Erdoğan dış politikada eli yükseltiyor. Aynı anda NATO, Ege, Suriye kartlarını açtı. Bunları geçen yazıda tartışmıştım. Bu yazıda Erdoğan seçimleri kaybetse de sorunun kendisi çok ağır olmayan ama çözümü de çok kolay olmayan Yunanistan ile ilişkiler ve Ege konusuna değineceğim. Konunun, Türkiye’nin devlet refleksi, Erdoğan’ın dış politika anlayışı ve Yunanistan’ın Türkiye algısıyla ilgili boyutları var. Sorunun son dönemde daha çok gündeme gelmesinin Türkiye açısından nedeni Erdoğan’ın dış politika ihtiyaçları ile devletin Yunanistan/Ege konusundaki hassasiyetleri ve Mitsokatis hükümetinin eline geçirdiği tarihi bir fırsatı kullanma arzusu.
KİŞİ DİĞERİNİ KENDİ GİBİ BİLİRMİŞ YA DA MIRROR IMAGE
Dış politika akademik literatüründe sık kullanılan bir kavram Mirror Image. Türkçe’ye çevirmesi zor. Ama mealen kendi karakterini yansıtma, karşındakini kendin gibi bilme anlamına geliyor. Türk ve Yunan milliyetçilerinin ve siyasetçilerinin birbirlerini suçladıkları konular ve söylemler neredeyse bire bir aynı.
Yunanistan’da Türkiye hakkındaki yaygın algıyı bilmeyenlere şaşırtıcı gelebilir ama Türkiye üzerine en klişeleşmiş tanımlama “NATO’nun şımarttığı ülke”dir. Sanırım tanıdık bir ifade. Oysa, Türkiye’de dışişleri bakanı dahil herkesin dilinde bir “Yunanistan Batı’nın şımarık çocuğu” suçlaması vardır. Yunanistan’da Türkiye’nin Batı’nın göz yumması yüzünden yayılmacı olduğu fikri çok yerleşiktir. Aşağıda değineceğim, Yunanistan dışişleri bakanlığının geçenlerde yayınladığı 16 haritalık, Türkiye’nin yayılmasını anlatan broşürü bunun son örneğidir. Benzeri bir haritayı Türkiye dışişleri yıllar önce yayınlamıştı. Bir Yunan milliyetçisinin Türkiye hakkındaki konuşmasından Türkiye’yi çıkarıp yerine Yunanistan’ı koymak anlam bozukluğu yaratmaz. İşin özünde, hep yayılmak isteyenin karşısındaki yayılmacı olarak görmesinde yatar. Türkiye adalara saldıracak diyenlerle, İstanbul’u “Konstantinapol” olarak görüp, keşke geri alabilsek diyenler aynı insanlardır. Bunun tersi de geçerlidir.
YUNANİSTAN’IN DERDİ NE?
Bununla birlikte Yunanistan’da Türkiye ciddi bir sorundur. Yunan toplumu Türkiye ile ilgili gelişmelere daha hassastır, Türkiye daha yakından takip edilir. Örneğin, Mavi Vatan, Cihat Yaycı Yunanistan’da Türkiye’den daha çok bilinir, tanınır, daha çok tartışılmıştır. İlişkilerde sorun çıkarma potansiyeline sahip çok fazla faktör bulunulor. Türkiye’de pek kalmasa da karşılıklı azınlıklar, Ege’nin karmaşık coğrafi yapısı, deniz ve hava yetki alanları, tarihsel miras vs.
Sonuçta İngiltere ile Fransa bile birkaç adanın bulunduğu Manş Denizi konusunda mahkemelik oldular, geçen yıl savaş gemilerinin müdahil olduğu bir balıkçı krizi yaşandı. Bunlar rastlanan şeyler. Buradaki fark her sorunun yaşamsal bir boyuta taşınması, bir savaş ihtimalinin akla gelebiliyor olması.
