‘Emanetçi’ Cumhurbaşkanı olur mu?

‘Emanetçi’ Cumhurbaşkanı olur mu?
Cumhurbaşkanlığının en güçlü adayı da hukuk ve demokrasi dışı yöntemlerle yarış dışı bırakıldı. “Herhangi biri” cumhurbaşkanı olabilir mi?

Anayasamız “Türkiye devleti bir cumhuriyettir” diye başlar ilk maddesinde. Cumhuriyetin en basit tanımı da “milletin, egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve belli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı devlet yönetim biçimi” şeklindedir.

Memleketin cumhuriyet yönetimine geçmesinin, o zamanın koşulları da göz önünde bulundurulduğu zaman, hiç de kolay olmadığı hemen anlaşılıyor.

Ülkeyi yönetmek görevi Büyük Millet Meclisi’nindi ve bakanlar buradan seçiliyordu. Meclis Başkanı olmasına karşın, Mustafa Kemal her kararı alma gücüne sahip değildi. Yürütmede yaşanan sıkıntıları somut hale getirerek Mustafa Kemal, uzun zamandır kafasında olan cumhuriyeti ilan etmek için harekete geçti. Bütün bakanlar istifa etti ve yeni bakanlar seçilemedi, kaos yaratıldı. 28 Ekim’de yakın çalışma arkadaşları ile bir araya gelen Mustafa Kemal o ünlü “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” sözünü söyledi. Cumhuriyet’e geçiş için anayasa değişlik yasa metnini İsmet İnönü hazırladı. 29 Ekim 1923’te bu metin oylandı ve “Yaşasın cumhuriyet” sloganları eşliğinde kabul edildi. Ardından Cumhurbaşkanı seçimine geçildi, genel kurul salonunda 333 milletvekilinin sadece 158’i vardı ve oybirliği ile Ankara Milletvekili Mustafa Kemal cumhurbaşkanı seçildi. 1927 yılında yapılan seçimlerde de oylamaya 316 milletvekilinin 288’i katıldı ve Mustafa Kemal bu 288 milletvekilinin oybirliği ile ikinci kez cumhurbaşkanı seçildi.

Cumhuriyet yönetimine geçmek de adınız Mustafa Kemal olsa da cumhurbaşkanı seçilmeniz, tarihin deneyimlerinin ortaya koyduğu bir gerçek olarak hiç kolay değildi. Daha sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de hayli sıkıntılı deneyimleri vardır Türkiye’nin. (Cumhuriyetin bu coğrafyanın yaralarının en iyi merhemi olduğunu her geçen gün biraz daha iyi anlıyoruz değil mi?)

Cumhurbaşkanları ve itibarları

Ahmet Necdet Sezer, Türkiye’nin 10’uncu Cumhurbaşkanıdır. Anayasa Mahkemesi Başkanı olduğu dönemde, TBMM’de grubu bulunan partilerin ortak aday göstermesiyle cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. Geçtiğimiz günlerde torunu ile bir konsere gidince bazı internet sitelerinde haber oldu. Politik bir kişilik değildir. Ailesi de kamuoyunda hiç gözükmedi. Konsere giriş ve çıkışları hayli mütevaziydi ve karşılaştıkları herkesten saygı gördüler. Normal bir hayat sürdürdüklerinin göstergesiydi o konser fotoğrafları.

7’nci Cumhurbaşkanı Turgut Özal politik olarak çok eleştirildi. Karşıtı ve sevmeyeni çoktu. Çok kalabalık bir halk topluluğu onu son yolculuğuna uğurladı. Şimdi de oğlu rahatça insanların karşısına çıkarak siyaset yapabilmektedir.

9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de çok keskin bir siyasi kimliğe sahipti. Cumhurbaşkanlığından sonra siyasete dönmedi. Şimdi Türkiye siyasetinin referans kaynağı olarak sürekli anılıyor. Akrabaları toplumun karşısına rahatlıkla çıkabiliyorlar.

11’inci cumhurbaşkanı Abdullah Gül de memleketi bu hale getiren kadronun içinden çıkmış olmasına karşın halkla temas kurduğunda çok fazla tepki görmeyen isimlerden. Recep Tayyip Erdoğan karşısında muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olmayı da koşullu kabul etmişti.

Darbeci Kenan Evren yani Türkiye’nin 7’nci cumhurbaşkanı çok az sayıda katılanın olduğu bir devlet töreni ile defnedildi. Siyasi partiler hiçbir temsilcilerini cenazeye göndermedi. Sadece Mehmet Ağar vardı törende. MHP’nin ve ülkücü hareketin önemli ismi “Doğunun başbuğu” lakaplı Yılma Durak’ın eşi cenazede “hakkını helal etmediğini” haykırdı, eşi adına. Cenazede onunla birlikte 4 kişi, aynı cümlelerle helal etmediler haklarını. 78’liler davullu zurnalı gösteri yaptı. Evren karargâhta tören, cenazede protesto ve sokaklarda davul zurna ile yolcu edildi. Bugün hiçbir akrabası göğsünü gereğe gere onun ile akraba olduğunu söyleyemez.

