EMEK EREZ
“Haritasını çıkardığınız yere zaten gitmişsinizdir. Ama gitmekte olduğumuz yerin henüz haritası yoktur” diyordu Audre Lorde, sanırım farklı sebeplerle göç etmek zorunda kalmanın getirdiği belirsizliği de ifade ediyor bu cümleler. İnsanlar bir umutla düşüyor göç yollarına ki çoğu zaman bu göçlerin, artık yaşanma umudu kalmayan yerden “kaçış” olduğunu biliyoruz. Genel olarak göç, sürgünlük, uzaklık, hasret coğrafyamızın ve dünyanın her zaman güncel “sorunlarından” biri olarak çıkıyor karşımıza. Göç edilmiş, bir şekilde yolun sonunda hayatta kalınmış olsa bile gidilen yerde türlü ayrımcılığın, yabancı düşmanlığının hedefi oluyor göçmenler. Bu duruma dair örnekleri çok uzakta aramadan, hemen şu an yaşadığımız ortamda da gözlemleyebiliyoruz.
Lorde’un “gitmekte olduğumuz yerin haritası yoktur” cümlesinin de işaret ettiği gibi, belirsiz bir bilinmeyene doğru yola çıkış göç, kısacık bir kelime ama altını kaldırdığınızda başka başka anlamlar içeren, onlarca farklı kavramla tartışabileceğiniz, hiçbir zaman göç edenin yaşadığı duyguyu tam ifade edemeyeceğiniz bir alan.
Kendisi de zorla göçü, sürgünlüğü yaşamış olan, Gassan Kanafani’nin Metis Yayınları tarafından, Mehmet Hakkı Suçin çevirisiyle basılan “Güneşteki Adamlar” kitabı, 1986 yılından göç gerçekliğine bakmamızı sağlayan bir metin. Bahsettiğimiz gibi Kanafani de bir göçmen, 1948 Arap İsrail savaşına kadar Yafa’da yaşıyor ve sonrasında ailesiyle sürgüne gitmek zorunda kalıyor. Önce Lübnan’a daha sonra mülteci olarak Suriye’ye sığınıyorlar. Kanafani hakkında dikkat çekici olan bir başka ayrıntı da 1967 yılında kurulan Filistin Halk Kurtuluş örgütüne katılarak parti sözcülüğünü üstlenmesi. Halkının davasını dünyaya duyurma çabası veren Kanafani, kısa öyküleri, romanları ve gazetecilik faaliyetleriyle tanınıyor ve 1972 yılında arabasına konulan bomba sonucu yaşamını kaybediyor.
Yaşam ve Eser
Yazarların yaşamlarının, metinlerini yorumlarken devreye sokulması tartışılan bir meseledir. Ancak Kanafani gibi hayatıyla metinlerini ilişkilendirebildiğimiz hatta meselesi zaten yaşamından çıkmış olabilecek yazarlar için konuya farklı yaklaşılabilir. Lev Şestov, “Dostoyevski ve Nietzsche: Trajedinin Felsefesi” adlı kitabında yaşamdan çıkan felsefenin, Dostoyevski ve Nietzsche üzerinden izini sürüyordu. Onların yaşamlarındaki belli anların, eserlerinde nasıl bir etkisi olabileceğini yorumlamaya çalışıyordu ki bu yöntem bizi iki yazarın yaşamlarındaki uğrakların, eserlerinde yansıması olabileceğini düşündürüyordu. Mesela, Dostoyevski kürek cezasına çarptırılıp haksız yere mahkûm edildiğinde, kendisini cezasının biteceğine ve iyi günlerin geleceğine inandırmaya çalışıyordu. Ama sonrasında, yaşadığı mahkûmluk günlerinin üzerinde bıraktığı izi silemeyince, “iyi”, “kötü”, “suçlu”, “masum” gibi kavramlara bakışında, bu deneyimin etkisi olabileceğini Şestov’un anlatısından hissedebiliyorduk.
