Türkiye’de sosyal medyada yüksek sayıda takipçisi olan çok sayıda “influencer” bir akşam Club House adlı yeni bir sosyal medya platformunu birbirine benzer mesajlar paylaşarak tanıttı ve bu reklam çalışmasının etkisiyle kısa sürede yüz bini aşkın kullanıcı bu uygulamayı kullanmaya başladı. İnsanların konuşarak mesajlarını paylaştığı, davetiye ile girebildiği bu uygulama zaten dünya genelinde Aralık ayından itibaren popüler olmaya başlamıştı. Türkiye’deki sürece benzer şekilde bir hafta sonra CH Çin’de yaygın bir kesime ulaştı ve diğer hafta da Körfez Arap ülkelerinde popüler oldu. Türkiye’de ilk günlerde Boğaziçi öğrencilerinin direnişi gündem olurken Çin’de insanlar “özgürce” Uygur ve Tayvan meselelerini konuşuyor, Körfez ülkelerinde de emirler, krallar eleştiriliyormuş. Aslında sosyal medyanın kamusal alanı geliştirdiği, demokrasiyi yaygınlaştırdığı, otoriter rejimleri çözdüğü argümanları 10 yıl önce popülerdi ve artık bu argümanları savunan kimse kalmadı diye düşünülüyordu ki kısa bir süreliğine de olsa bunları yeniden duyduk. Tabii bunun kısa sürmesinde CH’de eylemleri değerlendiren öğrencilerin gözaltına alındığı haberlerinin etkisini yok saymamak gerekiyor.
Şirket ve uygulama konusunda çok tartışma var. Örneğin Guardian’da CH’nin kişisel verilerin güvenliği ile ilgili Avrupa Birliği yasası olan GDPR’a uymadığı, konuşmaları şifrelemediği ve ses kayıtlarını depolayan Agora şirketinin merkezinin Şangay’da olduğu dile getirildi. Dahası işin içinde Elon Musk gibi genel yapay zekanın peşinde koşan, düşünce okuma-kontrolü deneyleri yapan “şüpheli” “yatırımcıların” olduğu da dikkat çekiyor.
Ama bu yazıda bu konu üzerinde daha fazla durmayacağım. CH geniş kitleler tarafından benimsenebilir, etik ve güvenlik koşullarını geliştirebilir ve günümüzdeki sosyal medya devlerinin yanına yerleşebilir. Bunu zaman gösterecek. Ancak benim dikkatimi çeken bilhassa Türkiye’de sosyal medya kullanıcılarının/dijital vatandaşların bu tür yenilikleri benimsemedeki hızı ve girişkenliği. Zaten halihazırda insanların kullandığı çok sayıda uygulama varken yeni bir uygulamayı bu kadar şevkle sahiplenmek, hemen oradaki potansiyeli fark edip programlar-yayınlar yapmak, hemen “ne tam podcast gibi ne radyo programı ne de bir panel ama hepsi de bir arada ve sesli bir uygulama” deneyimini yaşama isteği ilginç bir durum. Tam da buna ihtiyaç var mı, kimmiş bu uygulamanın sahibi, güvenliği var mıdır, benim burada ürettiğim veri nasıl değerlendirilecek gibi soruların sorulmamasından bahsediyorum.
Teknolojiye adapte olmak
Teknolojilik yeniliklere adapte olma konusunda ülkemizin performansı gayet yüksek. Genç ve eğitimli bir nüfusa sahip olmanın ve yeniliklere açık olmanın yanı sıra anaakım medya ve iletişim kanallarının oldukça daralması gibi birçok sebep saymak mümkün. Ancak bu olumlu sayılabilecek özelliklerin olumsuz sonuçları da olabilir. Yeni uygulamaları sorgusuz sahiplenme veya “haydi hem bebeklik hem de şimdiki fotoğrafınızı atın, size yaşlılıkta neye benzeyeceğinizi gösterelim” türü bir anda ortaya çıkıp topladığı verilerle kaybolan ve kim bilir nerede hangi algoritmaları eğitmek için kullandığı bilinmeyen sosyal medya kampanyalarına da halkımızın gösterdiği ilgi dikkat çekici.
Bunun riskleri konusunda örneğin politik konularda bir mesaj verilmediği taktirde teknoloji şirketleriyle yaptığımız veri üretip paylaşma karşılığı sosyal medya kullanma/sosyalleşme anlaşmasının bir sorun olmayacağı fikrinin öne çıktığını düşünüyorum. Oysaki meseleyi bu şekilde ele almak yeterli olmayacaktır.
