'Dezenformasyon yasası': Bir dejavu

Sene 1956. 6732 sayılı kanun. Demokrat Parti’nin basını kontrol etmek için attığı en sert adımlardan biri. Yalan haber elbette kötü. Ancak gazetecilerin yalan söylemediklerini kanıtlamaları o dönemde de zor. İspat haklarının sınırlandırılması, Demokrat Parti’nin kendi içinde bile büyük tartışmalara yol açar. Gazeteciler art arda hapse girer

7 Haziran tarihinde çıkarılan yasada şu ifadeler yer alıyor:

“Devletin siyasi veya malî itibarına dokunabilecek veya halkı paniğe sevk edebilecek ya da kamu düzenini veya halkın Devlete karşı beslediği güveni sarsabilecek ya da her ne şekilde olursa olsun kamunun huzur ve sükununun bozulmasına neden olacak nitelikteki yalan haberleri... yayımlayanlar ya da bu şekilde yazı yazanlar ya da özellikle kötü niyetle yayın yapanlar ya da Devletin veya Hükümetin yurt dışındaki itibar veya nüfuzunu kıracak şekilde asılsız, abartılı veya özel bir haber ya da bilgileri yabancı ülkelerde yayımlatanlar... ya da resmi makam, merci, heyet, kurumlar ya da resmi sıfat taşıyanlar aleyhine tahrik edici nitelikte yayın yapanlar 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve 10.000 liradan az olmamak üzere ağır para cezalarıyla cezalandırılırlar”.

Sene 1956. 6732 sayılı kanun.

Demokrat Parti’nin basını kontrol etmek için attığı en sert adımlardan biri. Yalan haber elbette kötü. Ancak gazetecilerin yalan söylemediklerini kanıtlamaları o dönemde de zor. İspat haklarının sınırlandırılması, Demokrat Parti’nin kendi içinde bile büyük tartışmalara yol açar. Gazeteciler art arda hapse girer. Ortada ne televizyon ne bugün iktidar mensuplarının yoğun eleştirilerinin odağında yer alan internet vardır.

MATBAADAN İNTERNETE “YALAN HABER” MÜDAHALESİ

66 yıl sonrası... Cumhurbaşkanı Erdoğan, 27 Mayıs’ın 62. yılında yaptığı konuşmada “Menderes ve arkadaşları CHP'ye yakın basın yayın organları tarafından yalan olduğu bilinen haberlerle yıpratılmaya çalışıldı.” dedi. Konu boş yere gündemde değildi elbette. Bir gün önce kamuoyunda sosyal medya veya dezenformasyon yasası olarak bilinen “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” Meclis’e sunulmuştu.

Yasalaşması beklenen bugünkü teklifte en çok tartışılan madde, 66 yıl öncekiyle büyük benzerlik taşıyordu:

“Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle; ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.

Recep Tayyip Erdoğan, siyasi yolculuğunda partisini hep Demokrat Parti’nin devamı olarak konumlandırdı. Bundan 19 yıl önce Başbakanlık koltuğuna yeni oturduğu sıralarda “Demokrat Parti’nin devamı niteliğindeyiz” diyerek bunun altını çizmişti.

Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın siyasi tarihe kara bir leke olarak geçen idamları ve buna karşı yükselen tepki, DP iktidarı dönemine dair tartışmaları arka planda bırakıyor ancak tam da bu noktada Demokrat Parti’nin basınla ilişkilerine ayrı bir başlık açmak gerekiyor. Bugünden bakınca her iki dönemde de sorunların, söylemlerin ve yasal çerçevenin yan yana konulması ilgi çekici bir sonuç ortaya çıkartıyor.

