Ella, Kamila, Hind ve 7 Ekim Sonrası Ortadoğu

7 Ekim Ortadoğu için bir şüphesiz dönüm noktası. Ancak her şey aslında çok önce başlamıştı. Kamila’dan Ella’ya uzanan kanlı yolda, kalıcı barış hiçbir zaman sağlanamamıştı.

CAN ERTUNA

“Öğleden sonra 2'de bana büyükannemin vurulduğu ve büyükbabamın da güvenli odada saklanırken yaralandığı söylendi. Özel bir birlik tarafından kurtarıldık... Evimiz, kibbutzdaki güzel evimiz, cennetimiz cehenneme dönmüştü. Sokaklarda her yerde kan vardı, orada dökülen kan miktarından dolayı şoktaydım.”.

Bir yıl önce, 7 Ekim 2023’te, İsrail’in Gazze sınırına yakın kasabaları Hamas mensupları tarafından basılan 15 yaşındaki Ella yaşadıklarını böyle anlatacaktı. O gün çoğu sivil 1.200 kişi öldürüldü ve yaklaşık 250 kişi rehin alınarak Gazze’ye götürüldü.

“Sonunda bütün bu insanları sıraya dizdiler. Hepsini sıraya dizdiler, o kadar çok genç adam vardı ki... Bazıları iki ya da üç kardeşti. Hepsini sıraya dizdiler ve oturtup şöyle dediler: 'Yalla! Yere yatın. Birinin bile ayağa kalkmasına izin vermediler. Hepsi yere oturdu; ben onlara bakıyordum. Bu insanlara ateş etmeye başladılar. Biri kafasından, biri kalbinden vuruldu…”

Bu sözlerin sahibi Filistinli Kamila da Ella gibi 15 yaşındaydı. Yaşadıkları köy, Yahudi paramiliter gruplar tarafından basıldığında yıl 1948’di. Filistinliler o dönemi “El Nakba” yani “Felaket günü” olarak anıyorlar. İsrail bağımsızlığını ilan ettikten sonra çıkan Arap-İsrail Savaşı’nda Filistinli nüfusun yarısı, yaklaşık 750 bin insan topraklarından sökülmüş ve mülteciye dönüşmüştü.

7 Ekim Ortadoğu için bir şüphesiz dönüm noktası. Ancak her şey aslında çok önce başlamıştı. Kamila’dan Ella’ya uzanan kanlı yolda, kalıcı barış hiçbir zaman sağlanamamıştı. İsrail’de güvenlikçi politikalar ve yoğun güç kullanımıyla sağlanabilen kırılgan ateşkes dönemleri çözüm yolu olarak sunulmuş, Filistin halkı, etrafına duvar örülen toprak parçalarında ikinci sınıf insan yaşantısını sürdürebilmek için bile kökten dinci örgütler ya da yolsuzluğa bulaşmış yöneticiler arasında tercih yapmaya zorlanmıştı. Zengin Arap rejimleri de Filistin meselesini ekonomik çıkarları önünde bir engel olarak görüp yok sayma eğilimine girmişti. Oysa 7 Ekim her şeyi değiştirdi. “Filistin sorunu çözülmeden Ortadoğu’ya barış gelmez” sözünün haklılığı bir kez daha görüldü. Üstelik bu kez bölgesel bir savaş tehdidi hiç olmadığı kadar yakın.

Ortadoğu’nun cinnet yılı

Yazı kaleme alındığı sırada, Gazze’de İsrail saldırıları sonucu çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 41 binden fazla insan öldürülmüştü. Tamamı yıkılan binaların altına gömülen ve “kayıp” ilan edilenler bu sayıya dahil değil.

O kadar çok aile yok edildi ki bu savaşta İngilizce “Wounded Child No Surviving Family” (Ailesinden hiç kimsenin sağ kalmadığı yaralı çocuk) diye bir insani “kategori” tanımlandı. Yıkıntıların arasından çekip çıkarılan bu durumda binlerce çocuk olduğu düşünülüyor.

