Güney sınırımızda öyle bir savaş var ki Türkiye’nin yanı sıra Rusya ve ABD’nin askerleri, İran’ın bizzat ordu birlikleri değilse de vekil milis güçleri, yabancı cihatçı savaşçılar, Kürtler, bir iddiaya göre Ukraynalı askeri danışmanlar dahi sahada.
Bir yandan yeni Ortadoğu’nun sınırları çiziliyor, diğer yandan küresel hegemonya mücadelesi içindeki tarafların hesaplaşması yaşanıyor. Düşmanın düşmanının bu kadar kolay dost ilan edildiği bir çatışmaya az rastlanır.
Böyle bir ortamda, Türkiye’nin bir talihsizliği de bu karmaşıklığı görmezden gelen ya da görebilecek birikimden yoksun olan isimlerin medyayı doldurması.
Bir yanda tüm süreci Türkiye tek başına yönetiyormuş gibi çözümlemeye çalışanlar, diğer yanda her şeyi Kürtlerle ilgili hesaplara indirgeyenler var. Bir yanda Türkiye’nin de terör örgütü listesinde olan cihatçı HTŞ’yi Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun parçası sananlar, diğer yanda naftalinleyip kaldırdıkları Osmanlıcılıklarını HTŞ’nin ele geçirdiği Halep’te kaleye Türk bayrağı asılınca zafer naraları eşliğinde yeniden ortaya saçanlar var.
İdeolojik ve mezhepsel körlük nedeniyle bu karmaşayı yanlış anlatanlar kadar bölgenin tarihsel ve toplumsal koşullarına yabancı ancak resmi söyleme akredite olup uzman diye geçinen gazeteci ve yorumcular var. Sosyal medyada etkileşim uğruna trol seviyesindeki gazetecilerin içeriklerini yaygınlaştıran akademisyenler, ekranda “bence durum şu…” diye söze giren spikerler var.
“Büyük oyunu” görebilmek çok konforlu. Türkiye dezenformasyon yapan propagandacı evlatlarından hesap sormayan bir “fırsatlar ülkesi”. Oysa gazetecilik özünde karmaşık konulara angajmanlar çerçevesinde basit yanıtlar üretme değil, onları sadeleştirerek olduğu gibi aktarma mesleği. Neyse ki sayıca çok fazla olmasa, yaygın medyaya buyur edilmeseler de işini iyi yapan ve sorular sormamızı sağlayan gazeteci ve uzmanlar var hâlâ.
Onların da haber ve yorumlarının katkılarıyla aklıma bazı sorular geldi. Bu soruların tek tek basit yanıtlarının olduğunu sanmıyorum. Birçoğuna itirazların gelmesi de olası ancak yine de tartışmaya değer buluyorum.
Suriye’de neler oluyor? 10 soru
Suriye’de bugün yaşanan süreci, 7 Ekim Hamas saldırısı sonrası İsrail’in Gazze ve Lübnan’da yürüttüğü savaşlar ve Rusya-Ukrayna savaşından bağımsız değerlendirmek mümkün mü? (Özellikle çeşitli kaynaklarda Ukraynalı askeri uzmanların Suriye’de HTŞ’ye drone teknoljisi ve drone savaşı taktikleriyle ilgili destek verdiği haberleri dahi çıkarken).
2015’teki müdahalesiyle Suriye’de dengeleri değiştirerek Suriye Ordusu’nun Halep’i almasını sağlayan Rusya, bu kez neden birkaç cılız bombardıman dışında (henüz) devreye girmedi? Bunda yegâne etken Suriye’den güç kaydırdığı Ukrayna cephesinde meşgul olması mı? Yoksa İran’ın Suriye’de artan etkisinden Rusya da rahatsız mı ve İran etkisinin biraz törpülenmesini de “izliyor” olabilir mi?
2017’deki Astana Anlaşması’yla büyük ölçüde “dondurulan” çatışmaların, tam da Suriye sahasında İran’la eş güdüm halinde rejimin bekası için mücadele eden Hizbullah’ın İsrail tarafından bir hayli yıpratıldığı ve İsrail’in Suriye içinde İran’ın vekil kuvvetlerine hava saldırılarıyla nefes aldırmadığı bir dönemde başlaması bir rastlantı mı?
Geçmişte, Türkiye’nin de “muhalif savaşçılar” olarak adlandırdığı gruplara yer yer lojistik destek bile verdiği yönünde hakkında haberler yapılan İsrail, İran ve Hizbullah’ın etkisinin bu şekilde cihatçı örgütler tarafından kırılmasından kazançlı çıkıyor mu? Eğer öyleyse meşhur bir deyişte olduğu gibi; “kimler, kimlerle beraber?”
Herkes Suriye’nin batısına odaklanmışken ABD’nin iş birliği içinde olduğu Kürt güçler, kuzeydoğuda Suriye ordusuyla neden çatışmaya giriyor? Güneydoğuda ABD üssünün bulunduğu Tenef ve çevresinde ABD’nin desteklediği diğer muhalif unsurlar, buradaki kıskacı kapatıp ileride Suriye kara sınırının İran’dan geçişlere kapatılmasını sağlayabilir mi? İran’ın Suriye ve Lübnan’a erişiminin kesilmesi ve Irak’taki çıkması muhtemel çatışmalara yoğunlaşmak zorunda kalması en çok kimin işine yarar?
Şimdi eşgüdüm halinde hareket ediyor gibi gözüken selefi cihatçı HTŞ ile Türkiye’nin desteklediği İslamcı muhalif milis güçlerinin geçmişte kanlı mücadelelere girdiği hatırlandığında bu iki unsur arasında yeni bir çatışmalı süreç yaşanmayacağının garantisi var mı?
Rusya henüz kendisi için çıkarlarını koruyabilecek başka bir seçenek belirmeden Esad’dan kolaylıkla vazgeçip Batı ve Türkiye destekli güçlerin sınırları çizdiği bir pazarlık masasına çekileceği senaryo ister mi? Ya da ABD, Trump Başkanlık koltuğuna oturduktan sonra bile, kendisine Ortadoğu’da stratejik bir alan açtığı yerde, Kürtlerin yerine Türkiye’nin hâkim olduğu bir koridora razı gelir mi?
Sahada fiilen diğer güçler gibi bulunmasalar da başından beri gerek Türkiye gibi bölge ülkeleri gerekse de vekil örgütlerle ilişkiler kurarak İran ve Türkiye’ye karşı bir denge mücadelesi veren Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan, Suriye’de güçlü bir İran’ın yanı sıra çok etkin bir Türkiye olmasını isterler mi?
Gazze’yi kavuran ateşin Lübnan’ı yaktığını, patlamaya hazır durumdaki Suriye’de her an kontrolden çıkabilecek bir yangını körüklediğini düşünürsek alevlerin yakında Irak’ı sarması da söz konusu olur mu?
Böyle bir istikrarsızlık ortamında, komşu ülkede insanlar kanlı bir vekalet savaşında yok olurken bir de hesaplar ters tepip günün birinde yine yüz binlerce göçmen Türkiye kapılarına dayanırsa Halep Kalesi’ne dikilen bayrağın görüntüsü kimlerin içini soğutur?