KIŞA DÖNEN KISA BAHARLARIN TARİHİ

Hıfzı Topuz, Türk Basın Tarihi adlı kitabında bu dönemi ayrıntılarıyla anlatır. Demokrat Parti’nin ilk yılları medya alanında da kısa sureli özgürlük havasının estiği dönemler. 1950 tarihli basın kanunu gazetelerin yayımlanması için hükümet iznini şart koşmaz, basın suçları ayrı mahkemelerde görülmeye başlanır ancak bu dönemde tutuklanan ya da kovuşturmaya uğrayan gazeteci de yoktur. Gazetecilere önemli sosyal haklar tanıyan 5953 sayılı kanun 1952’de çıkar ve gazeteciler uluslararası standartlarda çalışma koşullarına kavuşur.

Ancak zamanla ekonomik vaatlerin yerine gelmemesi, yoksulluğa parallel artan yolsuzluk usulsüzlük iddiaları ve elbette bunların haber olması hükümetle gazetecilerin arasını açar.

Ardından basını “dizginlemek” için yasal düzenlemere art arda gelir. 1954’te “neşir yoluyla veya radyo ile işlenecek cürümler hakkında kanun” yasalaşır. Gerekçe “namus, şeref, haysiyete tecavüz edilmesi” ya da “itibar kıracak veya servet ve şöhrete zarar verebilecek” haberleri engellemektir. Gazetecilere ispat hakkı tanınmadan bunun uygulanması yolsuzluk ve görevi kötüye kullanma gibi olayların haberleştirilmesi önünde bir bariyer olur. Bahar havası sona ermiştir ve gazeteciler hapse atılmaya başlanır.

Azınlıklara yönelik kitlesel saldırıların düzenlendiği 6-7 Eylül olayları, muhalefetin ve basının sindirildiği bir sıkıyönetim gerekçesi olur. Eski MGK Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu’nun “Özel Harp Dairesi” işi olduğu yönündeki ifadesi (aktaran Murat Yetkin) sorumluların başka yerde aranması gerektiğinin kanıtıdır oysa sıkıyönetim komutanlığından yayımlanan bildirilerle hükümeti eleştirmek, olayları komünistlerden başkalarının yaptığını yazmak, tahrip edilen dükkanlarının sayısını duyurmak vd. gibi çok sayıda yasak sıralanmıştır.

Bu geniş yasak listesine uymayan gazetelerin basımı ise durdurulur. 1956 yılında ise, daha sonra 1960’ta kaldırılacak olan, yukarıda değindiğim 6732 sayılı yasa yapılır. Buna bugünkü deyişle “dezenformasyon yasası” diyebiliriz. Yasaya göre, halkın devlete karşı beslediği güveni sarsacak nitelikte yalan haber veya belgeleri yayımlayan ve devletin veya hükümetin yurt dışında itibar veya nüfuzunu kırabilecek nitelikteki haberleri yurt dışında yayımlamak suçundan suçlu bulunan gazetecilerin hapis ve para cezalarıyla cezalandırılmasının önü açılır .

Hıfzı Topuz’un aktardığına göre, Demokrat Parti’nin bu yasaları çıkartmaya başladığı 1954 ile 1958 yılları arasında 238 gazeteci mahkum olmuştur. 1958 sonrası da tekzip bombardımanı, yayın yasakları ve gazetecilere verilen cezalarla tarihe geçer. Kitle medyasının gazeteler olduğu, radyonun hükümetin kontrolünde bulunduğu, televizyon yayıncılığına yıllar, internete on yıllar olan o dönem de yasaklara teslim olanlar gibi bunlara karşı mücadele eden, tüm sindirme çabalarına rağmen gazetecilikte ısrar eden isimler de mevcuttur. Bu isimler bedel öderler elbette ancak tüm aksi çabalara rağmen artık klişeleşmiş bir deyişle gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.

Yararlanılan Kaynaklar:

Hıfzı Topuz, Türk Basın Tarihi (7. Basım), İstanbul: Remzi Kitabevi, 2003. s. 192-225.

Murat Yetkin, Meraklısı İçin Darbeler Kitabı, İstanbul: Doğan Kitap, 2020. S. 99.

Köşe Yazıları Haberleri