“Abi benim vurduğum kişiler de normal vatandaş değil, bunların hepsi terörist, dağdaki ile hiçbir farkı yok.”
Konya Meram’da Dedeoğulları ailesinin 7 ferdini başlarına sıkarak öldüren katil Mehmet Altun, bu sözleri telefonda konuştuğu cinayet büro başkomiserine söylüyordu.
Telefon görüşmesi 45 dakika idi aslında ama mahkemeye gönderilen metinde, 30 dakikasının “anlaşılmadığı” gerekçesiyle çözümlenmediği belirtiliyordu. Çözümü yapılan kısımda ise polislerin o sırada firarda olan katile “yiğidim” diye hitap ettikleri ve “Abicim biliyoruz seni neden yaptığını da biliyoruz seni anlıyoruz, onların ne olduğunu biliyoruz” dedikleri de kayda alınıyordu.
30 yıl önce Kars'tan Konya'ya göç eden Dedeoğulları ailesine yönelik ilk saldırı 12 Mayıs 2021’de gerçekleşti. Saldırganlar büyük ölçüde Keleş ve Çarık ailelerine mensuptu ama yanlarında başkaları da vardı. 50-60 kişiyi bulan saldırganlar “Biz ülkücüyüz, sizi süreceğiz” buradan diyordu. Ailenin 7 ferdi de yaralandı bu saldırıda, yoğun bakımda yatanlar, parmakları, kafaları kolları kırılanlar… Dedeoğuları ailesi Kürt’tü ve saldırının ırkçı saiklerle yapıldığı çok açıktı. Buna rağmen saldırganlardan bazıları kısa süreliğine tutuklanıp serbest bırakıldı ve son kertede hepsi tahliye edildi.
İlk saldırıdan 88 gün sonra, tetikçi Mehmet Altun, önceki saldırıya rağmen hiçbir güvenlik önleminin alınmadığı ailenin yaşadığı eve geldi ve büyük bir soğukkanlılıkla ailenin 7 ferdini de öldürdü.
Yitik bir kelime: Skandal
Tanıl Bora, Birikim’deki son yazısında “skandal” kelimesinin "zamanın yitik kelimelerinden biri olduğunu ve yurtta ve cihanda, “skandal”ın imkânsızlaşmış göründüğünü" anlatıyordu.
Skandalın Türk Dil Kurumu sözlüğündeki tanımı “Toplumda büyük yankı uyandıran, toplumca hoş görülmeyen, toplumun duygularını inciten, küçük düşürücü, utanç verici olay ya da durum.” Ama uzunca bir süredir hiçbir olay, hiçbir vahamet skandal olarak kabul edilme payesine ulaşamıyor. Tanıl Bora, bu durumu “Neoliberalizmin siyasî düzeni, skandala mahal vermiyor” diye açıklıyor ve fakat “skandalize etmenin bir siyasi performans olduğunun” da altını çiziyor.
Dedeoğulları ailesinin göz göre göre katledilmesi nasıl ki bir “skandal” olarak kabul edilip kamuoyunun "sağ duyusuna" ulaşamadıysa, katliamdan sonraki yargılamada ortaya çıkanlar da değil skandal payesine ulaşmak ya da tartışılmak, az çok görünür dahi olamadı. İktidar basınının tavrı bir yana muhalif, tarafsız, bağımsız medya dahi Dedeoğullarının katledilmesini ve dava sürecini vakayi adliye kategorisinde ele aldı, önemsizleştirdi, küçülttü. Davanın müdahil avukatlarından eski CHP milletvekili Atilla Kart, bu duruma isyanını, katliamın birinci yıldönümünde “Duruşmaları haberleştirmeyen bir basın görüyorum. Bu kadar mı kuşatıldık ya bu haberi nasıl görmezden gelirsin ya da şunları sormak lazım o basına kimler talimat veriyor ve kuşatıyor” sözleriyle ifade ediyordu.
Oysa yargılamada ortaya çıkan gerçekler, katliamı ırkçı bir saldırı olarak görmeyenlerin dahi merakını uyandıracak vehametteydi.
Silinen kamera kayıtları, çözümlenmeyen telefon görüşmeleri
İngiltere’deki yaşayan ve ailenin hayatta kalan tek bireyi olan Çetin Dedeoğulları, 12 Mayıs’taki ilk saldırıdan sonra Konya’ya gelerek ailesinin yaşadığı evi ve bahçesinin tamamını gören bir kamera düzeni kurmuştu. İşte o kameraların yaptığı kayıt, cinayetin azmettiricilerini olmasa bile en azından tetikçisini ele vermişti.
