ERSAN ATAR
Yargıtay’da geçtiğimiz haftalarda iki dava dosyası işlemden geçti ve bu iki dosyada dört “karar” verildi. Bu dört kararın ayrıntıları yargının, mevzu selefi yapılar olduğunda başka, demokratik taleplerini ortaya koyan yapılar olduğunda başka baktığının, bir başka ifadeyle Themis’in göz bağının ülkede açık olduğunun göstergesiydi.
Dava dosyalarından biri, El Kaide Davası’ydı. Bakırköy 11. Ağır Ceza Mahkemesi bu davada utangaç bir mahkumiyet kararı vermişti.
Örgüt üyeliği ve yöneticiliğinden mahkum olan sanıklardan biri “IŞİD’in Türkiye sorumlusu” olarak kırmızı kategoride aranırken -Milli İstihbarat Teşkilatı’nın biraz da “IŞİD ile de mücadele ediliyor”u gösteren operasyonuyla- yakalanıp Türkiye’ye getirilen Kasım Güler. Kod adı Ebu Usame idi. Bir diğeri Halis Bayancuk’tu. O’nun da adı IŞİD’in Türkiye Emiri olarak geçti. En azından her yakalandığında “IŞİD’in Türkiye Emiri yakalandı” denilerek kamuoyunun yüreğine su serpilir, sessiz sedasız tahliye olur. Bir kez daha yakalanır sonra aynı “terörle mücadelede başarı bandı” dönmeye devam ederdi. Kod adı: Ebu Hanzala idi.
Yargıtay Ebu Usame ve Ebu Hanzala için dedi ki: Bu kişilerin Anayasal düzeni değiştirmek, devletin bütünlüğünü bozmak, devlet otoritesini bozmak için ağır/yakın tehlike oluşturabilecek eylemler yapabileceklerini, bu suçları gerçekleştirmeye elverişli silahlara araç – gerece sahip olduğunu mağdurundan sanıklarına, savcılarından biz hakimlerine inandıracak deliller ortaya konmalı.
Ve Yargıtay ekledi: Sanıkların terör örgütüne üye oldukları ayrıntılı bir şekilde açıklanmadan soyut gerekçelerle kabul edilmiş.
O zaman gelin bu isimleri dava dosyalarındaki ifadelerinden ve diğer bilgilerden inceleyelim.
“Gençlere muasker eğitimi verirdim”
Yargıtay’ın, örgüt üyesi olduğu iddiasını “soyut” kabul ettiği ve Anayasal düzeni tehdit ettiğinin “inandırıcı bulmadığı” Kasım Güler dava dosyasındaki ifadesinde kendini şöyle anlatıyor:
“Kardeşim Talip Güler, 2007 yılında Afganistan’a cihada katılmak üzere gitmişti. Orada İslami Cihad Birliği’nde silahlı faaliyet göstermekteydi. Ben de hem Seyyid Kutub’un fikirlerinden hem de kardeşim Talip ile yaptığım görüşmelerden etkilenerek Afganistan’a gitmeye karar verdim… Benim örgütteki görevim, cihada katılan kişilerin bakımı ve ihtiyaçlarının karşılanması idi. Örgüt, savaşan her kişiye aylık 130 dolar para verirdi. 2010 yılının üçüncü dördüncü ayına kadar bu faaliyetlerime devam ettim. Bu tarihte İslami Cihat Birliğinin lideri Özbek Ravşan’ın Türkiye’ye gidip infak adı altında para toplamam yönündeki talimatıyla ailem ile birlikte Türkiye’ye dönerek Konya il merkezine yerleştim. Burada infak adı altında para toplama faaliyetlerim nedeniyle 2010 yılında Konya’da yakalandım. 6 ay 15 gün kadar cezaevinde yattım. Çıktıktan sonra aynı faaliyetlerime devam etmeye başladım. Konya il merkezinde El Kaide’ye yönelik yapılan operasyonda 24 kişi ile birlikte yakalandım. 11 ay kadar Adana – Antalya cezaevlerinde yattım.