Yunanistan’daki aşırı hassasiyetin ise kendisine özgü nedenleri var. Yunan adalarının Türkiye’ye yakın olması her an işgal edileceklerine dair kaygıyı besliyor. Özellikle Kıbrıs harekatı bir kırılma noktası olmuş. Türkiye’nin askeri olarak daha güçlü olması, Yunanistan’ın stratejik derinliğinin bulunmaması diğer nedenleri oluşturuyor. Buna Yunan devletinin Türkiye karşıtlığını sürekli sıcak tutması da eşlik ediyor. Tarihsel olarak sol hareketin güçlü olduğu bu ülkede bütün toplumu birleştiren, hatta solu da içine çeken bir hedefte buluşturabilmek önemli. Özellikle kriz anlarında Türkiye karşıtlığını devreye sokmak her zaman işlevsel olabiliyor. Bu konuda partiler üstü bir uzlaşma olduğu görülüyor.
YUNANİSTAN’IN STRATEJİK HAMLELERİ
Son zamanlara kadar Yunanistan’da ABD karşıtlığı güçlü, Rusya ile ilişkiler iyiydi. ABD hem Kıbrıs harekatı yüzünden hem de 1967-74 arasındaki Albaylar Cuntasına verdiği destek yüzünden suçlanıyordu. Yunanistan, Türkiye’nin arası kiminle bozulduysa ona yanaştı. Sırasıyla İsrail, Mısır, ABD, Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Bahreyn. Öyle ki Mavi Marmara olayından bir ay sonra Netanyahu Atina’daydı. Bir yandan da ABD’de Rum ve Yahudi lobileri arasında yeni bir işbirliği oluştu.
BAE ve Suudi Arabistan ile stratejik işbirliği geliştirildi, bu ülkelerle ortak tatbikatlar yapıldı. Yunanistan, Güney Kıbrıs, Mısır ve Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail üçlü görüşmeler süreci başladı. Yunanistan ABD ile 2019’da bizdeki SEİA anlaşması benzerini yenileyerek askeri işbirliğini derinleştirdi. Bunun yanında bir yandan Yunanistan’a bilişim konusunda ABD şirketleri yatırım yaparken, LNG istasyonları konusunda da ABD desteklemeye başladı. Mitsotakis’in Kongre’nin ortak oturumunda konuşma yapması, ayakta alkışlanması bu sürecin sonunda geldi.
Bu arada Yunanistan Fransa ile Eylül 2021’de bir saldırı durumunda birbirine yardım anlaşması imzaladı. Her ne kadar Fransız dışişleri Türkiye’yi kastetmedik dese de, zaten NATO’da böyle bir madde varken, neden bu türden bir anlaşma yapıldığı pek anlaşılamadı. Bunu Fransa’nın 24 Rafale savaş uçağı, üç fırkateyn satışı izledi.
Son olarak, Almanya iki ülke arasındaki gerilimde hızlı bir tutum değişikliğine giderek Türkiye’yi hem uçuşlar hem de adalar hakkındaki söylemi yüzünden eleştirdi.
GERİLİM NEDEN YÜKSELDİ?
Yunanistan’ın iddialarına bakıldığında gerilimin yükselmesinin iki nedeni var. Birincisi, Türkiye’nin geçen yıl Birleşmiş Milletler’e sunduğu mektup ve sonrasında Ege konusunda tutum değiştirdiği iddiası. İkincisi, Türkiye’nin Ege üzerindeki uçuşlarını artırdığı ve adaların üzerinde uçuş yaparak Yunanistan hava sahasını ihlal ettiği iddiası.
Türkiye 30 Eylül 2021’de BM’ye sunduğu mektupta (bundan önce 27 Temmuz 2021’de Yunanistan bir mektup sunuyor) geleneksel tezlerini sıralarken, adaların silahsızlandırılması konusuna da değiniyor ve burada hukuki argümanları sıraladıktan sonra, eğer bu durum değişmezse “adaların egemenliği konusunu tartışmaya açarız” diyor.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Şubat 2022’de bu söylemi tekrarladı. Türkiye’de pek dikkat çekmeyen bu yaklaşım, rutin it dalaşında iki tane fazladan Türk jeti kalktığında olay yaşanan Yunanistan’da büyük bir tartışmaya neden oldu. Konunun hukuki boyutu tartışmalı ve burada uzun uzun anlatmaya gerek yok. Her iki tarafın da iddialarına karşılık gelecek hukuki argümanlar var, emsal gösterdikleri davalar ve geçmiş uygulamalar var.
