tarafından esir alınmamıza ve güvencesiz şartlara razı olmamıza neden oluyor.

Verónica Gago ve Lucí Cavallero “Borcun Feminist Reddi” adlı metinlerinde, borç meselesini sorunsallaştırıyorlar. Konu bir çeşit ifşa yöntemiyle ele alınırken, kadınlar, lezbiyenler ve translar açısından borcun getirilerinin nasıl patriyarkanın diğer şiddet biçimleriyle bir arada iş gördüğü de ortaya çıkıyor. Kitabın temel meselesi, borcu görünür kılmak, onun farklı bedenler üzerinde nasıl işlediğini göstermek, finans kelimesini soyut bir kavram olmaktan çıkararak, bedenleri denetleyen, yaşamı düzenleyen, Neoliberal bir teknik olarak pratikteki karşılığına dikkat çekmek. Ayrıca kitapta, borcun feminist okuması yapılarak, meseleyi daha geniş çerçeveye yerleştirmek ve konuyu kapitalizmin yaşamımızda yarattığı diğer sorunlarla kesiştirmek hedefleniyor.

“Borcun Feminist Reddi”ni bana kalırsa önemli kılan taraf, dünyanın farklı yerlerindeki feminist deneyimleri işe katarak sorunu tespit etmenin ötesine geçip, borcun reddedilebileceğini göstermesi. Çünkü görüyoruz ki yazarların “finans terörü” olarak tanımladıkları durum gündelik yaşamı finansallaştırırken bizi yaşamımızın temel ihtiyaçlarını karşılamak için bile borç yükü altında ezilmeye zorluyor. İlaç, temel gıda gibi kamusal sorumluluklar bireylerin üzerine yıkılarak, verilen “desteklerle” banka kartına mecbur edilerek, bedenlerimiz banka sisteminin ve finansın kölesi haline getiriliyor. Tüm bunların sonucunda, patriyarkanın hane halkının sorumluluğunu kadınlar üzerinden tanımlamasının getirisiyle, kadınların neredeyse tüm zamanlarını hesap yaparak geçiriyor, çocuklar gıdadan daha fazla faydalansın düşüncesiyle kendi öğünlerinden kesiyor, tamamen ev-içi bir yaşama hapsediliyor ve daha fazla “aile içi şiddet” görüyor. Buna benzer örnekler “finansal terörü” ifşa etmeyi, borcu sır olmaktan çıkarmayı, bunun için direnme imkânı yaratmayı gerektiriyor ki kitapta örneklenen, uluslararası dayanışma biçimlerinde bunun başarılabileceğini, imkânın yaratılabileceğini görüyoruz. Otonom Yayınları tarafından, Bilge Tanrısever çevirisiyle basılan metnin bu açıdan ilham verici olduğunu söyleyebiliriz.

Borcu Sır Olmaktan Çıkarmak

Son yıllarda feminist siyaset sokakları farklı eylem biçimleriyle doldurmakla kalmıyor dünyanın temel meselelerini feminist perspektiften tekrar yorumlayarak, yaşadığımız sistemin tekniklerinin başka bedenler üzerinde nasıl işlediğini göstererek, kesişim noktalarına işaret ediyor ve Neoliberal politikaların görünmez kıldığı sorunları kapsamlı bir şekilde düşündüren müdahalelerde bulunuyor. Bu kürtaj hakkından borç meselesine kadar uzanan direniş geleneğinin ve elbette tarihsel müdahale pratiğinin de yansıması.

