Cevap hazır, "evet iktidar o ismi yıpratır, ellerine koz vermiş oluruz, biz bu oyuna gelmeyiz, seçim takvimi açıklandığı zaman biz de adayımızı açıklarız.” Tamam iyi güzel de burada çok temel bir soruyu ülke olarak, hadi ülke demeyelim de kendini muhalif olarak tanımlayan kesimlerin yanıtlaması gerekmiyor mu: Nasıl oluyor da yıllardan beri ne zaman yapılacağı belli olan bir seçimde, 80 küsur milyon kişi arasından, hiçbir koşulda "yıpranmayacak”, ülkenin en azından yarısının içine sineceği bir aday bulmakta bu derece zorlanıyoruz? Kimsenin gücüne gitmiyor mu bu vahim durum cidden?
Elbette iktidarın 20 yılda hemen her konuda yarattığı nefret dili, toplumsal kutuplaşma atmosferi nedeniyle bu durumun sorumlusu AKP-MHP yönetimidir ancak aynı asgari müşterek değerlere sahip bir isim dahi bulamamak da bu konuda toplumu 4 yıldır hazırlayamamak da muhalefetin kabahati, hatta bir ölçüde de her vatandaşın payı yok mudur? İlkeler, değerler tarumar olmuşken, "temiz, saygın, makbul, kabul edilebilir” gibi tanımlamalara uygun tek bir kişi nasıl bulunamaz?
Evet kabul edelim ki Türkiye’nin büyük çoğunluğunun üzerinde mutabık kalacağı bir isim yok ne yazık ki. Acı ama durumumuz budur. Ee o zaman başka bir strateji uygulamak gerekmiyor mu? Her halükarda yıpranacak bir aday varsa, son saniyede açıklandığında da aynı risk söz konusu olmayacak mı? Oyunu bel altından oynayacakları konusunda zerre şüphemiz olmayan iktidarın, ha bir yıl ha iki ay kala açıklanacak adayı paçavra etmek için elinden gelen her hamleyi zaten yapacağını tahmin ediyor olmamız gerekir.
Böyle deyince sıklıkla sorulan “senin adayın kimdir sorusunu, 9 Eylül konserinden haberim yokken "Tarkan” olarak yanıtladığımda, başta arkadaş çevremden olmak üzere aklımı kaçırdığım yönünde eleştiriler gelmişti. Gerekçe de ekonomiden, bilimden, siyasetten anlayan “ciddi” biri olmalıymış aday, Tarkan ciddi değilmiş efendim. İlahi modernist seçmen kardeşlerim, sanki bu zamana kadar ülkeyi Cemal Gürsel Aga’dan Yıldırım Akbulut’a ya da Binali Yıldırım’a kadar çok sayıda yetkinlik gurusu yönetmemiş gibi Tarkan’ı beğenmiyorsunuz. Siz kurban olun Tarkan’ın kuzu kuzusuna!
Haydi o zaman, meramımızı açmak için biraz gerilere gidelim. 14 Ağustos 2014 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP ve MHP’nin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun açıklanma tarihi 16 Haziran, başka deyişle seçimlerden sadece ve sadece 60 gün önce. İhsanoğlu gibi zaten enerjisi son derece düşük bir adayın bu kısa zaman içinde seçilme ihtimali elbette yoktu. Muhtemeldir ki 13 Ağustos’ta yazlığında ayaklarını uzatarak haber izleyen, rahat bir emekli hayatı yaşayan İhsanoğlu bir anda kendini kaotik bir cangılın içinde buldu. İsmiyle ilgili son derece yaratıcı espriler bitene ve biz o adı ezberleyene kadar zaten süre çoktan dolmuş, atı alan Üsküdar’a geçmişti.
Biz İhsanoğlu’nun iç ya da dış politikada ne düşündüğünü, eğitim, sağlık meselelerinde ne gibi çözümleri olduğunu bilemedik. O sadece İslamcı kökenden gelen ama laik modernleri kafalayacağına inanılan bir vitrin karakteriydi. Her ilde bir gün kalsa zaten 21 il eksik kalacaktı. Adayın aşırı saçma ve yanlış olmasından azade olarak kim olursa olsun olamazdı, olmadı da zaten.
