“Her gece güneş olmadığı için ağlarsan, gözyaşların yıldızlardan zevk almanı engeller.” Rabindranath Tagore
Ayrılık süreci ve sonrası yaşanan yoğun deneyimler onu, sanat ve yaratıcılık açısından önemli bir kaynak haline getirmektedir. Ayrılık, özellikle sevgiliden ayrılmak, hangi kültürden olursa olsun edebiyatın, özellikle de şiirin çokça beslendiği temalarından biridir. Müzik, resim, dans, tiyatro, sinema… Nereye baksak oradadır ayrılık. Bu yazıda her sanat dalına bakmak mümkün olmadığı için edebiyat ve resim çerçevesinde ayrılık temasına bakmakla yetineceğim.
Edebiyatın zemininde insan bulunur ve insana dair her deneyimi kapsayıcı özelliği vardır. Edebî eserlerde, aşk ve ayrılık temasını işleyen birçok hikaye, masal, destan ve şiir bulunmaktadır. Bu eserlerde, aşık olan sürekli sevgilisini düşünür, aşkı adeta bütün dünyasını kaplar. Aşık olan çölleri geçer, dağları deler. Bir mağdur rolündedir ve kendisine biçilen bu role katlanır. Aşığın duygu dünyasında ideal bir yerde algıladığı sevgili ile ayrılmak; yoğun ve derin yalnızlık, hayal kırıklığı, keder ve çaresizlik duygusunu beraberinde getirir. Sevgilinin yokluğunda aşık “üzerine adeta ölü toprağı serpilmiş ve yaşamdan kopmuş biridir.” Aşkını kaybeden sevgilinin elinde hatıraları kalır. Geçmiş zamanın gölgesinde kalan aşık, kayıp duygusunun acısıyla şimdiki zamana bağlanamaz. Anıları artık tek mutluluk kaynağıdır.
Yoğun ve zorlayıcı duygulara yol açan ayrılık ile ilgili duygularını ifade edemeyenlerin düşüncelerine bazen şiirler tercüme olur.
…
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
Ahmet Arif bu dizeleriyle sevgilisinin ve özgürlüğünün kaybının ardından yaşadığı acıyı haykırır. Ayrılığın mahkumiyet ile benzer zorlukta olduğunu, pranga benzetmesi ile ortaya serer. Sevgilinin gözlerini kapatışı yani gidişi ile yaşam onun için adeta cehenneme döner.
Şiirlerde çoğunlukla ayrılık tema olarak ölüme eşdeğer, hatta ölümden daha zor bir deneyim olarak ifade edilir. Karacaoğlan’ın; “Ölüm ile ayrılığı tartmışlar/Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık” ya da Özdemir Asaf’ın “Bekle dedi gitti ben beklemedim, o da gelmedi. Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi.” dizelerinde bu vurguyu görürüz.
Romanlarda ayrılık temasının akla getirdiği kitaplardan biri, Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’dir. Kemal’in yaşadığı aşk örgüsünde bağlılık, yalnızlık, ayrılık, takıntı, kıskançlık, kavuşamama, toplumsal değerler gibi unsurlar yer alır. “…Bir daha onu görememe cezasına çarptırılmamak için, onun istediği her şeyi yapmaya hazırdım artık.” Ayrılık ihtimalinin bile yoğun kaygıya neden olduğu durumda, ötekinin varlığının devam etmesi için kendini bir çırpıda feda edebilir görünmektedir kahramanımız.
Yaşadıklarımızı, hissettiklerimizi sembollerle anlatmak; duygularımızı, düşüncelerimizi temsil eden semboller kullanmak psikolojik sağlığımız açısından önemlidir. Bion, ruhsal olarak yaşanan yoğun duyguların, deneyimlerin sembolize edilemezse, deneyimin sembolünü bulamazsa işlenmesinin, dönüşmesinin ve kapsanabilmesinin mümkün olamayacağını söyler. Bu çerçevede sanat etkili bir sembolizasyon aracıdır. Edebiyat, duyguyu ifade etme yolu olarak sözü kullanır. Bu hali ile de yaşananların öğütülmesine, sembolize edilmesine olanak sağlayan önemli ve çok etkili bir kaynaktır. Ancak her şey sözle anlatılamayabilir. Yaşananların sözle ifadesi, insanların ruhsal dünyalarında hissettiklerini anlatmak için yeterli gelmeyebilir. Bu noktada, görsel sanatlar, insan doğasının yansıyabileceği önemli bir alan haline gelebilmektedir. Malzemesi dil olmayan, görsel olan eserlerin de kendilerince bir dilleri vardır ve dertlerini başka yollarla anlatırlar. Resim de bu bağlamda önemli bir kaynak haline gelir.
Dünyaca ünlü bazı ressamların resimlerinde de ayrılığa dair zorlukların işlendiğini görürüz.
İnsanın yaşamı üzerinde en etki yaratan deneyimlerinden biri ayrılıktır. İnsanın gelişiminde, ilişkilerinde, duygularında, kimliğinde derin izler bırakan bir olgudur. Ayrılık, kişinin arzuları ve sınırlılıkları ile yüzleştiği içsel bir farkındalık sürecidir. Sanat ise bu derin deneyimleri, oldukça estetik bir dille ifade eder. Sanat, insanın yaşayabileceği tüm duyguları bütün zarafeti ile sahneye koyar. İzleyiciye, deneyimlerini, duygularını sorgulama fırsatı sunar. Bu deneyimleri yalnız başımıza taşımanın yükü evrensel hale gelir ve biraz olsun hafifler. Soyut olan her şey bir forma kavuşur. Böylelikle, taşınmakta zorlanan duyguların keşfedilmesi, yoğrulması, dönüşmesi için büyülü kapılar açılır.
Ayrılığı birçok alt başlıkla, çeşitli boyutlarıyla ele almaya çalıştığım bu yazı dizisinde finale geldik. Başka konularda yeniden karşılaşmak dileğiyle…
Uzman Klinik Psikolog Filiz Yurtseven
İstanbul Bilgi Üniversitesi YL Klinik Psikoloji ve İstanbul Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Felsefe bölümü mezunudur. Aynı zamanda Psikodrama Grup Terapileri eğitimini tamamlamıştır. Yetişkinlerle psikoterapi yapmakta, Kurumlara Danışmanlık Hizmeti vermekte ve grup çalışmaları yürütmektedir. Aynı zamanda “Anne, Baba ve Eğitimciler İçin Büyüme Sürecinde Sorunlar ve Çözüm Yolları, Üniversitede Psikolojik Danışmanlık El Kitabı, Bir Anda Yüreğim Sana Emanet” kitaplarının da yazarıdır.