Cezaevinden çıktıktan sonra 2012 yılında tek başıma kaçak yollardan Suriye’ye geçtim. Halep bölgesinde Ahraruşşam içerisinde Iraklı Addurrahman isimli kişinin liderliğini yaptığı Tevhid ve Sünnee Grubu içerisinde faaliyet göstermeye başladım. Bu grup içerisinde gençlere muasker eğitimi (askeri eğitim) kapsamında spor yaptırıyordum. Bu gençler daha sonra silahlı eğitime alınırdı. Bir yıla yakın bu faaliyetlerime devam ettikten sonra İslami Cihat Birliği’nden gelen bir talimat üzerine İslami Cihat Grubunu, Afganistan’dan tanıdığım Konyalı Nurettin, Özbek Ebu Cafer, Kırgız Abdullah ile birlikte Suriye – Halep’te kurduk…”
“Kahramanımız!” tabur komutanı ve Türkiye valisi oluyor
Yargıtay’ın El Kaide ile bağlantısını soyut bulduğu Kasım Güler ifadesinin devamında IŞİD’in kuruluş aşamasındaki fikir ayrılıklarını anlattıktan sonra tercihini IŞİD’den yana kullandığını anlatıyordu. Kadılarla görüşmelerini, Türkiye’ye geliş gidişlerini, para toplamalarını, Mustafa Güneş ve İlhami Balı ile tanışmasını anlatıyor.
Bir ara notla, “tanımayanlar”a Mustafa Güneş ve İlhami Balı’yı tanıtalım. İlhami Balı, Ankara’da 10 Ekim 2015’teki Gar Katliamının planlayıcısı olarak halen aranıyor. Mustafa Güneş IŞİD’in liderlerinden, 2017’de ABD’nin operasyonunda öldürüldü.
Yargıtay’ın “Anayasal düzen için tehditse bile bunun delili inandırıcı değil” dediği Kasım Güler örgüt içindeki yükselişini anlatmaya devam ediyor:
“Mustafa Güneş, Emni Hariç’e (Örgütün Dışişleri Bakanlığı) bağlı olarak faaliyet gösterdiğini bana söyledi. Bu görüşmede Mustafa Güneş sana bir ketibe (tabur) kuralım adamlarını oraya götür, orada birlikte çalışın dedi. Ben de kabul ettim. Bunun üzerine Mustafa Güneş ile birlikte Rakka’da üst konumunda olan Ebu Muhammed Iraki isimli şahsın yanına gittik… Haseke Şedadi ilçesinde kendime ait Seyfulislam Ketibesi adında bir ketibe kurarak bölgeye kalıcı olarak yerleştim… Ketibeme mensup kişilerin sayısı 60’a ulaştı.”
Ve örgüt kariyerindeki en üst noktayı anlatıyor:
“Mustafa Dokumacı (Gar Katliamı ve Suruç Katliamını yönlendiren isim) Türkiye valiliği görevini ilk önce Abdülmelik / Hacı Abi (K) Şahap Variş’e teklif etti. Şahap yönetim işlerinden anlamadığını söyleyerek görevi kabul etmeyince 2019 yılı başında Türkiye Vilayeti Valiliği görevi Mustafa Dokumacı tarafından bana verildi.”
Kasım Güler, namı diğer Ebu Usame, ifadesinin devamında eylem hazırlıklarını, silahların örgütteki lojistikçiler tarafından eylem yapılacak yere götürülüp nasıl gömüldüğünü, eylemi yapacak olanların o silahları oradan nasıl aldıklarını anlatıyor.
Yargıtay, “inandırıcı delil”in yokluğundan söz ediyordu ya hani. Kasım Güler arkalarında nasıl delil bırakmadıklarını da anlatıyor. Risalelelerin MEGA, TrueCyrpt, PLCLOUD programları ile nasıl USB belleklere alındığını, bunların elden nasıl ulaştığını, nasıl şifrelendiğini anlatıyor da anlatıyor. Ama gelin görün ki bir tek kullandığı telefonların numaralarını hatırlayamıyor. Zaten onları araştıran da olmuyor.
