‘Derin devlet‘ mi ‘çete devleti‘ mi?

Türkiye’nin değişmeyen gerçeği... Yıllar geçse, hükümetler, aktörler değişse de bu yapı kimi eski kimi yeni isimlerle varlığını sürdürmeye devam ediyor.

Kısa Dalga - DYP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, 23 Kasım 1996 günü partisinin meclis grubunda konuşuyordu:

"Bir ülke uğruna, bir millet uğruna, devlet uğruna kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim için saygıyla anılır, onlar şereflidirler."

Çiller'in konuşmasından 20 gün önce 3 Kasım‘da Türkiye'yi sarsan bir kaza meydana gelmişti.

Susurluk'ta bir Mercedes, benzin istasyonundan çıkan biri kamyonun altında kalmıştı.

Aracın içinde bulunan polis müdürü Hüseyin Kocadağ, Gonca Us ve Mehmet Özbay hayatını kaybetmiş, dönemin DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak ise yaralanmıştı.

Ancak olayın hemen ardından Mehmet Özbay kimliğini taşıyan kişinin gerçekte Interpol tarafından da aranan organize suç örgütü lideri Abdullah Çatlı olduğu ortaya çıktı.

Çatlı, Abdi İpekçi suikastı, Papa İkinci Jean Paul suikastı faili Mehmet Ali Ağca'nın cezaevinden kaçırılması, Doç. Dr. Bedrettin Cömert'in öldürülmesi ve TİP'li yedi gencin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamı gibi olaylarla ilgili olarak aranıyordu.

Otomobilin içindeki kişilerin kimliği o güne dek Türkiye’de çokça konuşulasa tartışılsa da bir türlü ispatlanmayan mafya-siyaset-devlet üçgenini ortaya çıkarmıştı.

Üstelik bununla da kalmamıştı, her gün gazetelerin manşetinde çok ciddi başka iddialar, içlerinde siyasetçilerin, özel harekatçıların, mafyanın yer aldığı pek çok ilişki ağı yer almaya başlamıştı.

Ortada çok büyük bir suç örgütü vardı.

Türkiye'nin duyarlı kesimleri devletin kirlenin kurumlarının temizlenmesini istiyordu.

İşte dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, kürsüden bu yapıya sahip çıkıyordu.

Çünkü bir dönem kendisi de bu yapıyı kullanmıştı.

Aslında bu olaydan önce de devletin bir çok raporunda devlet içindeki "çete" varlığından söz ediliyordu.

Özellikle de 90'larda “PKK ile mücadele“ adı altında oluşturulan özel birimlerin zamanla faili meçhul cinayetler, mafya hesaplaşmaları, uyuşturucu kaçakçılığı gibi suçlara bulaşan bir yapıya dönüştüğü anlatılıyordu.

Yani bizim "derin devlet" dediğimiz yapının “devlet“i arkasına alarak suç alanını nasıl genişlettiğini anlatıyordu.

Çok şey yapıldı, konuşuldu, yazıldı, çizildi ancak o yapı ne yazık ki tam anlamıyla ortaya çıkarılmadı. Suçlular gerekli cezaları almadı.

Tıpkı bugünkü gibi.

28 yıl sonra bugün yine benzer bir yapıyı konuşuyoruz.

Ve bu kez kendi “iç hesaplaşma“larıyla karşımıza çıktı bu yapı; eski ülkü ocakları başkanı Sinan Ateş cinayetiyle...

İşin içinde yine mafya, polis, siyaset dünyası var.

Bir buçuk yıldır Türkiye bu cinayeti ve arkasındaki güçleri, o ilişkiler ağını konuşuyor.

Öyle ki Cumhurbaşkanı Erdoğan Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’le görüştüğü gün kendisine “Kızım, kocanın katilleri yakalanacak, gereği neyse yapılacak“ diyordu.

Hatta gazeteci Nuray Babacan’ın yazdığına göre o görüşmede “Sinan Ateş’in küçük kızının konuşmaları başta Erdoğan olmak üzere orada bulunanları ağlatmıştı“.

İşte o nedenle Ayşe Ateş davanın seyri için “Bu üç günde şunu gördüm sayın cumhurbaşkanının iradesine karşı bile meydan okuyan bir suç örgütü var“ diyordu.

Buna rağmen “Ben sayın Cumhurbaşkanının sözüne güveniyorum“ diyordu Ayşe Ateş.

Yanılıyor Ayşe Ateş.

5 Şubat 2011'de dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe Sarayı'nda Cumartesi Anneleri'yle görüşmüştü. O sırada 103 yaşındaki Berfo Kırbayır da görüşmedeydi.

Oğlu Cemil Kırbayır gözaltında kaybedilmişti Berfo Ana'nın. Erdoğan'a "Ben ölmeden bana oğlumu bul" demişti.

Erdoğan görüşmeden çok etkilenmişti. "Gerekli tüm imkanları sağlayacağım" demişti. Hatta "Cemil Kırbayır'ı mutlaka bulun" diyerek bir meclis araştırma komisyonu bile kurdurtmuştu. Partisinin grup toplantısında Berfo Ana’yı anlatmıştı. Kimi vekiller de ağlamıştı.

Sonuç ne mi oldu? Berfo Ana 2013 yılında oğlunun kemiklerini bulamadan yaşamını yitirdi. Dosya zamanaşımı gerekçesiyle kapatıldı.

Polis-mafya-siyaset üçgeni. Cinayetler, faili meçhuller, kayıp silahlar, uyuşturucu kaçakçılığı, dönemine göre oluşturulan “borsa“… Siz bunlara daha fazlasını da ekleyebilirsiniz.

Türkiye’nin değişmeyen gerçeği. Yıllar geçse de hükümetler değişse de aktörler değişse de bu yapı kimi eski kimi yeni isimlerle varlığını sürdürmeye devam ediyor.

Susurluk kazasının ardından Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemi'nde Türkiye genelinde milyonlar her akşam saat 21.00'de evlerindeki ışıkları bir dakikalığına kapatmıştı.

Ancak o aydınlık bir türlü gelmedi.

Ayşe Ateş o karanlık yapıda yer alan kimi siyasetçilerin yargı karşısına çıkarılmasını istiyor haklı olarak. Üstelik öldürülen eşinin de o yapının içinden geldiğini mahkemede itiraf ederek:

“Sinan Ateş birilerini, gazetecileri dövdürdü dediniz. Evet Sinan Ateş birilerini dövdürdü. O zaman Sinan’ı karşıma aldım dedim ki, bunlar sana yakışmıyor, yapma bu işleri, yapacaksan ocak başkanı olma. ‘Ayşe ben MHP Genel Merkezi’nden gelen talimatları yapıyorum. Yapmazsam bana da ceza keserler‘ dedi.“

Ayşe Ateş’in de Sinan Ateş’in ablalarının da o yapıyla ilgili çok daha fazla şey bildiği ortada.

Keşke bildikleri her şeyi anlatsalar.

Belki bugün değil ama bir gün mutlaka gelecek olan o aydınlık yarınlar için.

Köşe Yazıları Haberleri