Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerde yüksek düzey temaslar oldukça sıklaştı. 2023 yılının sonuna doğru Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Yunanistan'a yaptığı ziyarete Yunanistan Başbakanı Mitsotakis'in bu yıl ilkbaharda karşılık vermesi, ardından Vaşington'da yapılan NATO zirvesi sırasında iki liderin yeniden bir araya gelmeleri ve nihayet bu hafta New York'ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu vesilesiyle bir kez daha buluşmaları, bir yıl dolmadan dört kez görüştüklerini gösteriyor. Oysa çok değil, iki yıl kadar önce Mitsotakis'in ABD'de Türkiye hakkında dile getirdiği iddialar üzerine Erdoğan "Mitsotakis benim için bitmiştir" dahi demişti.
Dış politikada yapıcı, güvenilir ve inandırıcı politikalar izlenmesi için savrulmaların önlenmesi ve istikrarlı bir çizginin yaygınlaştırılması gerekir. İktidarın uyguladığı dış politikanın Türkiye için oluşturduğu yalnızlık ve itibar kaybının giderilmesi amacıyla Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz'de atılan adımların, İsrail, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ile başlatılan normalleşme girişimlerinin Batı'da da sürdürülmesi bu bütünlüğü sağlayacaktır. Bir yandan Mısır Devlet Başkanı Sisi ile yapılan karşılıklı ziyaretler, bir yandan da Mitsotakis ile yapılan sık görüşmeler bu bütünlüğü sağlamak için üst düzeyde bir çabanın başladığını gösteriyor.
Devletler arası ilişkilerde devlet ya da hükümet başkanları olarak yürütmenin başındaki şahsiyetlerin yaptıkları görüşmelerin, ikili ilişkilerin önündeki pürüzlerin aşılmasında önemli işlevi vardır. Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar o kadar karmaşıktır ki, elbette sadece bu tür görüşmelerle çözülemez. Ancak, bu tür temaslar gerginliklerin yatışmasında, karşılıklı güvenin oluşmasında ve meselelerin çözümü için bir araya gelecek olan heyet mensuplarının muhataplarına bakışında olumlu bir ortam sağlar. Bu bakımdan, Erdoğan-Mitsotakis görüşmeleri şimdilik bu ortamın oluşmasındaki en önemli rolü oynuyor.
Bir yıla yakın bir süre içinde iki lider dört kez görüştüğüne göre, bu görüşmelerin somut bir sonuç doğurup doğurmadığı, doğurduysa bu sonuçların ne olduğu merak ediliyor. En belirgin somut sonuç bu yaz Ege adalarına vatandaşlarımızın akın akın turistik seyahat yapmaları oldu. Gerek yerli basında gerek Yunan basınında görülen haberlerden anlaşıldığı kadarıyla bu yıl Türkler Yunan adalarını rekor sayılacak rakamlara ulaşarak ziyaret ettiler. Bu ziyaret yoğunluğunun sebebinin adaların Türkiye'deki yaz tatili yapılan beldelere oranla daha ekonomik imkanlar sunmaları olduğundan söz edildi, otel ve yiyecek içecek fiyatları kimi zaman ödenen faturalar ya da fişler gösterilerek kanıtlanmaya, Ege Denizi'nin iki yakası arasındaki fiyat farkları kıyaslanmaya çalışıldı. Fiyatların daha ekonomik olması Yunan adalarını cazip hale getirse de, bu ziyaretlerin artmasının asıl nedenini Yunanistan'ın Ege adalarına giden Türk vatandaşlarına kapıda vize uygulaması başlatması oluşturdu. Bu adımın önemli bir güven artırıcı işlevi olduğunu not etmek gerekiyor.
Liderler arasındaki görüşmeler başladığından beri taraflar mevcut ikili sorunları ele alacak bir görüşme yapmaktan çok birbirlerini tahrik etmeme ve gerginlik yaratmama prensibi üzerine yoğunlaştılar. Bu anlayış bir tür üstü kapalı ya da açıklanmamış moratoryum anlamına geliyor. Böyle bir moratoryum anlayışı da Ege hava sahasında tarafların birbirlerini rahatsız edecek davranışlarda bulunmamalarını, deniz yetki alanlarını ve/veya karasularını ihlal etmemelerini kapsıyor. Bu anlayışın önemsiz olduğu söylenemez, ancak yıllardır her iki tarafta da gerginlik yaratmak için fırsat kollayan çevrelerin böyle bir anlayışı hazmetmelerinin kolay olmadığını da kabul etmek gerekir. Dolayısıyla, Ege Denizi'nin iki yakasında da bu anlayışı kabul etmeyen, bozmaya çalışan çevrelerin bulunduğunu, aslında iki ülke arasında yaratılmak istenen yeni ortamın ne kadar kırılgan ve bozulmaya yatkın olduğunu unutmamalıyız.
Bu hafta içinde Yunan sahil güvenlik komutanlığına ait bir botun Türkiye karasularını ihlal etmesi, sözde "sıcak takip" kisvesine sığınarak bir Türk teknesini Bodrum'a kadar kovalaması, ardından başka bir Yunan botunun Datça'da kıyıya yanaşarak bir lastik botu gasp etmesi, bir diğer Yunan botunun bir Türk teknesine taciz ateşi açması bu tehlikeyi açıkça gözler önüne seriyor. Bir moratoryum uygulaması varsa, bunun tek taraflı olması düşünülemez. Yunanistan'ın bu tür eylemlerinin Türkiye tarafından şimdilik olabildiğince olgun, sakin ve tırmandırıcılığa varmayan bir üslup ve yöntemle yanıtlanması, Türk tarafının oluşturulmak istenen olumlu ortamı korumaya yönelik yapıcı anlayışını yansıtmaktadır. Bu olgunluğun ve yapıcı anlayışın komşuda da görülmesi, fırsatçılıktan kaçınılması, liderlerin çabalarının sonuç vermesine yardımcı olacaktır. Ege Denizi'ni bir barış, huzur ve işbirliği havzası haline getirmenin yolu budur.