“Borcun Feminist Reddi”nin borca yaptığı müdahalelerden biri “borcu sır olmaktan çıkarma” peki, bununla ne kast ediliyor. Metinde bu şöyle ifade ediliyor: “Borcu sır olmaktan çıkarmak demek, borcun nasıl işlediğini anlamak için onu anlatıp kavramsallaştırmak, farklı ekonomilerle nasıl iç içe geçtiğini araştırmaktır. Borç sayesinde belli yaşam biçimlerinden nasıl değer sızdırıldığını, yaşamın üretim ve yeniden üretim süreçlerine nasıl müdahale ettiğini görünür kılmak demektir. Şu soruları sormaktır: Borç mekanizması nasıl işliyor? Ne tür itaat biçimleri üretiyor? Sır olmaktan çıkarmak, borcu görünür kılıp ortak bir sorun olarak konumlandırmak, bireysel olmaktan çıkarmak demektir.” Böylece, borç mekanizmasının farklı bedenler üzerinde nasıl denetleyici bir tekniğe dönüştüğü, diğer şiddet biçimleriyle kesişen finansal şiddetin, kişileri kendisine borçla bağlayarak nasıl itaat ürettiği görünür oluyor. Meselenin önemli yanı ise borcu bireyin alanından çıkararak ortak bir mesele olarak ele alınmasının sağlanması, böylece borçtan gelen yük tek başına değil birlikte taşınır duruma geliyor ve çözüm için de ortak mücadele etmenin imkânı yaratılmış oluyor.

Ayrıca “borcu sır olmaktan çıkarmak”, “sömürüde yaratılan farklılaşmanın” araştırılmasını gerektiriyor, böylece borç ifşa edilip, cinsiyetçi fark dinamikleri açığa çıkarılarak, borcun soyut bir şekilde ele alınmasının önüne geçiliyor. Çünkü borcun her beden üzerinde farklı bir işleyişi var mesela; “Borçlandırılmış bir Kuzey Amerikalı özel üniversite öğrencisinin öznelliği ile Buenos Aires’de çoğunluğu göçmenlerden oluşan Flores mahallesindeki bir kooperatiften para yardımı alan bir işçinin öznelliği aynı değil.” Benzer durum cinsiyet farkları, etnik ve dini farklar için de geçerli yani borçtan bahsederken, Lazzarato’nun borç üzerinden yaptığı evrensel öznelliğin ötesine geçerek hareket etmek gerekiyor ki metinde finansın farklı öznellikler üzerinde nasıl işlediğini, konunun genel evrensel bir insan figürü üzerinden ele alınamayacağını verilen örneklerde fark ediyoruz.

Borcun Feminist Okuması Ne Anlama Gelir?

Kitabın bir başka sorusuyla devam edelim, peki, borcun feminist okuması ne anlama gelir? Bu en baştan finansın somut olarak kavranması demektir, bunun anlamı onun direkt bedenler üzerinde nasıl işlediğini ortaya çıkararak, hane ekonomilerinde, popüler ekonomilerde, ücretli çalışmaya dayalı ekonomilerde ne anlama geldiğini anlatmak soyut anlamlı bir kelime olmaktan çıkarmaktır. Borcun feminist tahayyülü aynı zamanda borç ile cinsiyet temelli şiddet arasındaki bağlantıyı kurmak, borcun yarattığı itaat biçimlerini belirlemek anlamını içerir çünkü borç kitabın cümleleriyle, “kişiyi daha esnek çalışma koşullarını kabul etmeye mecbur eder ve bu anlamda etkili bir sömürü aygıtıdır. Böylelikle borç, belirli bir şiddet ekonomisinden başka bir şey olmayan bir itaat ekonomisi düzenler.” Borçlu olmak bizi istemediğimiz işlerde çalışmaya, güvencesizliğe razı olmaya ittiğinde bu zorunluluktan kaynaklı bir itaat biçimi doğurur ki sistemin bizi borçlular olarak var etmesinin belki de en önemli sebeplerinden biri bu. Çünkü borç nedeniyle gelen çalışma zorunluluğu itiraz hakkını da elden alır.