Kanafani’nin “Güneşteki Adamlar” kitabına da belki bu açıdan bakabiliriz. Göç yolculuğunun anlamını bilen bir yazarın, onu anlatıya taşırken kendi deneyimini, tanıklıklarını, duygusunu işin içine katmış olabileceği düşüncesi bana kalırsa çok uzak değil. Yazarın, kısa yaşamını coğrafyasının halklarının sorunlarını duyurmaya ve Filistin davasına adadığı düşünülürse, karakterleri de buradan beslenen birer figür olarak yorumlanabilir.
Bir Hayal İmgesi Kuveyt
Kanafani “Güneşteki Adamlar” kitabında, yolları göç etme zorunluluğuyla kesişen üç insanın hikâyesini anlatıyor. Bu üç karakterin göç etmelerinin genel sebebinin ekonomik olduğu söylenebilir. Onlar, Kuveyt’e ulaşarak daha iyi bir yaşama kavuşmanın hayalini kuruyorlar. Mesela, kişilerden Ebu Kays’ın zihnindeki Kuveyt şöyle: “Orada Kuveyt vardı. Zihninde bir düş, bir hayal gibi olan her şey sahiden orada vardı. Yorgun zihninde dolaşanlar birer sanrı değil; taştan, topraktan, sudan ve gökyüzünden oluşan kanlı canlı gerçeklerdi. Orada sokaklarda, caddelerde kadınlar, erkekler, çocuklar ağaçların arasında koşturuyor olmalıydılar.” Ebu Kays böyle geçiriyordu zihninden o umut mekânını, oysa orada şoförlük yapan arkadaşı ağaç olmadığını, ağaçların onun zihninde olduğunu söylemişti.
Karakterin, ağaç olmadığı söylenmesine rağmen hayalinde mekânı ağaçlı tahayyül etmesi, göç etmeyi düşünülen yerin, kişi açısından nasıl bir anlamı olduğunu da hatırlatıyor ve onun zihninde yaşamak istediği yerin bir imge olarak nasıl umutlu bir yere yerleştiğinin de göstergesi oluyor. Diğer bir karakter Mervan’ın hikâyesinde ise yoksulluk ağır basıyor. O doktor olmak istiyor ama babası ailesini terk ediyor, ağabeyi de Kuveyt’e gidip bir süre sonra onları unutuyor. O da kendi deyimiyle “tavaya atlamak ve sonsuza dek orada kalmak dışında” bir çözüm bulamıyor. Kuveyt’e gitmek istiyor çünkü onun da şöyle hayalleri var: “Kazandığı her kuruşu annesine gönderecek, annesini ve kardeşlerini armağanlara boğacak, o kerpiç kulübeyi ilahi bir cennete dönüştürecekti.”
Bu iki karakterin hikâyesinde de görüyoruz ki göç yollarına durduk yere çıkılmıyor çünkü kimse yerinden, yurdundan uzaklaşmaya gönüllü olmaz. Göç yolu, çaresizin en son çaresi olarak başvurduğu bir yöntem ki bu, kitabın bir başka karakteri olan Esad’ın cümlelerinde açığa çıkıyor: “Yol ha! Şu dünyada başka bir yol mu kaldı? Bütün yolları günler boyunca alnıyla silip teriyle yakmamış mıydı? Herkes bunu söylüyor: ‘Kendini yolda bulursun’” Bu cümlelerde özellikle “kendini yolda bulursun” ifadesindeki olumsuz tını, göç etmenin zorunluluğunu ve çaresizliği de yansıtıyor fikrimce. Yani göç yolu ve başka bir yere gitme fikri, kişilerin zihninde umutlu bir imge olarak yer etse de kimse için aslında ilk akla gelen değil, yaşanılan yerde hiç umut kalmadığında bulunan zorunlu çözüm.
Zorunlu çözüm çünkü gitmek, Jean Luc Nancy’nin ifadesiyle, “daima bölünmektir. Sadece ayrıldığımız yer ile gittiğimiz yer arasında bölünme değil, bizzat biz de bölünürüz parçalara ayrılırız.” Bir yola çıkmak yaşadıklarımızı, yola çıkış nedenlerimizi, geçmişimizi silmez bu nedenle gitmek; hayat boyu bitmek bitmeyen bir bölünmüşlük, gidilen yer ile geride kalan arasında sonsuz bir yolda, parçalı bir bedenle varolmaktır. Kanafani’nin karakterleri için de bu durum geçerli, gitmeye, bölünmeye, parçalanmaya razılar çünkü daha iyi bir yaşamı yola çıkarak bulacaklarını umut ediyorlar.
