SEDAT BOZKURT
Mitolojilerin, önceki zamanların bilim kurgu öyküleri olma ihtimali var mı acaba? Olabilir değil mi? Modern hayatın bile her alanına dokunan bir olay ya da tanrıyı üretmişler binlerce yıl önce kayıt altına aldıkları öykülerle. Ve bu öykülerin daha kalıcı olması için de yıllarca mermerleri yontarak tanrıların heykellerini çok ince işçilikle, tanrı olmalarına da yakışır biçimde yapmışlar.
Osmanlı’da taht kavgası olmaması için kardeşler birbirini öldürürken mitolojide de iktidarına ortak olma ihtimali üzerine çocuklarını yiyen tanrı üretilmiş. Nereden akıllarına gelmiş gerçekten anlamak zor.
İktidar hırsının insanı insan hatta tanrıyı tanrı olmaktan çıkararak yaratık haline getirdiği bir güçten söz ediyoruz. Bugünkü “iktidarda kalma ruh halinin” somut göstergeleri bu kadar dehşet verici olmasa da aynı olduğunu unutmayın.
Osmanlı padişahlarından 3. Mehmet çoğu bebek tam 19 kardeşini boğdurmuştur tarihin kayıtlarına göre. Fatih Sultan Mehmet’in de bu konuda sabıkası olduğu bilinir. Osmanlı’nın bir rutini halini almıştır bu kardeş katliamı. Osmanlı’ya toz kondurmayanların bu katliamlar için bile kendilerine göre, çok da yabancısı olmadığımız, merkezine devleti koyarak buldukları gerekçeleri de yok değildir.
Mitolojideki çocuklarını yiyen tanrı Kronos yani Roma’daki adıyla Satürn’dür. Yahudilerin kutsal kitabi Tevrat’ta da benzer bir öyküye yer verilmiştir. Yani sadece mitolojinin değil dinin de ilgisi çekmiş bu konu. Sanat da bundan nasibini almış ve gerçekten yüz yıllar önce oğlunu yiyen baba figürleri sanatsal ve tarihsel değerleri olsa da bakılamayacak kadar vahşet içeren bir biçimde resmedilmiş.
Osmanlı padişahlarının kardeşlerini boğdurmasını ya da tanrıların iktidarlarını kaybetme kaygısıyla çocuklarını yemelerinin tabi ki bir mantığı var; Güç, iktidar. Nasıl onaylanmasın bu cinayetler, birisi tanrı diğeri tanrının yetkilerine haiz imparator. Ve ellerinde devlet, otorite, mutlak güç var.
Mesele işte burada başlıyor. İskilipli Atıf ’ın mezarına bugün her anma töreninde devlet görevlileri akın ediyor. Oysa yıllar önce yine devlet görevlileri onu ellerindeki belgelerle hain ilan ederek asmışlardı. Devlet bu topraklarda seçilmiş başbakanı, bakanları astı. Devlet darbe yaptı, binlerce insanını öldürdü, yaşı tutmayanın yaşını uygun hale getirdikten sonra astı. Bugün devleti yönetenler sürekli olarak eskiden devleti yönetenleri hem eleştiriyorlar hem de suçluyorlar. Bugün devlet adına pozisyon alanlar aynı dünkü devlet görevlileri gibi her şeyi doğru yaptıklarından çok ama çok eminler. Bunun tartışılmasına bile tahammülleri yok. Mevcut hükümetin karşısına alarak sürekli hırpaladığı ve varlığının devamı için bir mağduriyet yaratarak hep hatırlattığı 28 Şubat’ta ne olduysa devlet istediği için, o yaptığı için oldu. Ve onu yapanlar da devlet adına hareket ettikleri için mutlak doğru yaptıklarına inanıyorlardı.
