Doktor cinayetlerinin tabii ki herkesin herkese gıcık olduğu bir ülkede yaşamamızla alakası var. Uzunca bir süredir ülkeyi diken üstünde tutan toplumsal fay hatları artık sadece laiklerle İslamcılar arasından geçmiyor. O fay hatları ince kılcal damarlar halinde her mahalleye sirayet etmiş, her tür siyasi, bölgesel, etnik, cinsel ve fikri farkın arasında yıkıcı bir depreme dönüşme ihtimaliyle kendini hissettirir olmuş vaziyette. Halimiz nicedir böyle. Kendi kimliğini ancak düşmanıyla tanımlayabilenlerin ülkesi. Tartışmayı daha çok bağırabilenlerin kazandığı televizyonların izleyicisiyiz hepimiz.
Fay hattının öbür tarafındakinin düşmanımız olduğu ve eğer ona aman verirsek bize hayat hakkı tanımayacağı bilgisiyle yaşıyoruz. Gerginlik, tetikte olma, her anı bir varoluş meselesi haline getirme gündelik hayatımızın bir parçası oldu. Bunun en temel sebebinin Türkiye siyaseti olduğunu ise zaten hepimiz uzun zamandır biliyoruz.
Toplumun bir kesimini önce ‘kaybeden’ olduğuna inandırıp sonra da kaybedenlerin ahıyla iktidar inşa edenler tabii ki bir de kazananlar efsanesi uydurmak zorundaydılar. Bir tuhaf elitizm kavramı yıllardır kimi ne zaman sarıp sarmalayacağı belli olmayan sis gibi geziniyor aramızda. Bazen Türkiye’nin kurucu kadroları, bazen onların takipçileri, bazen akademisyenler, bazen oyuncular, bazen hukukçular, bazen dans edip içki içenler, bazen iyi üniversitelerde okuyanlar, bazen sadece deniz kıyısında yaşayanlar… Bir anda, hak etmediği bir rahat yaşamı sürdüren kendi toplumuna yabancı bir elit kesim ilan edilip şeytanlaştırılıyor. Yeter ki bir şeylere itiraz etmeyegörsün, bir karara, bir gidişata biraz sesini yükselterek hayır desin. İşte o zaman halk düşmanı ilan ediliyorlar. Halkın kim olduğunu da seçkinin ve halk olmayanın kim olduğunu da iktidarı ve bütün iletişim imkanlarını elinde tutanlar belirliyor. Ondan sonrası malum…
Eğitim bu meselenin en garip unsurlarından biri. Malum Türkiye’de insanların anne babalarından daha iyi hayatlar yaşamasının birinci yolu her zaman eğitimdi. Bu günümüzde de hala böyle. Cumhuriyet’in eğitim kurumları sayesinde yoksul Anadolu çocukları ülkenin önemli mühendisleri, doktorları, akademisyenleri ve hatta siyasetçileri oldular. Ama o eğitim onları çoğu kez laik ve modernleşmeci yaptı. İşte bu nedenle İslamcıların gözünde düşmanlaştılar, elitizm masalının bir parçasına dönüştüler. Toplum, kendisini daha ileriye taşıyan, kendisine hizmet eden bu eğitimli, yetenekli ve başarılı bireyleri dışlamaya onlarla arasındaki mesafeyi düşmanca bir öfke ile doldurmaya koyuldu. Hatta öyle bir yere geldik ki muhafazakar pek çok aile kendinden o kadar memnun, kendisiyle o kadar barışık ki artık çocuğunun bu özel üniversitelerde okuyup çok iyi bir eğitim almasını bile umursamıyor, hatta istemiyor olabilir. Türkiye’de bir kesimin kendi muhafazakar kimliğiyle bu kadar barışık ama toplumun diğer kesimleriyle bu kadar kavgalı olmasında garip ve ülkenin geleceği açısından tehlikeli bir şeyler olduğunu hepimiz biliyor ve görüyoruz.
