Erdoğan iktidarı bir süredir içeride azalan popülerlik, ekonomik sorunlar, bölgede izolasyon ve kendisine mesafeli bir Biden yönetimiyle karşı karşıyaydı. Bu olumsuz tabloyla baş edebilmek, seçime giden sürecin iç ve dış koşullarını sağlayabilmek için 2021’den itibaren bir dış politika değişikliğine gitmeye başladı. Biden yönetimine sorun çıkarmamak (Ermeni soykırımının tanınmasına tepki vermeme) yeni işbirliği alanları açmaya çalışmak (Kabil havaalanı) müttefikleriyle sorunları çözmek gibi açılımlar yaptı.
Batı’da Erdoğan her konuyu kendi hesabına bir pazarlığa çeviren, güvenilmez, öngörülemez sorunlu bir müttefik olarak görülüyordu ve seçime giden koşullarda Erdoğan’ın bu imajı artık değiştirmesine imkan olmasa da kendince bazı girişimlerde bulunmuştu. Beklenen bu hattın devam etmesiydi çünkü siyasetin mantığı seçimler öncesinde özellikle sıcak para girişine bu ölçüde ihtiyaç duyulan bir ortamda Erdoğan’ın Batı’ya tekrar sorun çıkarmayacağı şeklindeydi. Ama süreç böyle işlemedi. Bu yazıda Erdoğan’ın Batı ile uzlaşma çabasına devam ederken (örneğin, Dışişleri Bakanının İsrail ziyareti) aynı anda elindeki bütün kozları birden oynadığı bir sürece girdiğini tartışacağım. Batı’dan ve özellikle Biden yönetiminden uzlaşarak elde edemediklerini, bu kez zorlayarak, elinde hala bazı kozlar olduğunu göstererek almaya çalıştığını savunacağım.
NATO VETOSUNA DEVAM
İçinde bulunduğu koşullar altında Erdoğan’ın Batı’ya karşı direnemeyeceği düşünülebilirdi. Tam da Doğu Akdeniz’de uyumlu davranmaya başlamış, Batı’nın enerji ihtiyacı için İsrail ile doğal gaz üzerinden yeni bir işbirliği alanı açmayı deniyor iken elindeki en etkili koz olan NATO vetosunu devre soktu. Hazır böyle bir fırsat yakalamışken Erdoğan’ın bundan faydalanmaması olmazdı ama pazarlık bir şekilde yola konabilirdi. Bu hala mümkün. Ama süreç şimdilik öyle ilerlemiyor. Şu anda Erdoğan ne İsveç’ten görünürde, ne de arka planda ABD’den herhangi bir ödün koparabilmiş değil. Erdoğan’ın muhatapları İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini önemli bir konu olarak görüyorlar ama bu yüzden Erdoğan’ın her talebini kabul etmek, ona iç politikada kullanabileceği tavizler vermek de istemiyorlar.
İsveç ve Finlandiya’nın hızlandırılmış NATO üyeliği gecikiyor ama NATO’nun bu iki ülkeye angajmanı artıyor. NATO üyeleri resmi üyelik gerçekleşinceye kadar bazı önlemler almaya başladılar.
1- İsveç ve Finlandiya zaten uzun süredir NATO ile işbirliği içindeydiler. Mart ayından itibaren NATO toplantılarına oy kullanma hakkı olmadan katılmaya başladılar, Rusya saldırısına hazırlık olduğu ima edilen bölgedeki NATO tatbikatlarında yer alıyorlar. Dolayısıyla, Alman dışişleri bakanının dediği gibi, İsveç ve Finlandiya “Üyelik kartları olmadan NATO üyesi” haline geldiler bile.
2- Bölgedeki güvenlik yapılanmasına dair bir başka gelişme de 11 Mayıs’ta İngiliz Başbakanı Boris Johnson’un İsveç ve Finlandiya’yı ziyaret ederek ittifak antlaşmaları imzalaması oldu. Buna göre söz konusu iki ülke saldırıya uğradığında İngiltere bu ülkelere askeri yardım sağlayacak. İçeriği açıklanmamakla birlikte bu iki ülkenin İngiltere’nin nükleer koruma şemsiyesi altına girdikleri haberi İngiliz medyasına yansıdı. Bu durum 1930’larda Avrupa’da görülen paktlar dönemini çağrıştırıyor. İngiltere bir bakıma ön alarak, NATO üyeliği gerçekleşinceye kadar bu ülkelerin güvenliğini üstleniyor, Rusya’ya bir mesaj vermiş oluyor. Ama aynı zamanda AB üyesi olan bu ülkelere AB içinde güvenliklerinin AB dışındaki İngiltere tarafından sağlanacağını söylemiş oluyor.