Okura ikinci ara not: Kasım Güler’in El Kaide’den sonra IŞİD’e katılım süreci Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir başka yargılamanın konusu olduğu için yukarıda daha çok El Kaide yılları anlatıldı. Sonrasındaki IŞİD yıllarının özet geçilmesi de bundandır.
O bunu hep yapıyor: Tutuklanıyor, salıveriliyor
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, milletvekili seçilen Can Atalay için “işlediği suç Anayasal düzene karşı ve Anayasa’nın 14. Maddesi Anayasal düzene karşı suçları dokunulmazlık dışında tutar” diyordu ve tahliye etmiyordu.
Madem bu bölümde Can Atalay’dan söze girdik, oradan devam edelim ve ikinci “kahramanımız!” Halis Bayancuk’a öyle gelelim.
Yargıtay Can Atalay kararında, “Gezi’de kaos ortamı yarattılar ve o ortamda Berkin Elvan öldü” diyordu ve “başka ölümler”den de söz ediyor, onların sorumluluğunu da Gezi Davası sanıklarına yüklüyordu. Öyle ya Anayasal düzen şiddetsiz yıkılmazdı ve şiddetin kanıtı Berkin Elvan’ın, Ethem Sarısülük’ün ve diğerlerinin ölümüydü! Yargıtay’a göre Can Atalay’ın elinde Anayasal düzeni değiştirecek araçlar vardı ve buna, “mağdurundan sanığına, savcısından hakimine herkes inanırdı.”
Ama Yargıtay’a göre 2008 yılından beri selefi grupların içinde yer alan, El Kaide ve IŞİD operasyonlarında yakalanıp her nasılsa her seferinde tahliye olan Halis Bayancuk’un, daha sonra IŞİD’in Türkiye sorumluluğuna kadar yükselen örgütsel kariyerindeki eylemlerinin Anayasal düzene karşı olduğunu ne savcısı ne mağduru ne de hakimi inanırdı.
Peki kimdi bu Bayancuk, namı diğer Ebu Hanzala?
Elbette babasını kendi seçmemişti ama geldiği aileyi tanımak açısından ön hatırlatma yapmak gerekir: Babası Hacı Bayancuk Gaffar Okkan cinayetinin planlayıcısıydı ve bu nedenle hüküm giydi.
Halis Bayancuk daha gençlik yıllarından itibaren selefi örgütlerin içinde yer aldı. 24 yaşındayken radikal islami yapılardaki faaliyetleri nedeniyle tutuklandı. 8 yıl tutuklu kaldı.
Salıverildikten sonra İstanbul’daki sinagog saldırılarını planlarken yakalandı. Ne var ki bir yıl sonra yine tahliye edilecekti.
Bu böyle sürüp gidemezdi, kendisini aklaması gerekirdi. O dönemde moda, “FETÖ bana kumpas kurdu” demekti ve O da bunu yaptı. 2014’te, iktidara yakın gazeteler kendisiyle görüşüp onun “kumpas mağduruyum” sözlerini birinci sayfalarına taşımaya başladılar ama ne var ki El Kaide soruşturmasında yine tutuklandı. Artık yaşıyla birlikte unvanı da değişiyordu: İŞİD’in Türkiye sorumlusuydu.
Bakırköy 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı. Mahkeme yine de kendisine pek insaflı davranıyor, örgüt yöneticiliği suçunun alt sınırından ceza veriyordu: 12 yıl 6 ay hapis.
Gelin görün ki Yargıtay inanmamıştı. Hem pek de uzun süredir tutuklu kalmıştı(!) Tıpkı babası Hacı Bayancuk’un Hizbullah davasında olduğu gibi “uzun tutukluk”tan tahliye oldu.
Sözün özü; Yargıtay, Gezi eylemlerinin Anayasal düzene karşı “planlı bir senaryo” olduğunu kabul ediyor, buna inanıyor, Osman Kavala’nın bu Anayasal düzene karşı eylemleri sevk ve idare ettiğine kani oluyordu. Themis’in gözleri açıktı ve karşısındaki selefi gruplar olunca şifreli eylem planlarının olduğu risalelerin, gömülü silahların, “ben örgütün Türkiye sorumlusuyum” sözlerinin de hükmü kalmıyordu.