Katil, 7 kişiyi tek tek başlarından vurarak öldürdükten sonra arabasından aldığı benzin bidonu ile kamera kayıtlarını da yok etmek için evi ateşe vermişti ancak kamera kayıtlarını yok etmeyi başaramamış, katliam anı anbean kaydedilmişti.
Katil zanlısı, sorgusunda “telefonum yanımdaydı” demişti. Oysa telefonunun katliam anında 110 km ötedeki Bozkır Sarıoğlan Köyü’nde sinyal verdiği ortaya çıktı. Eğer kamera görüntüleri olmasaydı ‘ben 110 km ötedeki köydeydim, olay yerinde değildim’ diyecek, büyük ihtimalle de katliam faili meçhul kalacaktı.
Katliamın yaşandığı anlara ilişkin kamera kayıtları duruyordu. Ancak katil Mehmet Altun’un, evden ayrılmasından sonraki 2 dakika, saat 18:34 ile 18:36 arasındaki kayıtlar silinmişti. Müdahil avukatlar katilin iştirak içinde olduğu kişilerin o 2 dakikada bir Mercedes araba ile gelerek katili aldıklarını ileri sürüyordu.
Kamera kaydına benzer bir karartma telefon kayıtlarında da yaşanıyordu. Katilin teslim olmadan önce 112 acıl çağrı merkezi ve buradan yönlendirildiği cinayet bürosu polisleriyle yaptığı 45 dakikalık “samimi sohbetin” 30 dakikası da “anlaşılamadığı” gerekçesiyle çözümlenmemişti.
Katilin evi yakma girişimi, telefonunu 110 km ötede bırakması ve kamera kayıtlarından kritik 2 dakikanın silinmesi cinayette profesyonel bir kurgu olduğunun önemli işaretleriydi.
İşi gücü olmayan katil, Dedeoğulları ailesine ilk saldırının yaşandığı 12 Mayıs’tan yaklaşık bir hafta sonra, cinayetten önceki 70 günlük periyotta olağandışı şeyler yaşıyordu.
Katilin, İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir ve Bursa’da toplamda 45-50 gün lüks otellerde kaldığı ortaya çıkmıştı.
Kara kuvvetleri, Emniyet, özel güvenlik şirketi…
Bu teknik desteğin ve profesyonel kurgunun Dedeoğulları ile husumeti olan ve katliamdan sonra azmettiricilikle suçlanıp beraat ettirilen köylülerin eseri olması, en azından onlardan ibaret olması mümkün değildi.
Bu profesyonel kurguya ilişkin olarak davayı Dedeoğulları ailesi adına yürüten avukat ekibinin kendi çabaları ile ortaya çıkardığı çok önemli detaylar da vardı.
Avukatların mahkemeye sunduğu bilgilere göre, katilin telefonu, iki ayrı tarihte Ankara’da Koza Sokak'taki bir güvenlik şirketinde sinyal alıyordu. Ticaret sicili kayıtlarına göre 2014’den beri faaliyeti olmayan bu şirketle katilin organik ve yasal bir bağı, dolayısıyla orada olmasını gerektiren bir durumu yok. Ama katilin telefonu 3 Haziran 2021 tarihinde saat 17.49’dan 22.01’e kadar ve 9 Haziran’da bu şirketin adresinden sinyal veriyordu.
Katilin telefonu 4 Haziran 2021 günü saat 10.24’den 13.58’e kadar bu defa Kara Kuvvetleri Komutanlığı nizamiyesine ait baz istasyonundan sinyal alıyordu.
Katil, 29 Haziran tarihinde Ankara’ya dönmüştü ve 30 Haziran tarihinde 0542 70 70 xxx numaralı ve HTS kayıtlarına göre Emniyet Genel Müdürlüğü Destek Başkanlığı Hizmetleri Şube Müdürlüğüne ait bir telefondan aranıyor ve 9 saniye süren bir görüşme yapılıyordu.
Yetmiyor, telefon 13 Temmuz 2021 günü, 19.38’de Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü ana binasından sinyal alıyordu.
Mahkemedeki "skandal"
Bu bulguların ortaya çıkarılması katilin bağlantılarına ulaşılması için çok önemliydi.
Ancak bundan sonra vehamet devam etti. Avukatların ısrarla bu bulguların araştırılması ve katliamdaki profesyonel kurgunun ortaya çıkarılmasını talep etmelerine mahkeme kulaklarını tıkadı, avukatların sunduğu delilleri araştırmayı reddederek apar topar kararını açıkladı. Katile 7 ağırlaştırılmış müebbet ve 10 yıl hapis cezası veren mahkeme, azmettirici olarak yargılanan diğer tüm sanıklara ise beraat veriyordu.