Ama Türkiye tarafından adaların egemenliğinin tartışmaya açılması bir politikaya dönüşmüş ve Yunanistan bundan ciddi bir endişe duymuşa benziyor. Bunun Yunanistan’daki karşılığı, Türkiye’nin her an adalara yönelik bir harekatta bulunması korkusu. Erdoğan hükümeti “eğer adalar konusunda antlaşma hükümlerine uymuyorsanız, o zaman egemenliğini de tartışmaya açarız, siz uymazsanız, biz de uymayız” tarzında bir yaklaşımı benimsemiş durumda. Bunun Yunanistan’daki kaygıyı artıracağını tahmin etmemiş olmaları mümkün değil. Bir bakıma Türkiye karşıtı bir cephe kuruyorsanız, biz de el yükseltiriz demeye getiriyor.
TÜRKİYE’NİN KAYGISI
Ege’de uzun süredir bir denge oluşmuş durumdaydı. Yunanistan karasularını 12 mile çıkarmıyor, karşılığında 1923 Lozan ve 1947 Paris antlaşmaları uyarınca silahsızlandırılması gereken adaları silahlandırıyordu. Bu durumu Türkiye şikayet konusu ediyor ama fiiliyatta bir şey değişmiyor, Yunanistan Limni adasında olduğu gibi, bunları NATO savunma planlarına dahil ederek ABD’ye cazip gelecek yollarla meşrulaştırmaya çalışıyordu.
Bir süredir Yunanistan’ın silahlanmaya hız vermesi, Fransa, ABD, İsrail, Mısır gibi ülkelerin desteğini alması, Türkiye’nin ekonomik sıkıntıları, müttefikleriyle ilişkilerin bozulması, birçok yerde askeri angajmana girmiş olması vs gibi nedenlerle Türkiye’de devlet katında Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarabileceği yolunda bir algıya yol açmış görünüyor. Bazı açılardan bakıldığında Yunanistan böyle bir hamlede bulunacaksa bunun koşulları uygun görünüyor. Yunanistan tarihinde hiç bu ölçüde bir diplomatik, askeri destek görmemiş, Türkiye hiç bu kadar yalnızlaşmamış, aynı anda birçok askeri angajmana girmemişti.
Bilindiği gibi Türkiye Haziran 1995’te, Yunanistan karasularını 12 mile çıkarmaya izin veren BM Deniz Hukuku Sözleşmesini onayladıktan sonra, TBMM’den bir karar geçirerek karasularının 6 milden daha fazla olmasını bir savaş sebebi sayacağını ilan etmişti. Şu anda koşullar Yunanistan açısından elverişli olsa da, şimdilik böyle bir hamlenin gerçekleşmesi düşük ihtimal. Aslında Ege’deki uluslararası suları çok daraltan böyle bir girişimi ABD de desteklemiyordu. ABD’nin Yunanistan ile ilişkileri bu sıralar en üst seviyesinde ama ileride herhangi bir Yunan hükümeti ABD savaş gemilerinin vs geçişine sorun da çıkarabilir çünkü karasuları doğrudan egemenlik haklarının kullanıldığı bir deniz alanı. Yine, böyle bir hamle Ukrayna savaşı devam ederken, ABD’nin iki müttefikini karşı karşıya getirir, İsveç-Finlandiya krizi bitmeden daha büyüğü başlar.
KRİZ FIRSATÇILIĞI MI?
Türkiye’de Ege üzerindeki uçuşlar takip edilmiyor, ne zaman kaç uçak kalktı, nerelerde uçtular çok merak eden de yok. Yunanistan’da bu tür bilgiler doğrudan kamuoyu ile paylaşılıyor. Türk savaş uçaklarının hangi adaların üzerinden uçtuğunu, kaç uçağın Yunan hava sahasını ihlal ettiğini, bunların sıklığının artıp azaldığını Yunan medyasına bakarak öğrenmek mümkün.
Yunanistan bir süredir ABD ve AB desteğini arkasına alarak daha özgüvenli davranıyor. Başbakan Mitsotakis artık çok dostumuz var dese de, savaş çıksa Ukrayna gibi yalnız kalırız, hiçbiri yardıma gelmez gibi gereksiz ve anlamsız yorumlar da yapılıyor. Ukrayna işgalinin yarattığı yeni güvenlik ortamında Yunanistan uyumlu bir müttefik olarak kendini gösterme telaşında. Hazır Türkiye’yi sorun çıkaran bir müttefik olarak yakalamışken yeni bir hamleyle Türkiye’nin yayılmacılığını gösteren bir haritayı bütün temsilciliklerine ve büyükelçiliklerinee dağıttı, Mitsotakis bizzat Biden ve Alman Başbakanı Scholtz’a kendi elleriyle sundu.