Teknoloji şirketleri ve bilhassa sosyal medya şirketleri üzerine son yıllarda çok sayıda ciddi akademik çalışmalar yapılıyor ve bu çalışmaların etkisiyle ABD, AB, İngiltere, Avustralya, Kanada ve Çin gibi ülkelerde önemli yasal-hukuksal girişimler ve kitle inisiyatifleri açığa çıkıyor. 10 yıl önceki olumlu, iyimser yaklaşımın da ortadan kalktığı, bu az sayıda şirketin sahip olduğu finansal, politik gücün nasıl birer veri tekellerine dönüştüğü, demokratik süreç ve kurumları nasıl olumsuz etkilediği biliniyor. Cambridge Analytica skandalından çeşitli ülke seçimlerine müdahalelerde ve yankı odaları sayesinde toplumsal kutuplaşmanın keskinleşmesinde sosyal medyanın rolü çokça tartışılıyor. En son sosyal medya grupları üzerinden örgütlenen grupların ABD’de Senatoyu basması veya aşı karşıtlığının yaygınlaşması veya nefret söylemi, yalan haber gibi konular bu konuda öne çıkan meseleler.
Bir iş modeli olarak gözetim toplumunu anlamak
Ancak bunların hepsi birer sonuç. Nedenini anlamak bizim sosyal medya platformlarına ve mesajlaşma uygulamalarına yaklaşımımızı da etkileyebilir. Bu noktada Gözetim Toplumu (Surveillance Capitalism) başlığı altında bu şirketlerin iş modeline bakmakta fayda var. Teknoloji şirketleri sundukları ücretsiz servislerle (sosyal medya platformu, eposta hesabı veya arama motoru) bizlerden gönüllü olarak üye olmamızı ve veri üretip bu veriyi onlara ücretsiz teslim etme konusunda bir anlaşma yapmamızı bekliyor. Bunun karşılığında siz sosyalleşebilir, kamuoyunda tanınabilir, hatta para kazanmaya başlayabilirsiniz. Milyarlarca insandan toplanan veriler güçlü bilgisayar programları ve yapay zeka/makine öğrenmesi teknolojisindeki gelişmeler sayesinde işleniyor, insanlar belirli kıstaslara göre kategorize ediliyor ve reklam vermek isteyen şirketlere veya mesaj iletmek isteyen kurumlara hedef kitlelerine doğrudan ulaşma imkanı sunarak buradan para kazanıyor. Yani verilerimizi satmasa dahi ilgilerimizi, beğenilerimizi, eğilimlerimizi tespit ettiği için tam bize göre, ihtiyaçlarımıza uygun ürün ve mesajların bize ulaşmasını sağlıyor. Bunun amacı da bizim davranışımızı etkilemek ve mümkünse değiştirmek. Örneğin bir ürünü satın almamız veya bir politik partiye oy vermemiz veya bir toplumsal harekete bağış yapmamız bu sayede mümkün olabiliyor.
Bu gözetime ve verilerin işlenmesine dayalı iş modeli çok karlı ve bu şirketler müşterilerine çok verimli bir alan sundukları için büyük karlar elde ediyorlar ve tekel konumuna erişebiliyorlar. Bu teknoloji şirketlerini yeni çıkan bir kitap rantiye ekonomisi içinde değerlendiriyor. Aynı bir toprak sahibi veya finansal kuruluş gibi kendileri üretim yapmıyor, bir alan/platform sunuyor ve kullanıcıların ürettiği veriyi işleyip kullanıcıların davranışlarında değişim yaratmayı arzulayan kurum ve şirketlere pazarlıyor. Bu iş modeli elbette devletler, hükümetler ve onları yönetmeye aday siyasi partilerin de ilgisini çektiği için hem toplumu kontrol etme hem de manipüle etmede belki de bugüne kadar görülmemiş bir güce ulaşılıyor.
Bilinçli kullanıcı?