Doktorlara dönük şiddet biraz da o manasız özgüvenden besleniyor. Ne de olsa tıp eğitimi en uzun ve en zor eğitimdir. Doktorlar ‘eğitimli’ olmanın simgesidir. Tabii ki İslamcı, muhafazakar, mevcut iktidardan memnun, onun bir parçası olmuş binlerce doktor da var bu ülkede; tıpkı başka meslek erbapları gibi. Ama buna rağmen aldıkları eğitim ve mesleki kültürleri doktorları toplumun bilime ve akla en çok sahip çıkan kesimi yapar. Bu Osmanlı’dan bu yana böyle…
Dolayısıyla, kendi muhafazakarlığını kutsayan kitleler için doktorlar eğitimli ve modernist olmanın da simgesine dönüşür. İstisnasız hepimizin ihtiyaç duyduğu doktorlar, bazılarımızın hiç sevmedikleri halini alabilir.
Türkiye’nin siyasi ve kültürel iklimindeki değişim sağlık çalışanlarına dönük şiddetin en önemli sebebi. Ama tek sebebi değil; bunun da farkında olmak lazım. Olan bitene, kendimize bakarken dünyanın da son yirmi – otuz yılda nasıl değiştiğini hatırlayalım. Post-modernist yaklaşımlarla başlayan tartışmalar, bilimsel bilgiyi ve ‘bilgiye dayanan otorite’yi sarsarken internet devrimi patladı. Uzunca bir süredir dünyada bilgili olmak eskisi kadar değerli değil. Bilgi herkes için erişilebilir bir şey. O nedenle de bütün uzmanlıklar sorgulamaya açık. Batının karizmatik entelektüelleri bu yüzden birer 20. Yüzyıl kahramanına dönüştü. Kitleleri etkileyen filozoflar, sanat kariyerlerini belirleyen eleştirmenler, birer süperstara dönüşen bilim insanları artık pek yok. Ama Batı toplumları hala uzmanlığa saygı duyması gerektiğini biliyor. Çok sevdikleri toplumsal düzenlerini korumanın tek yolu bu çünkü.
Genç İrlandalı yazar Sally Rooney’nin yeni romanı ‘Güzel Dünya Neredesin’de, migreni tutan Eileen gece boyu internette gezinip umutsuz bir beyin tümörüne sahip olduğu konusunda kendini ikna eder. Onu sakinleştirmek, her zaman olduğu gibi, gecenin geç saatinde arayıp çağırdığı Simon’a düşer. Yaşadığımız dünyada herkesin başına gelebilecek bir şey. Küçük bir rahatsızlığımız üstüne hemen internete sarılıp kendimize yeni hastalıklar ve tedavi yöntemleri icat etmemiz. Ya da doktora gittiğimizde uygulanan tedaviden bir türlü ikna olmamamız. Doktorun bizim ekran araştırmamızla tespit ettiğimiz korkunç ihtimallerden birçoğunu dikkate almaması karşısında kapıldığımız çaresizlik, eksiklik ve bitmeyen tedirginlik durumu. Bunun da evrensel bir yanı var. Çünkü bizi yöneten kim olursa olsun hepimiz internet kullanıcısıyız artık. Sally Rooney’nin romanındaki sayısız gündelik ayrıntıdan biri de işte bu yüzden başı ağrıyanın internette kendini kaybetmesi durumu.
Romanda Eileen’in baş ağrısı için ne yaptığı anlatılmıyor. Ama tipik bir İngiliz olarak ancak aylar sonrasına bir doktor randevusu alabilmiştir. O gece Simon’ı çağırmak yerine acile gitseydi eğer, sabaha kadar mutlaka sıra beklerdi ve bunun için hiç kızmazdı. Çünkü dediğim gibi toplumsal düzenin devamı için doktorlara ve onlardan hizmet almak için bekleyen diğer hastalara bu saygıyı göstermesi gerektiğini bilirdi. İngiltere’deki bu durum en çok toplumsal uyum ve uzlaşmaya verilen önemle alakalı. Ortak bir gelecek tahayyülüne sahip olmayan bireylerin karşılıklı güven ve saygı içinde davranması kolay değil.
Herkesin herkese düşmanca baktığı bir toplumda şiddetin giderek yükselmesi de şaşırtıcı değil. Bizdeki bu durumun da hemen yarın iktidar değişimiyle düzeleceğini düşünmek galiba safdillik olur. Türkiye’nin çok uzun yıllardır aramayı bıraktığı ortak gelecek tahayyülünü yeniden kurması gerekiyor. O zamana kadar başta doktorlar olmak üzere hepimizin işi zor.