Bu 16 harita Yunan basınına yansıdığı kadarıyla 1972’den günümüze geçen 50 yılda Türkiye’nin Ege’de nasıl iddialarını artırdığını gösteriyor. Örneğin, 1970’lerde kıta sahanlığında petrol arama, 1990’larda aidiyeti tartışmalı ada ve kayalıklar sorununu çıkarma, 2000’lerde Doğu Akdeniz’de sondaj lisansları verme, 2019’da Libya ile deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması yapma ve burada Girit’i hesaba katmama gibi ve tabii Mavi Vatan haritası yayınlama.
Erdoğan ise yine krizden faydalanarak tersi bir taktik izliyor. Bu artık tanıdık hale gelmeye başladı. Bir sorun çıkar ya da varolan sorunu ağırlaştır, sonra bunun üzerinden pazarlık yap. Erdoğan ABD için kritik şu ortamda ben yeni sorunlar çıkarabilme kapasitesine sahibim demek istiyor.
Bu gerilim siyasetinin iki halka da hiçbir faydası yok. Türkiye ve Yunanistan Ege’de savaşmayacaklar. Bu NATO’nun sonu olur. İki taraf da bunu biliyor, NATO içinde yıllık savunma planlarını diğerleriyle olduğu gibi birbirleriyle de paylaşıyorlar. Gereksiz yere her iki ülke de silahlanmaya çok fazla para harcıyorlar, başka yerlerden keserek hem de.
Bir süredir Yunanistan kendince Türkiye karşısında bir stratejik üstünlük elde etti. İlişkileri bir “sıfır toplamlı oyun” olarak görmenin bir sonucu bu. Yani, Yunanistan’ın her kazancı Türkiye’nin kaybıdır, ya da Türkiye’ye kaybederse Yunanistan’ın hesabına yazılır tavrı. Atina yönetimi bu stratejik üstünlüğün sağladığı imkanla daha üst perdeden konuşuyor. Bir yandan her an Türkiye saldırabilir endişesini kamuoyunda canlı tutuyor, öte yandan geniş bir Türkiye karşıtı diplomatik atak yürütüyor. Bu süreçte Erdoğan’ın uluslararası alandaki olumsuz imajından sonuna dek faydalanıyor. Hatta, Yunanlı yorumcular, Erdoğan’ın “benim için Mitsotakis bitmiştir” sözünü ciddiye almayın, nelerden geri döndü, diyebiliyorlar.
Reelpolitik açıdan yaklaşıldığında Ege ve Doğu Akdeniz’deki bütün denge altüst oldu. ABD, Türkiye’deki algının tersine Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde dengeli bir pozisyona sahipti. İsrail ile Türkiye, Yunanistan ile Araplar arasında yakınlık vardı. Bunların hepsi ters yüz oldu. Bunları yeniden kurmak imkansız değilse bile zor olacak.
Bunu düzeltmenin yolu Türkiye’nin ABD’ye yakın olma konusunda Yunanistan ile bir yarışa girmesi değil. ABD böyle bir politikayı tercih eder, iki müttefikini kendisine yakın tutmakta rekabete sokmak ister. Erdoğan seçimleri kaybedip yeni bir hükümet gelse de sorunlar hemen çözülmez ama şu anki gerilim politikası tamamen siyasetin ürettiği yapay manevraların sonucu. Adaların silahlandırılması sorunu yeni birşey değil, 1970’lerden beri devam ediyor. Her iki ülke yönetimleri de lazım olduğunda Ege’deki gerilime başvurmayı tercih ediyorlar. Ege’de denizin dibi, denizin üstü, hava sahası, sondaj, adaların silahlandırılması, it dalaşı, en son mülteci akını hepsi kendi başına bir sorun ve hepsi birarada yaşanıyor. Bu haliyle bir “kriz torbası” işlevi görüyor. Yunanistan’ın “her Türkiye her an saldırabilir”, Türkiye’nin ise “gelirsek yine denize dökeriz” ergen tavrından kurtulması gerekiyor. Ama iki taraf da bundan vazgeçmek istemiyor.