Türkiye’nin 2’nci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile 9 CHP kurucusundan birisi olan ilk sivil Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın çocuklarının siyaset dahil her yerde babalarının adı sayesinde önleri açılmıştır, saygı görmüşlerdir. İkisi de ulusal kahramandır.

Yani cumhurbaşkanı olmanız toplumda hak ettiğiniz saygıyı size ve ailenize, akrabalarınıza sağlamaz. Bu görevi nasıl yaptığınız çok önemli. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmeden önce parlamentonun seçtiği cumhurbaşkanları ve aileleri hep saygı gördü.

Devleti ve onu var eden toplumun tüm kesimini temsil eden ve temsil ettiği devletin hukuk içinde işlemesini denetleyen bir cumhurbaşkanı bugün Türkiye’nin en önemli ihtiyacıdır. Normalleşmenin ilk adımı da tam burasıdır.

Ekonomi ve hukukta çöküş

Erdoğan her gün yaptığı konuşmalardan birisinde dünyada ekonomi üzerinden yürüyen tartışmalara değildi ve “Herkesi etkileyecek bir fırtına geliyor” dedi. Oysa bildiğimiz Erdoğan “Almanya batacak, İngiltere iflas edecek, ABD ve Çin kendine gelemeyecek ama bize bir şey olmayacak teğet geçecek” derdi. Demedi. Emekçiler üzerinden uygulanan kemer sıkma modeli ekonomik program işlemiyor. Yine hedef sapacak. Bunun için de bahane şimdiden dillendirilmeye başlandı bile: Global fırtına.

Mart ayındaki aylık yüzde 2,46 enflasyon oranıyla Arjantin’den sonra dünyada ikinci sıradayız. Hukuktan biraz ayrıldığınız zaman, Merkez Bankası’nda iki yılda vatandaşın sırtına yüklenilen büyük maliyetle biriken doların 44,5 milyarı uçtu. Kalan miktar 14,4 milyar dolar. Bu kasada bol miktarda emanet dolar bulunduğunu da söyleyelim. Enflasyon hedefi ve beklentisi her ay yükseltiliyor. Bunun nedeni de belli. Üç aylık hazine nakit dengesi açığı 901 milyar lira. Son 12 ayda ise 2,4 trilyon lira. Bunlar borç ile kapanacak ve bu borçlarla birlikte faizleri de vatandaşın sırtından ödenecek.

Türkiye’de cezaevlerinde kapasite aşılalı çok oldu. 403 bin 60 kişi var cezaevlerinde. Son 3 ayda 14 bin 478 kişi eklendi bu sayıya. Adli kontrol altındaki kişi sayısı ise 115 bin 857. Cezaevindeki kişi sayısı ile dünyada altıncı ülkeyiz. Avrupa Konseyi ülkeleri içinde 100 bin kişi başına düşen mahkum sayısıyla da en yüksek cezaevi nüfus oranına sahip ülkeyiz.

Ekonomi ve hukuk en temel iki göstergedir ülkeler için. Ve bu tablonun yaratıcıları her gün ekranlarda içinde yaşadığımız bu ülkeyi bize “İsviçre” gibi anlatıyorlar.

Yaşadığımız yere memleket, muhatap olduğumuz organizasyona da devlet demek çok zor. Bunun bir an önce değiştirtilmesi lazım. Düşülen bu çukurdan çıkmak lazım. Bunu sağlayacak olan da -bu sistem nedeniyle- cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanlığının en güçlü ve CHP’nin de ileride resmileştirmek için belirlediği adayı da hukuk ve demokrasi dışı yöntemlerle yarış dışı bırakıldı. Yapılacak ilk seçime katılma ihtimali maalesef yok.

“Herhangi biri” cumhurbaşkanı olabilir mi?

Yukarıda cumhurbaşkanlarından boşuna söz etmedim. CHP Genel Başkanı “Herhangi birini aday gösterir kazanırız” diyerek bu makamı çok fazla sıradanlaştırdığının farkında değil galiba. Memleketteki hukuksuzluklar dahil pek çok meseleyi çözmesi gereken ve halkın seçeceği, Türkiye Devleti’nin cumhurbaşkanı adayının “herhangi” biri olmaması gerekir. Emanetçi bir cumhurbaşkanını oraya oturtmayı bir siyasetçinin aklına getiriyor olabilmesi bu ülkenin tarihinden ne kadar uzak olduğunun da göstergesidir. Bu aynı zamanda da “tek adamlık” sistemini meşrulaştırmaktır. CHP’nin daha önce yüzde 30 ve yüzde 48 oy alan iki adayı bulunuyor. Bunları aşacak üçüncü bir adayı da hatta adayları da olacaktır.

Ekrem İmamoğlu’nun da arkasında duracağı bir model ile iddialı bir adayla bu cumhurbaşkanlığı seçimine gidilir ve kazanılır. Sonra memleket normalleşir, İmamoğlu da Selahattin Demirtaş da Ümit Özdağ da birbirlerinin rakipleri olarak adil bir seçimde yarışırlar.

Önümüzdeki seçimi kazanan ve bu ortamı sağlayan cumhurbaşkanının ve buna katkı sağlayan tüm siyasetçilerin, sadece çocuklarının değil torunlarının da göreceği saygıyı hepimiz tahmin edebiliriz…

Köşe Yazıları Haberleri