Peki bu vakadan ders aldı mı muhalefet? Zurnanın zırt dediği yer tam da burası işte, elbette almadı. 24 Haziran 2018 seçimlerine geldiğimizde durum daha da vahimleşti. Abdullah Gül’ün de aralarında olduğu çok sayıda ismin son geceye kadar tartışıldığı bir ortamda, “eminim son kararım” diyen Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce’yi aday olarak ilan ettiğinde tarihler 4 Mayıs’ı gösteriyordu. Yani İnce’nin önünde hepi topu sadece 50 gün vardı. Her ne kadar kendisi kabul etmemekte ısrar etse de seçim akşamı performansının rezilliğini bir kenara bırakacak olursak, İnce kendi bildiği şekilde esnaf ziyaretli, mitingli konvansiyonel kampanya performansıyla elinden geleni yaptı da aslında.
75 ilde 107 miting yapan İnce bu konuda büyük başarı elde ettiğini her fırsatta dile getiriyor. Lakin kendisinin anlamakta hala zorlandığı bir konu vardı. Sene artık 2018’di ve seçim kampanyaları sokakta dönerciyle tokalaşarak, mitinglerde esip gürleyerek, sokakta komikleşerek kazanılmıyor.
Aradan 4 yıl geçti ve İnce geçtiğimiz günlerde Babala TV’ye çıktı. Oğuzhan Uğur kendisini 4 sene önce çağırdığını hatırlattı, İnce konuyu geçiştirdi. 2018 seçimlerinde Akşener’in de katıldığı o program bugün itibariyle 4,6 milyon kişi tarafından izlendi. Bu satırların yazarı da bir vesileyle Onedio ekibinin İnce’ye ulaşmaya çalıştığından haberdardı. Ancak İnce her gün 30-40 bin kişilik mitinglerin cazibesine kapılmıştı bir kere. Ne seçim gönüllülerinin oluşturulmasına, ne Genel Merkez’le aynı frekansta mesajlar verilmesine, ne veri analizine, ne farklı segmentlere farklı yaklaşımlara tahammülü vardı. Bir başka örnek, Leman dergisinin talep ettiği ve kendisinin ağzından yazılan yazıyı dahi okumadığı için seçim özel sayısında yazısı yer almamıştı. Zira miting şampiyonu olursa bu kısa zaman içinde kazanacağına yürekten inanıyordu. Yurtdışında bu tarz mitinglerin olmadığını söylemeniz son derece anlamsızdı, zira cevap hep aynıydı “burası Türkiye.” İhsanoğlu paragrafını bağladığımız gibi bu bölümü de aynı ifadelerle sonlandıralım: Son akşamın aşırı saçma ve yanlış yönetilmesinden azade olarak 40-45 günde kim olursa olsun olamazdı, olmadı da zaten.
40 bilemediniz 60 günde bir kişinin ya da bir parti seçim ekibinin hedef kitle analizi yapması, liderin niteliğine göre mesaj ya da reklam filmleri oluşturması teknik olarak mümkün değil. İki somut örnek var karşımızda işte, seçilememe nedenleri için sandık usulsüzlükleri, parti genel merkezlerinin adaylara sahip çıkmaması gibi bin tane gerekçe sayılabilir. Lakin 60 gün bir seçim başarısı için imkansıza yakın bir süre. ABD’de kampanyaların bir yıl önceden nasıl başladığı ortadayken bu kadar az zaman içinde hiçbir sağlıklı iletişim stratejisi geliştirilemez. “Aday açıklandıktan sonra yıpranır” gibi saçma sapan bir ön yargıyı yıkacak, önceden planlanmış stratejileri geliştiremedikten sonra, altılı masada parti kurmayı olmanızın anlamı ne o zaman? Üstelik Millet İttifakı’nın adayını geç açıklaması, adayın ideolojik geçmişine ve niteliğine bağlı olarak karar verecek olan Emek ve Özgürlük İttifakı, Sosyalist Güç Birliği gibi ittifakları kilitliyor.
Özetle seçime zaten bu kadar az zaman varken bir an önce temel somut ilkelerde uzlaşılarak, bir adayın açıklanması, hatta olası iktidarda kimlerin bakan olacağının duyurulması gerekiyor. Bu konuya sonraki yazıda da devam edeceğiz…