İsrail’den Gazze’ye kaçırılan rehinelerden 109’u Hamas’la varılan ateşkes anlaşması sırasındaki rehine takasında geri döndü. İşgal edilen Gazze’de 8 rehine İsrail askerleri tarafından kurtarılabildi. 37 rehinenin cansız bedeni bulundu. Bunların 3’ünü İsrail askerleri öldürmüş, bazılarının da kurtarma operasyonu sırasında muhafızları tarafından öldürüldüğü açıklanmıştı.

Rehine ailelerinin ısrarla ateşkes ve rehine takası istemesine rağmen Netenyahu hükümeti buna bir daha yanaşmadı. Halen 101 rehinenin Gazze’de tutulduğu düşünülüyor.

Bu süreç İsrail’in rehineler konusundaki yaklaşımının değiştiğini ortaya koyuyor. 2006’da Gilad Shalit adlı asker rehin alınıp Gazze’ye kaçırıldıktan sonra yıllar süren müzakereler sonucu Shalit için rehine takası anlaşmasına varılmış, 2011’de 1027 Filistinli’ye karşılık Shalit serbest bırakılmıştı. İsraillilerin serbest bıraktıklarından birisi de sonradan Hamas’ın Gazze’deki lideri olan, İsmail Haniye Tahran’da öldürüldükten sonra da Hamas’ın başına geçen Yahya Sinvar’dı.

Ateşkes umutları, İsrail’le olası pazarlığı yürütecek isimler öldürüldükçe suya düştü ve Hamas lideri Haniye’nin öldürülmesi için misafir edildiği Tahran’ın seçilmesi, İsrail’e karşı savaşını vekil örgütler üzerinden yöneten İran’ı da doğrudan savaşın içine çekti.

İran İsrail’e Nisan ayında kolaylıkla bertaraf edilebilen bir seyir füzesi ve kamikaze drone saldırısı düzenlendi, ardından Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, üstelik Lübnan Dışişleri Bakanı’nın ifadesine göre ateşkesi kabul etmesine rağmen, Beyrut’ta saklandığı sığınakta bombalanarak öldürülünce daha ağır bir dalga geldi.

Tahran yaklaşık 180 balistik füzeyi İsrail’e ateşledi, engellenemeyen çok sayıda füze askeri üslere ya da Tel Aviv’deki çeşitli noktalara isabet etti. Şimdi İsrail’in vereceği yanıt bekleniyor. Tetiğin ezildiği ancak asla çekilmediği karşılıklı caydırıcılık devri sona erdi, “yangını söndürmek için üzerine körükle gitmek” anlamına gelebilecek İngilizce “escalate to deescalate” denilen bir cinnet stratejisi, meşru bir tanım olarak literatüre sokulmaya çalışılıyor artık.

Lübnan’daki en etkili güç Hizbullah 8 Ekim’den bu yana İsrail’in Gazze’deki operasyonlarına karşı kuzeyde onu meşgul etmek için düşük yoğunluklu bir savaş sürdürüyordu. İsrail kuzeyde yaşayan nüfusun bir bölümünü tahliye etmişti ve o da Güney Lübnan’ı vuruyordu. Hizbullah lider kadrosu bombalamalarla öldürüldükten, çok sayıda mensubu tarihteki en büyük elektronik savaş hamlelerinden biri olan çağrı cihazı ve telsiz patlamalarıyla öldürülüp yaralandıktan sonra İsrail bu kez Lübnan’a da girdi.

Bu yazı yazıldığı sırada Lübnan’da, çoğu hava bombardımanlarında olmak üzere, 2 binden fazla kişi öldürülmüştü. Bir haftada, 2006’da 34 gün süren savaştakinden daha çok insan öldü. Batı Şeria’da öldürülen Filistinlilerin sayıları son bir yılda 700’ü aştı. Buna karşılık İsrailli sivilleri hedef alan silahlı saldırılar da düzenlendi. Bunların sonuncusunda Tel Aviv’de 7 kişi öldürüldü.

