Ekonomide yeni bir faz değişikliği zamanı yaklaşıyor

Erdoğan’ın Şimşek’ten beklediği, 2028 seçimlerine bir iki yıl kala, seçimi satın alabileceği bütçe–harcama koşullarına ulaşabilmek.

Önümüzdeki seçim takvimi yaklaştığında Erdoğan’ın kaybediyoruz telaşıyla, şimdiye kadar görülmedik ölçüde bir harcama, dağıtma ekonomisi uygulayacağına, Nas’a da dönebileceğine ihtimal vermek gerçekçi mi? Buna evet cevabı verirseniz, Şimşek’in cendere programının sonuçlarını da silip süpürecek ve yeniden tırmanan bir enflasyon tablosuna dönülebileceğine de ihtimal vermelisiniz. 2026, bu açıdan kritik bir öneme sahip. OVP, bunun ipuçlarını taşıyor.

***

Söylentisi bile piyasayı çalkalıyor. Nasıl hesapladılar bilmiyorum, son “Şimşek gidiyor” söylentisi 10 milyar dolara mal olmuş. Londra da ayağa kalktı. Timoty Bey, açıklama yaparak, “yakarız bak” demeye getirdi. İçerde de Şimşek’e yatırım yapan piyasacılar pek tedirgin oldu. Haklılar. Fakat soru, kuşku ortadan kalkmadı. Kalkmaz da. Erdoğan, 22 yıldır memleketi yönetiyor. Ne zaman neler yaptığı, dönüşleri biliniyor. (Ben bu yazıyı yazarken, Ankara’da “Katil Sisi”yi bizzat karşılamak için havalimanına gidiyordu!) Ekonomide son dönemde üç – dört kez faz değiştirdi. Yine yapması olasılığını ortadan kaldıran ne ki? Bu yüzden “acaba Şimşek’i ne zaman gönderecek” sorusu duruyor. Bir çatlak da seziliyor ama bana kalırsa yakın erimde pek mümkün görünmüyor bu. Mecburiyetler var çünkü. Döviz piyasası rahatlamazsa dönmez bu ekonomi. Farkında olmalı. Ama kritik bir konjonktür de yaklaşıyor. 2028’e 1 – 2 yıl kala ortada program filan kalmayabilir. Seçim takvimi yaklaştığında, Erdoğan’ın, kaybediyoruz telaşıyla, bu seçimin kendisi ve partisi için ifade ettiği yüksek kritik önem dolayısıyla 2023’ü çok çok aşan, şimdiye kadar görülmedik ölçüde bir harcama, dağıtma ekonomisi uygulayacağını, Nas’a da dönebileceğini beklemek gerçekçi görünüyor. Geçmiş icraatını ayine kabul eder de buna ihtimal verirsek, Şimşek’in cendere programının sonuçlarını da silip süpürecek ve yeniden tırmanan bir enflasyon tablosuna, belki de üç haneli enflasyona dönülebileceğine, emekçilerin tahmin edilenden daha uzun bir çile zamanına çekilebileceğine de ihtimal vermeliyiz.

Tartışalım bunu. Biraz geriye gidelim.

“Ekonomi” derken, halkın refahını artırmayı, haliyle huzurunu artırmayı anlayabilirsiniz. Gelir adaleti anlayabilirsiniz. Sağlık, eğitim, barınma haklarını sağlayan bir sistem anlayabilirsiniz. Kimsenin aç açıkta olmadığı bir düzen anlayabilirsiniz. Bütün yurttaşlarımızı, hanelerimizi “yoksulluk sınırı” üzerinde bir hayata taşımayı anlayabilirsiniz. Durumda ben de böyle anlıyorum. Ama ne hükümet ne sermaye kesimi ekonomiden bizim anladığımızı anlamıyor. Onların “ekonomide iyi durum” veya “ekonominin iyi durumda olması”ndan anladıkları şey, sermaye kesimi için iyi, verimli, cazip, karlı bir yatırım ortamı elde etmek. Kamuyu ekonomiden silen neoliberal dönemin alameti farikası bu. Artık siyasetin “ekonomide iyi durum” satması, dolayısıyla siyasetçinin ikbali, tamamen sermayenin performansına bağlı hale geldi. Siyasetçinin sermayeye teşvik – destek yağdırmasının nedeni bu. Arada emekçi kesimlere de zamlar filan veriyorlar çünkü TÜSİAD’ın, MÜSİAD’ın patronlarından tulum oy da çıkarsanız seçilemiyorsunuz.