Ama bu yazıda bu konuya da daha fazla değinmeyeceğim, çünkü CH örneği üzerinden üzerinde durmak istediğim konu biraz daha farklı. Her ne kadar iş modeli ürettiğimiz verilerimizin gözetim sonucunda istek ve arzularımızın tahmin edilip ona uygun ürün ve mesajların verilerek bizlerin belirli bir doğrultuda hareket etmemize (bir ürünü satın almak, o sırada aklımızda olmayan başka bir ürünü de almak veya bir konuda fikrimizi netleştirmek) odaklansa da ve bunda bir başarı gösterse de elbette bu % 100 başarı olamaz. Birçok insan gayet bilinçli şekilde hareket ediyor, her görüşünü paylaşmıyor, her konuya yorumda bulunmuyor ve karşısına çıkan her ürünü satın almıyor, her yalan habere inanmıyor veya birkaç mesaj aldı diye siyasi düşüncesinden vazgeçmiyor. Bizler sonuçta ürettiğimiz ve paylaştığımız verilerden ibaret değiliz.
Aslında tam da bu nedenle sosyal medya platformları ve uygulamalar mümkün olduğunca bizim online olmamızı, telefonumuzu sürekli kontrol etmemizi, saatlerimizi burada geçirmemizi istiyor. Bu sayede hem daha fazla veri elde etmesi mümkün oluyor. Siz bir mesaj üretip paylaşmasanız dahi kimleri takip ettiğiniz, hangi yazıları okuduğunuz, bu yazıları hangi şehirdeki hangi sosyo-ekonomik yapıdaki mahalledeki evinizde okuduğunuz, kullandığınız cep telefonu modelinin fiyatı ve bluetooth ile bağlandığınız otomobilinizin modeli gibi birçok gündelik veriyi de topluyor. Hatta siparişlerinizi görüyor, izin verdiyseniz veya asistan aldıysanız ortamı dinliyor ve sizi daha iyi tanımak için elinden geleni yapıyor. Bu nedenle bu şirketler için başarı sadece reklam verenlerin arzularına ve çıkarlarına uygun hareket etmeniz değil. Bunu yaparsanız elbette memnun olurlar ama çok dikkatli, bilinçli olsanız dahi, eliniz cebinize gitmese ve en ilgilendiğiniz konuda yorum yapma orucuna girseniz dahi uygulamaları kullandığınız sürece değerli veriler akmaya devam ediyor. O halde telefonunuzu elinizden düşürmemeniz, uyandığınızda ilk ona bakmanız, bir sohbet ve iş sırasında dahi arada göz atmanız ve günde en az 2-3 saatinizi geçirmeniz şirketler ve ekürileri olan devletler açısından oldukça önemli.
Bu da aslında iş modelinin parçası. Sizin uygulamada daha fazla zaman geçirmeniz ondan zevk almanıza, mutlu olmanıza bağlı. Sizi kızdıran, üzen mesajlar görürseniz, kendinize işkence yapmak da istemiyorsanız uygulamayı kapatıp telefonu bir köşeye koymanız yeterli olacaktır. O nedenle size mümkün olduğunca sevdiğiniz mesajlar gösterilir. (Yukarıda bahsettiğim yankı odaları da bunun bir ürünü zaten) Siz isterseniz her görüşten özel seçip binlerce insanı takip edin, bir süre sonra sadece sizin görüşünüze uygun kişilerin mesajları önünüze düşmeye başlar. Sizi isterse 20 bin, 50 bin kişi takip etsin, size en yakın görüşe sahip olan birkaç yüz veya birkaç bin kişi sizin mesajlarınızı okuyacak. İnanmıyorsanız mesajlarınızı düzenli paylaşan kişilere bakabilirsiniz, bir süre sonra arkadaş olmanız oldukça olası.
Bilinçli esirler
Yani siz çok bilinçli şekilde kullandığınızı düşünseniz dahi her gün saatlerinizi sosyal medyada ve internette yazı, mesaj okuyarak veya Youtube’da video izleyerek geçiriyorsanız gözetim kapitalizminin esiri olmuş olma olasılığınız oldukça yüksek. Ve doğal olarak siz daha fazla zaman geçirdikçe belki bir ürün almama veya bir mesajı kabul etmeme inadınızın kırılması da ihtimal dahilinde. Bunu sadece günde kaç saat geçirdiğinizi kontrol ederek de ölçmeyebilirsiniz. Ülkede gelişen ve sizi de ilgilendiren bir durumla ilgili bir dizi mesajı ve yazıyı arka arkaya okuduktan sonra oldukça sinirleniyor veya çok mutlu oluyor, sonra bunu aile üyelerine ve sevdiklerinize yansıtıyor ve ruh haliniz bu mesajlara olan tepkiniz doğrultusunda değişiyorsa da dikkat etmenizde fayda var.
