Bu ne tenhalık Osman Hamdi Bey!

Türk sanat tarihinin süper starı Osman Hamdi Bey’in bir tanesi bir müze eden tablolarından onlarcasının bir arada sergileniyor olması son derece istisnai bir durum. Dolayısıyla hafta sonu, güneşli bir günde, girişin bedava olduğu Resim ve Heykel Müzesi’nin önünde küçük bir kuyruk görmeyi bekliyordum.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin önünde arkadaşımla buluşmak üzere beklerken, bir an yanlış yere geldiğimi düşündüm. Hayır müzenin burası olduğundan tabii ki eminim. Orası tamam, ama ‘girişinde buluşalım’ diye konuştuğumuz Osman Hamdi Bey sergisi yoksa başka bir yerde miydi?

Türk sanat tarihinin süper starı Osman Hamdi Bey’in bir tanesi bir müze eden tablolarından onlarcasının bir arada sergileniyor olması son derece istisnai bir durum. Dolayısıyla hafta sonu, güneşli bir günde, girişin bedava olduğu bu müzenin önünde küçük bir kuyruk görmeyi bekliyordum. Kuyruk bir yana, bu çok önemli sergiye dair herhangi bir afiş, duyuru vs. de yok görünürde. Evet burası Resim ve Heykel Müzesi ama içeride ne var ne yok, belli değil. İçimde büyüyen tereddüte yenik düşüp kapıya gittim ve güvenlik görevlisine sordum, ‘Osman Hamdi Bey sergisi burada, değil mi?’ diye. Aldığım olumlu yanıt ne yazık ki içimi rahatlatmadı. Evet doğru yerdeydim ama ne yazık ki ‘pazarlama herşeydir’ diyenler haklıydı ve müzemiz, memleketin diğer büyük sanat müzeleriyle karşılaştırıldığında hiçbir zaman hak ettiği yere gelecek gibi görünmüyordu…

1937’de açılan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin tatsız bir hikayesi vardır. Bugün halen bir hazine değerindeki koleksiyonu, Türk sanat tarihinin ta kendisidir diyebiliriz. Ama ilk günden itibaren içinde bulunduğu Veliaht Dairesi adlı saray yapısının köhneliği, müzenin de kaderine dönüşür. Ne Menderesler ne Abdullah Güller gelir geçer de o bina bir türlü hakkıyla restore edilemez. Sonunda müzenin bağlı bulunduğu Mimar Sinan Üniversitesi’ne şimdiki yapının bulunduğu antrepo binası ile yeterli kaynak verildi. Üniversite de tarihi yapıyı Milli Saraylar’a iade etti ve mesele böylece sona erdi. Fakat yeni binası tamamlanalı epey zaman geçmesine, bundan üç yıl önceki İstanbul Bienali’nin bazı sergileri burada yapılmasına rağmen biz hala müzenin tam olarak açıldığını göremedik.

Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin de kurucusu ve hamisi. Akademi ve onun hocaları olmasa bu müze de olmazdı. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kültür sanat politikalarında resim ve sanat müzesi hiçbir zaman önemli bir yere sahip olmadı. Koleksiyonu oluşturan da günümüze kadar koruyan da Mimar Sinan Üniversitesi’nin hocalarıdır. Müzenin ilk fikrini ortaya atan kişi Osman Hamdi Bey. Malum kendisi ilk güzel sanatlar okulumuzun da kurucusu. Şimdi Eski Şark Eserleri Müzesi olarak kullanılan Arkeoloji Müzesi’nin önündeki yapı, Osman Hamdi Bey’in gayretleriyle Sanay-i Nefise Mektebi olarak yaptırılmış. Daha sonra Güzel Sanatlar Akademisi, ardından Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi adlarını alacak olan bu okul, şimdi 140. Yılını kutluyor. Müzede bu kutlama kapsamında açılan iki sergi yer alıyor. İlki, müzenin 1937’deki Atatürklü açılışına bir gönderme: ‘Serginin Sergisi II’. O ilk sergiyi yeniden görme fırsatı veriyor bize. Diğeri ise, Osman Hamdi Bey’in yaşamı ve sanatına adanmış olan sergi. Milliyet Sanat Dergisi’nin Mayıs sayısına yazdığım yazıda daha detaylı anlattım, bu sergi bize Osman Hamdi Bey’in resimlerini nasıl yarattığını ve gözde temalarını çok iyi aktarıyor. Hepsi de Mimar Sinan Üniversitesi koleksiyonunda yer alan, ‘Mimozalı Kadın’ gibi ünlü büyük boy resimleri, pek çok küçük resmi ve deseni ile Osman Hamdi Bey’e ait çok sayıda belge sergileniyor.

Müzenin bulunduğu eski antrepolar bölgesi artık Galata Port adını alan kentin yeni eğlence ve alış-veriş alanı. Bu alanın içinde iki büyük ve çok önemli müze var; Biri İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, diğeri ise İstanbul Modern. Her ikisinin de bu yılın sonunda, İstanbul Bienali günlerinde faaliyete geçeceklerini tahmin ediyorum. Bu iki müzenin varlığı birbirini destekleyerek kültür sanat rotasında çok önemli bir çekim alanı oluşturacak. O zaman tatlı bir rekabet oluşacak. Ama bu rekabette hep aynı tarafın geride kalacak olduğunu baştan bilmek de işin tadını kaçırıyor açıkçası.

Elbette Türkiye’de bir devlet üniversitesinin kısıtlı imkanları, eli kolu bağlayan yönetmelikleri vs. ile rekabetçi bir sanat kurumuna dönüşmesi kolay değil. Nitekim, bina bittiğinde müzenin başına geçtiği duyurulan Vasıf Kortun, kısa süre sonra görevinden ayrılmıştı. Rektör Prof Dr. Handan İnci, devletle iyi ilişkiler kurabiliyor ve böylece üniversitenin imkanlarını genişletiyor. Üniversitenin hocaları da 1937’den bu yana olduğu gibi müzeye sahip çıkıyorlar. O güzel Osman Hamdi sergisi de bu sayede çıkmış ortaya. Ama çok temel bir şey, ‘bir kültür işletmesi olarak müze’ meselesi tam çözülmemiş gibi görünüyor. Bu konuda çok daha radikal adımlar atılacak mı, önümüzdeki dönemde göreceğiz.

Ben sergiyi zevkle gezdim. Başka ziyaretçiler de vardı ama hiç kalabalık değildi. Birbirimizi rahatsız etmeden eserlere uzun uzun baktık, bol bol resim selfi filan çektik. Diğer sergide daha önce epey vakit geçirmiştim, o nedenle arkadaşımla birlikte boş koridorları hızlıca geçip, katta bekleyen asansöre bindik, kullanılmayan katları pas geçip aşağıya indik. Daha önce güzel bir poster aldığım müze dükkanına da uğramadım ve kendimi Galata Port’taki kahvecilerden birine attım.

Herkese tavsiye ederim; böyle rahat rahat Osman Hamdi sergisi gezmek her zaman nasip olmaz. Ve tekrar hatırlatırım, üstelik ‘ücretsiz’.

Köşe Yazıları Haberleri