Su Tankerinde Umut Yolculuğu
Kanafani’nin metninde günümüzde de sıklıkla karşımıza çıkan, göçmen kaçakçılığı yapan, insanların tüm birikimini almaya çalışan aracılara da rastlıyoruz. Kitabın karakterlerinin de yolu aracıların olduğu böyle bir mekânda kesişiyor. Ancak onlar sonradan tanıştıkları, Ebu’l Hayzuran’la yollarına devam ediyorlar. Bu karakter “daha fazla, daha fazla para kazanıp yan gelip yatmak” amacıyla bu işi yaptığını ifade ediyor. Pazarlıktan sonra düştükleri yol ise çölün sıcağını, koşulların zorluğunu okura duygu olarak epey hissettiriyor. Bu yolculukta kullanılan araç, karakterlerin arama noktalarında içinde gizlenmek zorunda kaldıkları bir su tankeri. Sıcaktan ısınması nedeniyle içinde en fazla beş-yedi dakika kalınabilecek bir lav kuyusu olarak tanımlanabilir.
Ama göç yoluna çıkanlar için şöyle bir anlamı var: “Koca tanker yol boyunca sadece onları değil, hayallerini, ailelerini, hırslarını, umutlarını, umutsuzluklarını, güçlerini ve güçsüzlüklerini, geçmişlerini ve geleceklerini götürüyordu. Meçhul olan yeni bir kaderin dev kapısını zorluyormuş gibiydi ve bütün gözler, görünmez iplerle bağlıymışçasına bu kapıya dikilmişti.” Ebu Kays, Esad ve Mervan’ın hikâyesinde bu araç bir su tankeri olmanın ötesinde; kaderin kapısını zorlamak, geride kalan ile ulaşılacak olan arasında bir köprü, yüklenilmiş umut ve çaresizliğin bir arada düşünüldüğü kurtarıcı anlamına geliyor. Şimdilerde pek çok insanın belki de aynı sebeplerle bindiği o göçmen tekneleri gibi.
Gassan Kanafani’nin, “Güneşteki Adamlar” metni, göç gerçekliğini bize karakterlerinin hikâyesiyle anlatıyor. Zorla göç etmenin anlamı, onların cümlelerine sızarken zamanımızda pek çok insan için geçerli olan bu konuya, yıllar öncesinden, kendisi de göç yollarına düşmek zorunda kalmış bir yazarın gözünden bakma şansı buluyoruz. Göç etmenin sebepleri değişse de çıkılan yolun anlamı genellikle birbirine benziyor çünkü göç belirsiz, neyle karşılaşacağını bilmediğin, başta bahsettiğimiz gibi “haritasız” bir yolculuk. Kişinin, geçmişini ve şimdisini sırtına alıp geleceğine taşımaya çalıştığı umut. Gassan Kanafani bahsettiğimiz gibi, belki kendisi de göçü, sürgünlüğü deneyimlediğinden meselenin gerçekliğiyle, etki bırakan bir üslupla karşılaştırıyor okuru bana kalırsa metnin önemli yanlarından biri de bu.
Kaynaklar
A. Lorde’tan Akt. Chambers, L. “Göç, Kültür, Kimlik”, s.57, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Şestov, L., “Dostoyevski ve Nietzsche: Trajedinin Felsefesi”, (Çev. Kayhan Yükseler), İstanbul: Notos Kitap.
Nancy, J.,N. (2012), “Gitmek/Yola Çıkış”, s. 30-31, (Çev. Murat Erşen), İstanbul: Monokl.
Gassan Kanafani hakkında bknz: https://www.marxists.org/archive/kanafani/index.htm
https://www.middleeasteye.net/discover/ghassan-kanafani-palestine-life-writer