Bu gelişmeler İsveç ve Finlandiya’nın resmi NATO üyelik sürecini geciktirse de, durumun şimdilik idare edilmesine ve Türkiye’nin veto gücünün bir miktar kırılmasına neden oluyor.
ERDOĞAN MİTSOTAKİS YERİNDE OLMAK MI İSTİYORDU
Tarih boyunca ilk kez bir Yunan başbakanı Kongre’nin iki kanadının bir arada olduğu bir oturumda defalarca hem de ayakta alkışlandı. Beyaz Saray’da kabulün ötesinde bu türden bir muamele çok istisnai idi. Erdoğan Mitsotakis’in burada Türkiye’nin adını vermeden ama onu işaret ederek yaptığı konuşmaya mı, yoksa Biden’den NATO/veto krizi boyunca bir telefon bile gelmemesine mi öfkeli bilmek mümkün değil. Biden ile yalnızca uluslararası toplantılar sırasında iki kez görüşme ve iki kez telefon dışında muhatap alınmamanın verdiği bir kızgınlık olmalı. Oysa, Erdoğan önce Beyaz Saray’da kabul edilse, ardından Kongre’de konuşma yapsa, ayakta alkışlansa etkili Senatörlerle sohbete devam etse medyası tarafından dünya çapında bir lider olarak lanse edilecekti. Ama olmadı.
Bu bir tercihti. Kızmaya, bozulmaya gerek yok. Rusya’dan S-400 alıp, Doğu Akdeniz’de NATO misyonundaki savaş gemilerine radar kitlemesi yapıp, Fırat’ın doğusunda ABD’nin Suriye’de kendi nüfuz bölgesi saydığı alana girip, içeride otoriterleşip sonra önüne kırmızı halı serilmesini beklemek gerçekçi değil.
“Mitsotakis benim için bitmiştir” gibi dış politika açısından anlamlı olmayan ifadelerin ötesinde tablo, son 50 yılda Türkiye-Yunanistan-ABD arasında kurulmuş dengenin ne kadar alt üst olduğunu göstermesi açısından önemli. Tablonun bu hale gelmemesi için mutlaka ABD’nin her istediğini yapmaya gerek yoktu. Bu uzun bir konudur ama şu kadarını söylemek gerekir ki, ABD’ye direnç S-400 gibi gereksiz alanlarda gösterildi. Yoksa, ABD’ye yaranmak için Yunanistan ile daha fazla stratejik değer sunma yarışına girmeye hiç gerek yok. Yunanistan’ın tümü ABD üssü olduysa, bunu Yunanistan düşünsün. Bu Türkiye’nin sorunu olamaz. O üslerin ve askeri yığınağın Türkiye’ye yönelik olmadığını, ABD’in İskandinavya’dan Akdeniz’e inen bir hattı askeri olarak tahkim ettiğini, Türkiye’nin zaten nükleer silah ve NATO’ya entegre radar sistemi bulunduran bir NATO üyesi olduğunu anlamakta zorlananlara bunu bir kez daha hatırlatmak gerek.
Türkiye’nin buna tepkisi Ege’deki hava sahasındaki aktivitesini artırmak oldu. Türkiye kamuoyunda kimsenin pek farkında olmadığı Ege üzerindeki it dalaşı Yunanistan medyası, siyaseti ve kamuoyu için önemli bir olaydır. Nisan sonuna doğru Türkiye’nin hem Yunanistan’ın iddia ettiği hava sahası ihlalleri hem de alçak uçuşlarda artış olmuş. Bu noktada 6 millik karasuları üzerinde 10 millik hava sahası iddiasının bir hukuki geçerliliği olmadığını ve Yunanistan’ın bu zorlama iddiasının gereksiz gerilimlere neden olduğunu da söylemeliyiz. Ama asıl nokta, konunun özünden çok Türkiye’nin Ege’de sorun çıkarma potansiyeli olduğunu gösterme amacı taşıması. Tam da Yunanistan’ın F-35 uçakları alıp, Türkiye’nin F-35 projesinden çıkarılıp, F-16 almak için uğraştığı bir dönemde.
SURİYE’YE YENİ HAREKAT MI?
Erdoğan’ın elindeki en elverişli koz Suriye. Birçok kapıyı açacak bir anahtar bir süredir. İsveç’e siz PYD faaliyetlerini engellemezseniz, ben burada doğrudan kuvvet kullanırım diyor. NATO’ya ve ABD’ye el yükseltebileceğini gösteriyor. Afrin’den Fırat nehrine kadar olan bölgeye kadar hala operasyon düzenleyebileceğim, kontrolüme alabileceğim bir alan var diyor. Bu Batı’ya yönelik bir gövde gösterisi. Diplomasi ile askeri gücü bir arada kullanabileceğini göstermeye çalışıyor. Böyle bir harekat gerçekleşmese bile olmayacağının da garantisi yok. Belirsizlik bir dış politika taktiği olarak Erdoğan iktidarı tarafından bolca kullanılıyor.