Bir kere burada ayrıştık. Ekonomi tarifimiz daha başında farklılaşıyor.

Halk bir tarafta kaldı, hükümet ve sermaye kesimi diğer tarafta.

Fakat “sermaye kesimi” içinde de ayrılık var. Şimşek’in ömür tartışmasının oturduğu yer burası. Çünkü Şimşek’le Erdoğan’ın anlayışları “sermaye kesiminin” iki ayrı kanadını temsil ediyor. Erdoğan’ın frekansı MÜSİAD’la TOBB’la, TİM’le tutuyor. Kaynakların, işlerin, ihalelerin seçici, iradi, kayırmacı dağıtımına dayanıyor. Şimşek’in frekansı temelde “serbest piyasacı”lık üzerinden daha çok TÜSİAD’la tutuyor. Programdan şikâyet eden ve destekleyen kesimlere bakarak da bunu kolayca saptayabiliriz zaten. Erdoğan’ın anlayış düzeyinde has ekonomi adamı Nebati’ydi. MÜSİAD ile tam örtüşür. Özeti “düşük faiz, bedava kredi, bol teşvike” dayanır. Fakat Şimşek’in anlayışı daha çok TÜSİAD’la uyuşuyor ama sanki onu da biraz aşıp, daha geniş bir kapsama uzanıyor. Şimşek’in elde etmek istediği “iyi ekonomik durum”, uluslararası yatırım fonları, yatırım bankaları, portföy yatırımcıları ve kreditörler için de iyi, verimli, cazip bir yatırım ortamını ifade ediyor. Hani şu, hükümet sözcülerinin siyaseten aldatıcı etkisi yüksek olduğu zamanlar hücum ettiği “Londra finans baronları” denilen, bazen “ekonomimize operasyon çeken dış güçler” denilen kesimlere de uzanıyor. Fakat bu kapsama uzanmasının tek nedeni Şimşek’in ekonomi anlayışı ve müktesebatı değil. Türkiye ekonomisinin kritik önemde dövize ihtiyacı var.

Şimşek, konjonktütrel zorunluluk

Arkasında geniş bir paydaya dayanıyor olması hükumet ve sermaye kesimlerinin anlayış farklılıklarını önemsizleştirmiyor. Bugün için fark etmemiz gereken şu; Bakan Şimşek’in “dezenflasyon programı” dediği şeyin aslında birbirine baskın çıkmak isteyen iki sermaye kesiminin rekabetine oturduğu ve Erdoğan’ın ekonomiden anladığı şeyle çatışmakta olduğudur. İşte bu durum Şimşek programını Erdoğan için konjonktürel bir tercihe çeviriyor ve ömrü hakkındaki haklı kuşkular yaratıyor. Erdoğan’ın ekonomiden anladığı, bildiği şu: Faizi düşür, teşvikleri artır, başta inşaatçılar olmak üzere iş çevrelerine ucuz kredi ver. Ekonomi büyür. Bunu satarsın. 2028 öncesinde de buna dönmesi çok muhtemeldir. Buna büyük ihtimal veriyorum. O zaman bu aynı zamanda yeni bir faz değişikliği ve Şimşek programının, uygulamalarının kaldırılması anlamına da gelecek.