Devletin işleyişi yasalarla mümkündür. Yasalar her zaman iyi olmaz. Hitler’in yaptığı her şey yasaldı. Milyonlarca insanı öldüren Nazi görevlileri yasalara uymuştu, görevlerini “başarıyla” yerine getirmişti. Mitolojideki tanrı da kendi döneminin yasasına uyarak oğlunu yedi, padişahlar da o dönemin yasalarını uygulayarak kardeşlerini boğdurttu. Yasa derken aklınıza hep yazılı metinler gelmesin, gelenekler, töreler de buna dahil.
Güç bela elde ettiğiniz bir kulis bilgisini yazıyorsunuz hemen içeriğinden bağımsız bir yalanlama geliyor. Neresinin yalan olduğunu bile anlamadığınız bir yalanlama bu. Zaman, kulis bilgisinin mi yalanlama metninin mi doğru olacağını elbette gösterecektir. Meslek hayatımda 6 cumhurbaşkanı 11 başbakan gördüm. Listesi benden uzun meslek büyüklerim de var. Ve bu listede yer alan isimlerin hemen hemen hepsinin döneminde benzer meseleler yaşadık. Ama hep gazetecilik haklı çıktı.
İktidara gelenlerin anlamakta güçlük çektiği mesele aslında çok basit. Seçimlerde birinci çıkan ve hükümeti kurma hakkı kazanan, ya da tek başına bu yetkiyi alan cumhurbaşkanına bu ülkenin tapusu verilmiyor, bir sonraki seçimlere kadar ülkeyi sadece yasalara bağlı kalarak değil, hukuk ve demokrasi kuralları içinde yönetme görevi ve yetkisi veriliyor.
Bu süre içerisinde devleti yönetenlerin her yaptığı ya da söylediğinin doğru olma ihtimalinin bulunmadığını da birkaç somut örnek ile anlatmaya çalıştım. Devlet bir organizasyondur, kutsal değildir. İyi işler yaparsa iyidir.
Bugün seçim günü ve siyasi yasak var. Yereli aşan bir seçim gerçekleşiyor bugün. Sandığın ortaya çıkaracağı tablo toptan siyaseti etkileyecek. Ankara ve İstanbul seçimleri önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde anayasal engelleri aşabilirse Erdoğan’ın karşısına aday olarak çıkacak isimleri de belirleyecek.
O nedenle siyasete ara verdik her seçim pazarı olduğu gibi.
Bu karamsar mitolojik öyküyle giriş yapmamın bir nedeni var. Memleket aynen o öykülerdeki gibi çocuklarını yiyen baba haline döndü. Mutsuz ve umutsuz çocukların ülkesi haline geldi burası. Büyükler olarak bizim durumumuz da hiç iyi değil. Zombiler gibiyiz. Mekanik yaratıklara benziyoruz, duygusuz işinden gücünden başka derdi olmayan. Memlekette yaşanan dramatik olayların bizi halen üzüyor olması yanılmasın sizi, o duygu hemen geçiyor. Hem de gereğini yapmaya zaman bırakmadan.
Hiçbir edebi değeri olmayan, insanda duygu uyandırmayan dizilerin esiri oldu memleket. Tarihi dizilerdeki kurguyu gerçek sayarak bundan haz alanları bir kenara bırakalım. Ekrandaki hayatı gerçek gören ve kendi hayatı ile eşitlemeye çalışan, oradaki duygu talimatlarını kendisine kodlamaya çabalayan bir kitle var karşımızda. Doğruyu yanlışı bulmaya çalışırken bu kitlenin elindeki en önemli kıstas diziler. Bakın bu tam bir dramdır.
Eğitim sisteminin çarkları içinde başarının sadece liselere ve üniversitelere giriş sınavında alınan puanlarla ölçülmesi nedeniyle eziliyor çocuklar. Hayatlarında onları başka hayatlarla tanıştıracak ne bir edebi eser ne de bir şiir var.
Binlerce yıl sonra çocuklarının yiyen bir mitolojik öykünün içine düştük. Zombi olma hallerimiz buna görmemize engel olmamalı. Ve sandık bunu önlemenin ilk aşaması…