CH’ye olan ilgiden buraya geldik. Bir yandan da düşünelim. Kaç whatsapp ve benzeri mesajlaşma grubundayız ve günde ne kadar mesaj paylaşıyoruz? Kaç tane sosyal medya platformunda kendimizi temsil ediyoruz (Facebook, twitter, instagram, CH, Linkedin)? Youtube vb video kanallarında ne kadar şarkı, sunum dinliyoruz? Bunlardan memnun oluyoruz, bunlar dikkatimizi çekiyor ki, daha fazla zaman geçiriyoruz. Telefonumuzun şarjı ne kadar sıklıkla bitiyor?
Peki, bunlardan maddi-manevi ne kazanıyoruz, ne kadarı gerçekten ihtiyaç? Bizi sürekli orada tutmak için seveceğimizi düşündüğü öneriler yapan ve bizi oradan kopartacak mesajları paylaşmayan bir algoritmanın talimatları doğrultusunda ne kadar zaman geçiriyoruz? Bunları seçerken ne kadar özgürüz?
Bağımlılık
Herkesin bunlara cevabı farklıdır ve kimseyi yargılama derdim yok. Ancak mesele sadece her ürünü almamak veya her mesajı paylaşmamakla sınırlı değil. Ortada ciddi bir bağımlılık var, hatta hastalık düzeyinde bir bağımlılık. Beğeni alamayınca moralin bozulması, uyku-yemek-iş gibi hayati meselelerin ertelenmesi, şarj bitince stres basması toplumun önemli kısmının yaşadığı sosyal ve psikolojik sorunlara işaret ediyor. Bu nedenle kişisel verilerin güvenliği meselesi de bir yerden öteye gidemiyor. İnsanlar gönüllü olarak ve büyük istekle hayatlarını, yaşadığı anları paylaşırken ve bu verileri o şirketlere para kazanması için teslim ederken mesajların şifrelenmesinden daha ciddi bir sorun olduğunu görmek gerekiyor.
Bunun bir diğer sonucu da ailemizle, sevdiklerimizle kaliteli zaman geçirememek ve sevdiklerimiz için geleceğimiz için emek vermemek, yatırım yapmamak oluyor. Bu bağımlılık olmasa hem de pandemi şartlarında ailemizle, sevdiklerimizle daha güzel zamanlar geçirebiliriz, çocuklarımızla ilgilenebiliriz, onların geleceği için planlar yapabilir, çalışma şartlarımızı geliştirmeye çalışabiliriz. Ama her gün saatlerimizi yanımızdaki insanlarla değil, hiç tanımadığımız, ismi-varlığı bile bazen belli olmayan kişileri takip ederek veya onlarla iletişim kurarak geçiriyoruz.
Dahası aile içinde herkes bir köşede elinde telefonla oynarken ve çocuklar için hazırlanan uygulmalar da aynı iş modeliyle çalışırken aile içi iletişim sadece kesilmiyor, dünyalarımız da değişiyor, farklı meselelere kaygılanıp seviniyor veya üzülüyoruz, sadece farklı fikirlere değil sevdiklerimize de tahammülümüz azalıyor. Daha da tehlikelisi bu teknolojinin içine doğan çocukların uyuşturucudan pornoya kadar hangi sitelere nasıl ulaştığını ve neler öğrendiğini takip etmek de oldukça güç. İngiltere’de son yıllarda aşırı sağ, neo-nazi örgütler kurup bomba yapmaya kalkanların, göçmenlere saldıranların 13-15 yaşlarında ergen çocuklar olduğunu ve hem birbirlerini hem de saldırı tekniklerini internetten öğrendiklerini biliyoruz.
Özcesi bırakalım da biri de eksik kalsın. Cebimizde, masamızda bizim dikkatimizi, ilgimizi sürekli çekip bizi yönlendirmek isteyen yapay zekaya karşı çıkabilelim. Ne paylaştığımıza, ne aldığımıza dikkat etmekle kalmayıp hangi zamanlarda ne kadar kullanacağımıza sınır getirelim. Dikkatimizi çeken bildirimleri kapatalım.
Mesela ilk adımı şimdi atabilirsiniz. Tabii önce bu yazıyı tüm whatsapp gruplarında, sosyal medya platformlarında paylaşın, Kısa Dalga’nın Youtube kanalına abone olun, ardından telefonu bırakın ve sevdiğinizle dışarı çıkıp gelen baharın keyfini çıkarın.