Bunu muhtemel kılan bir yapısal durum daha var. Derinde Türkiye’nin ekonomisi, diğer her şey gibi Erdoğan’ın siyasetine koşuludur. Memleket için daha iyi olacağı için tasarlanmış bir ekonomi değildir, her zaman Erdoğan’ın konjonktür siyasetine yarayacak bir kurguya geçen, değişen, farklılaşan, bu anlamda da istikrarını kaybetmiş bir ekonomidir. Farklı anlayışta olduğu halde bu dönem Şimşek’in kurgusuna razı olmasını açıklayan da bu. 2003’ten bu yana ekonomi bakanlarının isimleri, ifade ettikleri anlayış, faz değişikliklerini de yansıtıyor: 2011’e kadar IMF’li dönem vardı. Ali Babacan ve Şimşek ekonomi yönetimindeydi. IMF denetimi, gözden geçirmeler vardı. Fakat o süreç bitince Erdoğan, kendi anlayışını yansıtabileceği bir alan elde etmiş oldu ve kendi anlayışını temsil eden isimler geldi göreve. Sırasıyla Zafer Çağlayan, Nihat Zeybekçi, Mustafa Elitaş, tekrar Nihat Zeybekçi ve (bakanlığın Hazine ve Maliye Bakanlığına dönüştüğü dönem, 2018) nihayet Berat Albayrak. Bugünkü krizin mayalandığı devre bu dönemdir. Kriz gelip çatınca Erdoğan faz değiştirdi. Lütfi Elvan bakan, Naci Ağbal MB Başkanı oldu. Ne var ki seçim arifesiydi. Erdoğan sıkı para ve maliye politikasıyla seçim kazanamayacağını hissetti. Bu ikilinin dönemi kısa sürdü ve tekrar faz değiştirdi, Nurettin Nebati bakan oldu. Seçim kazanıldı ve Erdoğan tekrar faz değiştirdi, Şimşek göreve çağrıldı. Dikkat edilirse bu sıralı bakanlar iki anlayışta toplanır ve Erdoğan’ın o konjonktürdeki ihtiyacını temin eder. Kabaca bakıldığında Erdoğan’ın anlayışındakiler krize sokuyor, piyasacıları “gel çıkar” diye göreve çağırıyorlar gibi bir tablo var. Şimdi de öyle. Erdoğan’ın Şimşek’ten beklediği, 2028 seçimlerine bir iki yıl kala, seçimi satın alabileceği bütçe – harcama koşullarına ulaşabilmek. O yüzden önümüzdeki seçim takvimi yaklaştığında, Erdoğan’ın yeniden faz değiştireceğine ihtimal vermek yerinde bir ihtiyattır. Dün açıklanan OVP bunun ipuçlarını taşıyor. Enflasyonda çok sert düşüşler öngörülürken, büyüme hedefleri yukarı yönlü revize edilmiş. Büyümeci anlayış yavaş yavaş uç vermeye başladı bile.

Kriz üreten çatışma

Erdoğan’ın idaresindeki ekonominin krizden krize sürüklenmesi kaçınılmaz görünüyor. Çünkü kendi ajandasına döndükten sonra, 15 yıldır Türkiye’de siyaset de ekonomi de bir zorlama geçişin sancısını çekiyor. Ekonomisiyle, rejimiyle İslamcı, patrimonyal sultanlık inşa etmeye çalışıyor. Her ikisinde de elde ettiği şey hedefinden çok uzaktadır ama yine de siyasette aldığı yol ekonomiden fazla görünüyor. İki katmanın uyumsuzluğu iktisadi alandaki krizin kök sebebidir. Bugün daha bariz. Büyük fotoğrafta el mecbur Şimşek’e teslim edilmiş ekonomi başka bir kulvarda (serbest piyasa) ilerliyor ama siyasetin kulvarı başka. Bu yarılma öteden beri devam ediyor ve gele gele sonunda Türkiye’yi (her alanda; ekonomi, rejim, toplumsal…) derin bir bunalımın girdabına soktu.

Anlayış farklılığı Şimşek programının topal kalmasına da yol açıyor. Şimşek, başında bulunduğu Maliye ve Hazine Bakanlığı koltuğundan, MB’nin yana yakıla çağırdığı maliye politikasında istediği desteği veremiyor. Külliye’nin çeperlerine çarpan tasarruf önlemleri yürümüyor, vergi planları yürümüyor. Şimşek Batı’dan döviz umuyor, hükümet, BIRCS’e üyelik başvurusu yapıyor.

Hükümetin, günlük pratik icraatından da Şimşek’e destek yoktur. Gerginlik artıyor. Tek bir güne sığan gündemler dehşet vericidir. Gazeteci Murat Ağırel'in katli için ihale yapıldığı ortaya çıkıyor. Hopa, Cankurtaran'da, bölgeyi korumaya çalışan Reşit Kibar, patronun kiralık katilleri tarafından öldürülüyor. İktidar ittifakı içindeki itişmeye bağlı operasyonlarla tutuklanan emniyetçiler yargılanıyor. Kayrılan şirketlerden Fernas’ın müdürünün işçiler ve sendika yöneticilerinin gizli bilgilerine ulaşabildiği anlaşılıyor. 15 gündür bir kayıp çocuk aranıyor. Bir güne sığan tehdit videolarını, ifşa videolarını, sokak ortası cinayetleri saymıyorum. Şu 24 saat içinde iktidarın Türkiye’yi getirdiği tablo tekmili birden bulunuyor: Derin huzursuzluk! Tamam, ekonominin hukukla bağlantısı tartışılabilir ama huzurla bağlantısı tartışılabilir mi?

Köşe Yazıları Haberleri