Gazze yıllar süren abluka nedeniyle dev bir açık hava hapishanesiyken son bir yılda dev bir katliam sahasına dönüştü. Yabancı gazetecilerin serbest biçimde girmesine izin verilmediği için yerel gazeteciler oradaki yegâne bilgi kaynağı oldu. Gazetecileri koruma örgütüne göre orada görev yapan basın çalışanlarından 123’ü öldürüldü. Gazetecilerin yokluğunda orada hayata tutunmaya çalışanların aktardığı görüntü ve sesler yaşanan trajedinin boyutlarını ortaya koydu.

Bunlardan bir tanesi bu sıra dışı kıyımın simgesi olmaya adaydı: 6 yaşındaki Hind Rajab’ın öyküsü…

Sessizlik sarmalı, savaş suçları ve Hind’in öyküsü

“Gelin, beni alın… Lütfen çabuk gelin, korkuyorum. Beni alacak birine haber verin lütfen…” bunlar tüm ailesinin öldürüldüğü bir saldırıda onların cansız bedenleri içinde aracın içinde sıkışıp kalan 6 yaşındaki Hind’in son sözleriydi. Telefonla ulaştığı ve bu konuşmayı kaydeden yardım görevlileri ona yardım için bir ambulans gönderdiler. Sonra ne ambulanstan ne de Hind’den haber alınabildi. Ta ki İsrail askerleri bölgeden çekilinceye kadar. 12 gün sonra olay yerinde delik deşik bir araç, vurulmuş bir ambulans ve öldürülmüş sağlık görevlileri ve Hind ve ailesinin cansız bedenleri bulundu.

Amerikalılar İsrail’in olayı soruşturmasını beklediklerini söylemekle yetindiler, İsrail ordusu suçlamaları reddetti. Birleşmiş Milletler uzmanlarına göre aile kaçarken hedef alınmıştı ve yaşananlar bir savaş suçu olarak nitelendirilebilirdi. Oysa ne bu raporlar ne de Hind’in yardım isteyen çığlığının ekranlarda çınlayan yankısı, küresel sessizlik sarmalını aşabildi. Hamas militanlarının 7 Ekim’deki cinayetlerini en sert ifadelerle kınamaktan geri durmayan, İsrail’e silah desteği için kesenin ağzını açan liderler, Gazze’deki cinayetler karşısında mikrofonların önüne sözcülerini attılar ve kaygılarını iletmekle yetindiler. Geçen bir yılda, Batı, kâğıttan kaplan “ahlaki üstünlüğünü” yitirirken sivilleri öldürmenin de buna göz yummanın da eşiği yeniden tanımlandı ve insanlık yeni bir karanlık çağa sürüklendi.

Bu yazı, on binlerce insanın öldürüldüğü bir seneye bakarken daha çok sayıda insanın öldürüleceği bilinerek bölgesel büyük bir savaş tehdidinin gölgesinde kaleme alınıyor. Tarih yazmaya salt Ella’nın öyküsüyle başlamak, Kamila’nın öyküsünü görmemek ve çözümü bu bağlamdan kopuk tartışmak kalıcı barıştan uzaklaşmak demek. Hind’in öyküsüne sessiz kalmak ise yeni cinayetlere onay vermek anlamına geliyor. Ortadoğu’da barış ihtimali uzun zamandır ilk kez bu kadar uzak görünüyor. Başta bölgedeki milyonlar, insanlığı çok zorlu bir süreç bekliyor.

Not:

Ella’nın öyküsünü 7 Ekim saldırılarından kurtulanların anlatılarının toplandığı “october7.org” sitesinden alıntıladım.

Kamila’nın öyküsü Diana Allan tarafından derlenen “Nakba’nın Sesleri: Filistin’in Yaşayan Tarihi” (Voices of Nakba: A Living History of Palestine, 2021, Pluto Press) kitabındaki sözlü tarih çalışmaları ham metninden alıntılandı.

Köşe Yazıları Haberleri