Borcun feminist okuması ayrıca, görünmez kılınmış tüm emek biçimlerini, ev içi emeği, kadınların, transların, lezbiyenlerin, travestilerin hasıraltı edilen emeklerini apaçık hâle getirerek yaşamın borçla nasıl düzenlendiğini ortaya çıkarır, böylece dayanışma ekonomileri oluşturmanın, toplulukların kolektif hareket etmesinin önü açılır. Bu okuma, devlet yardımı- genel çocuk yardımı gibi hesap kartları aracılığıyla banka sistemine nasıl dâhil edildiğimizi gösterir çünkü bu zaten yoksul olan kesimlere kredi vermenin yolunu açarken, onları tüketime eriştirme vaadiyle borçlandırma anlamına gelir kısacası, borcun feminist bakışla ters yüz edilmesi tüm bunları hatırlatarak sistemin altını oyar.

Tencereler Sokakta

Metinde, konut mücadelelerinden, güvencesiz ücret haklarının tanınmasına, emekli maaşlarından, yoksulluğa, kadın ve trans cinayetlerinden, mülksüzleştirmeye kadar pek çok farklı sömürü ve şiddet biçiminin borcun feminist okumasıyla kesiştiği direnişlere yer veriliyor. Bu direniş pratiklerinden coğrafyamızın güncel ekonomik sorunlarıyla da ortaklaşabilecek dikkat çekici bir örnek verelim. “Halk tencereleri” olarak tanımlanan pratikte tencereler sokağa çıkarılarak kolektif olarak yemek hazırlanıyor, plazalarda, sokaklarda, halka açık alanlarda hazırlanan yemekler birlikte tüketilirken, bu hem yoksulluğu görünür kılıyor hem de devlet yapılarını rahatsız etmeye neden oluyor. Çünkü tencerenin sokağa çıkması bir şekilde hane içinde insanların tencerelerini tek başına kaynatamadıkları anlamına geliyor. Simgesel olarak “cadı kazanı”na da gönderme yapan bu tencereler, metinde ifade edildiği şekliyle şunu anlatıyor:

“Zira nasıl ki eskiden cadı kazanlarına bir iktidar konumundan bakılıyor idiyse, bugün de sokaktaki tencereleri yani birlikte yemek pişirme ve yeme pratiğini, direnişin birlikte örüldüğü, açlık karşısında büyüleyici bir ortak bedenin yaratıldığı, insanların yoksulluğa ve tevekküle mahkûm edilmelerine muhalefet edip birleşerek hep beraber yemek pişirdiği bir buluşma, yiyip içme ve muhabbet etme alanları olarak gören aynı konumdan bakılıyor.”
Bu eylem Arjantin’de o kadar etkili oluyor ki ilkokul öğretmenliği yapan Corina de Bonis, bulunduğu bölgede okulların kapatılmasını protesto ettiği için kaçırılarak işkence ediliyor, karnına “artık tencere yok” cümlesi kazınıyor. İlk bakışta etkisi ne olabilir ki diye düşünebileceğimiz “halk tencereleri” eyleminin kimi rahatsız ettiği neyi açığa çıkardığı ortaya çıkıyor böylece, kitabın cümleleriyle, “tencereden korkuyorlar; çünkü tencere, finansal terör kelimelerinin gizlediği tüm soyutlamayı yok ediyor…”

Verónica Gago ve Lucí Cavallero farklı coğrafyalarda birbiriyle kesişen sorunlara karşı ortak mücadele etmede itaatsizliğin önemini vurguluyor. Metnin sonunda borçla ilgili yapılan görüşmelerle de “finans terörü”, yani gündelik yaşamın nasıl finansallaştığı tamamen somut bir boyut kazanıyor. Yaşamın neredeyse tamamının finansallaştıran Neoliberal politikalar bugün en temel ihtiyaçlarımızdan, heveslerimize, yaşam biçimimizden, arzularımıza kadar bedenlerimizi denetlemeye çalışıyor, kentsel dönüşüm projeleriyle mülksüzleştiriyor, borçlandırarak geleceğimizden çalıyor. O zaman kitaptan şu cümleyi kurmanın ve borcu reddetmenin zamanıdır: “Borç, tarihsel olarak özgür ve zorunlu emekten yararlanan devlete, patronlara ve patriyarklara aittir.”

Köşe Yazıları Haberleri