Suriye’ye harekat aynı zamanda iç politika açısından en etkili araçlardan biri, hem de psikolojik üstünlük CHP’nin eline geçmişken. Gündemi değiştirmek, muhalefeti yanında hizaya sokmak, çatlak yaratmak, en azından kafa karıştırmak açısından çok işlevli bir araç. En kritik konunun bir haftadan fazla gündemde kalmadığı bu ülkede etkisinin seçimlere kadar sürmesi de, oy getirmesi de mümkün değil. Sınır ötesi harekatlar oy getirseydi, şimdiye kadarki operasyonlar nedeniyle AKP oylarının düşmemesi gerekirdi.
Erdoğan aynı zamanda muhalefetin kullanmaya başladığı ve Zafer Partisinin çıkışıyla iyice patlak veren sığınmacı ve göçmen karşıtlığındaki sorumluluğunu hafifletmek için işin içine göçmen meselesini de katıyor. Esad yönetiminin karşı çıktığı bu plana göre bir milyon sığınmacı geri gönderilecek. Bunun gerçekçi bir plan olmadığını kendisi de biliyor.
Konunun bir de AKP’nin ötesinde Türkiye’deki güvenlik mekanizmasıyla ilgili bir boyutu var. Olası bir iktidar kaybı durumunda risk almamak için, Türkiye’nin güvenlik bürokrasisi, Fırat Kalkanı ile Barış Pınarı harekat bölgeleri arasındaki Menbiç ve Tel Rıfat gibi yerleşim yerlerini kontrolü altına alıp sınırın güneyindeki hattı tamamlamak istiyor. Buraya bir milyon olmasa da yerleştirilecek Arap nüfus ve Suriye Milli Ordusu kontrolü ile burada bir tampon bölge oluşturulması sağlanacak.
Tabii bunun için Rusya’nın onayı gerekiyor. Rusya ilk açıklamasında Türkiye’ye yeşil ışık yakmış görünüyor. Kendi güvenliği için komşu ülkeyi topyekün işgal eden bir ülke olarak, Putin Türkiye’ye Suriye’ye giremezsin diyemedi. Hem de Erdoğan İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerini veto etmişken.
Bu arada Rusya’nın toptan bir çekilme söz konusu olmasa da bazı bölgelerden çekildiği ve askeri kapasitesini azalttığı biliniyor. Türkiye’nin, Rusya’nın askeri olarak çekildiği yerlere anında asker sokması söz konusu değil. Suriye’de böyle bir yaygın askeri varlığı yok. Buralara İran’ın girdiği biliniyor. Türkiye’nin askeri varlığının artması, bir bakıma İran’ı dengelemeye yarayabilir. ABD şimdilik böyle bir operasyona karşı olduğunu duyurdu. ABD’nin pozisyonunu, yapılan açıklamanın samimiyetini takip etmek gerekiyor.
Türkiye’nin dış politikasındaki son gelişmeler Erdoğan iktidarının uzlaşma/diplomasi ile askerileşmiş dış politika arasındaki çizgisinin çok ince olduğunu, her an geçişlerin olabileceğini gösteriyor. Erdoğan bir bakıma Türkiye’nin tarihi birikiminin, coğrafi konumunun ve askeri gücünün rantını yiyor. Kendisinin oluşmasına katkısının olmadığı bu unsurları istediği gibi, sonuna kadar, siyasetin sınırlarını zorlayarak kullanıyor.
ABD yönetimi şimdilik Türkiye’nin blöflerini görüyor. Hatta, Türkiye PYD’ye yapılan yardımlar nedeniyle İsveç’e veto uygularken, Suriye’de PYD’nin ağırlıklı olduğu SDG’nin kontrolündeki bölgeleri bu ülkeye uygulanan Sezar yaptırımlarından muaf tuttuğunu açıkladı.
Türkiye veto kozunu kullanmayı uzatsa da, İsveç ve Finlandiya fiilen NATO’ya entegre olacaklar, ABD en son Yunan kökenli birini büyükelçi olarak atamasında görüldüğü gibi, Yunanistan’ı kollamaya devam edecek, PYD’ye verdiği desteği kesmeyecek, Suriye operasyonu olsa da olmasa da, bu saatten sonra Erdoğan’ın oyları yükselmeyecek, sıcak para girmedikçe doların yükselişi durmayacak, enflasyon inmeyecek. Erdoğan elindeki kozları tüketinceye kadar oynayacak.