“Bütün bu bulgular, katliamın münferiden, adli olarak gerçekleştirilmediğini ortaya koyuyor. Bu olay başından sonuna, ırkçı saiklerle gerçekleştirilen bir olaydır. Maalesef bu bulgular katilin kamu birimlerinden ve özel güvenlik şirketlerinden brifing aldığını ortaya koyuyor.. Bunun başka bir anlamı yok” diyen davanın avukatlarından, eski CHP milletvekili Atilla Kart, mahkemenin tutumunu “panik” olarak niteliyor ve ekliyor:
“Bu ortaya konulan teknik, maddi, somut bulgulara rağmen bir ay önceki duruşmadan başlayarak mahkeme bu davayı Kasım ayında bitireceğim demeye başladı. Neden paniklediler? Mahkemeye iki duruşmadır 'Siz 20-25 yıllık müktesabatı olan bir mahkemesiniz, sicilinizin tertemiz olduğunu biliyoruz ama bu sicilinizi ne uğruna heba ediyorsunuz?' diye sorduk. Bir cevap yok. Cevabı kararları ile vermeleri gerekir. Reddi hakim taleplerimiz tutanağa geçmedi. Sahte tutanak tutuldu. Reddi hakim sebeplerini tutanağa yazmamakta direndiler.
Solingen’deki Türk, Konya’daki Kürt
Biz duruşmada şunu ifade ettik: Bir ideoloik bir saplantı içinde değliiz. Biz 29 Mayıs 1993’de Almanya’da Solingen’de ırkçılar tarafından katledilen Türk vatandaşlarına nasıl sahip çıkıyorsak bu davada da Kürt’ün hukukuna sahip çıkıyoruz.
Kürt’ün hukukunu da Türk’ün hukukunu da insan hakları kapsamında anlatıyoruz. Bu anlamda kimsenin sözcüsü değiliz. Kara Kuvvetleri’nden, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden söz ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurumsal olarak zan altında bırakmıyoruz, bırakmak istemiyoruz. Öyle bir saplantımız yok. Ama siz bu bugulara rağmen bunları araştırmadığınız zaman, mahkeme olarak Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurumsal olarak zan altında bırakıyorsunuz. Ankara yargı bürokrasisi, Adalet Bakanlığı odaklı bürokrasi, elbette bunun daha yukarısı ve İçişleri Bakanlığı boyutu var, 30 Temmuz akşamı başlayan süreçte o yargı bürokrasisine teslim oluyorsunuz. Mahkeme ‘bunlar hiç önemli değil, umrumda değil’ diyor. Mahkeme ‘ben bana verilen kanunsuz emrin, tavsiye ve telkinin gereğini yapacağım’ dedi ve gereğini yaptı.
Biz tabii mücadelemizi sürdürüceğiz. 4 ağır ceza mahkemesine yönelik 3. dilekçemizi verdik. Heyetin reddi ve itirazımızın geri çevrilmesi konusunda mahkemenin sahte tutanak tuttuğundan bahisle, sahteciliğe tevessül eden mahkemeden bahisle başvurularımızı yaptık.
Pazartesi günü itibariyle de 4, 8 ve 9. Ağır ceza mahkemesi heyetleri ve duruşma savcıları hakkında adalete erişimi engelledikleri, adil yargılama hakkını ihlal ettikleri ve görev ve yetkiyi kötüye kullandıklarından bahisle ayrıca suç duyurusunda bulunduk.
Bizi not alıyorlar, umrumuzda değil
Kara kuvvetleri ve emniyetten söz ediyorum. Not alındığımızı biliyorum ama umurumuzda değil. Belli bir saplantı ile görev yapmıyorum. Hukukun işlemesi, adaletin tecellisi, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için çaba gösteriyoruz.”
Cezasızlıkla malul olan önceki birçok katliamda, hiç değilse olayın “skandal” boyutu görünür hale gelir, kamu vicdanında bir yer edinirdi.
Dedeoğulları davasında, tetikçinin lüks otellerde kaldığı, katliamdan önce devletin "güvenlik" kuvvetleri ile temasına ilişkin çok ciddi bulguların elde edildiği, kritik kamera kayıtlarının ve telefon görüşmelerinin yok edildiği bir dizi vahim olay, üzerinde durulmadan geçiştirildi.
Devletin gözetimi, toplumun sessizliği ile bir tetikçinin silahından çıkan kurşunlarla katledilmeleri seyredilen Dedeoğulları’na değil yaşamak, bir “skandal” dahi çok görüldü.
Asıl skandal da bu aslında.