10 yıl önce yine Ankara’da “2023 Siyasi Vizyon Belgesi”ni açıklamıştı o zaman Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan.
Siyaset, Toplum ve Dünya başlıkları altında pek çok reform niteliğinde vaat sıralanmıştı o belgede.
“İleri Demokrasi” diyordu Erdoğan.
Parti yasaklamanın ve kapatmanın önüne geçecek düzenlemelerden; siyasetin alanının daraltan yasakların ve sınırlamaların kaldırılmasından; Yüksek Seçim Kurulu’nun yapısının ve çalışmalarının demokratikleştirilerek şeffaflaştırılmasından; toplumun bütün kesimlerinin sahipleneceği temel hak ve hürriyetleri teminat altına alacak yeni bir Anayasa’dan; uluslar arası standartta yargı reformundan; ceza infaz sisteminde yeniliklerden; her türlü insan hakkı ihlaline sıfır tolerans politikasından; hak ve özgürlükleri üstün tutan, başka mağduriyetler ve sorunlar üretmeyecek, antidemokratik ve baskıcı uygulamalara son verecek, demokrasi ve güvenlik dengesini gözeten bir terörle mücadeleden; anadilde özgürlüklerden; tek haneli enflasyondan, yoksulluk sınırının sıfıra düşürülmesinden, istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyümeden; refah seviyesinin arttırılmasından söz ediyordu.
Aynı belgede bütün bunları yapabilmek için “Partili Cumhurbaşkanı, Yarı-Başkanlık veya başkanlık sistemi”nin de tartışmaya açılması gerektiğini söylüyordu Erdoğan. O zaman
“Muhafazakar Demokrat”tı.
Aradan geçti 10 yıl.
“Verin bu kardeşinize yetkiyi” dedi ve istediğini aldı.
Artık Türkiye’ye özgü bir ucube sistemin başında.
Tabii “2023 Siyasi Vizyon” belgesindeki vaatleri de havada kaldı.
10 yıl sonra yeni bir vizyon belgesi açıkladı Erdoğan.
Bu kez “Muhafazakar Devrimci” olarak çıktı kürsüye.
Dün (28 Ekim) Ankara Spor Salonun’daki şaşaalı toplantıda anlattıklarına bakılırsa 20 yıllık AKP iktidarı döneminde her alanda “en iyi” sistem, sayelerinde Türkiye’de vücut bulmuş.
Çocuğunuzu en iyi ve eşit eğitim olanaklarından yararlandırabiliyor, her türlü sağlık sistemine kolaylıkla erişebiliyor, TOKİ’den ya da müteahhitten satın aldığınız evde güvenle oturabiliyor, ekonomik doğalgazınızla ısınıp, temizliğinizi yapabiliyor ve konforlu bir hayat sürebiliyormuşsunuz. Keyifle kullandığınız otomobille de standart hayat seviyesini çoktan yakalamışsınız.
Zaten “terör örgütünün başı da ezilmiş”.
Eser üstüne eser konmuş, Ayasofya da Camii yapılmış.
Daha ne olsun değil mi?
Geriye ne kaldı?
Kendi iktidarının devamı.
Ama koltuğunun sallantıda olduğunun farkındaydı ki şöyle diyordu:
“Öyle kritik bir eşikteyiz ki, bundan sonra atacağımız adımlarla, ya bu ligin ön sıralarındaki yerimizi alacağız ya da tekrar geriye düşme riskiyle karşı karşıya kalacağız. Ömründe tuğla üstüne tuğla koymamış, bir gönül tamir etmemiş, herhangi bir esere ve hizmete imza atmamış olanların rahatlığı sizi yanıltmasın. Eğer ülke ve millet olarak, eser üstüne eser koyarak yolumuza devam etmezsek, bir süre sonra yerimizde yeller esmesi kaçınılmazdır.”
Yani “Türkiye Vizyonu” adı altında seçim propagandası yaptı Erdoğan ve kendisine oy istedi.
Vadettiği şeyler ise “Kanal İstanbul”, “1 trilyon dolar dış ticaret hacmi, 100 milyar dolar turizm geliri” ve “yeni Anayasa”…
Ama Yeni Anayasa’dan önce; “Başı açık veya başı örtülü tüm kızlarımızın, hanım kardeşlerimizin eğitim ve çalışma haklarını güvence altına alacak, ayrıca aile kurumumuzu sapkın akımların tehdidinden koruyacak bir Anayasa değişikliği teklifi”…
Onu da önümüzdeki hafta Meclis’e sunacaklarmış.
"Bugün sizlere sadece, Türkiye Yüzyılı Vizyonumuzun ruhunu, felsefesini, özünü anlatmak istiyorum” diyordu Erdoğan konuşmasında.
Vizyonun ruhu da, felsefesi de, özü de düşeceğinden korktuğu koltuğuydu.
Zaten artık ne vaat ederse etsin karnı tok bir toplum yarattığının bilincinde olmalıydı ki; “Kimlik siyaseti yerine birlik siyaseti, kutuplaştırma siyaseti yerine bütünleştirme siyaseti, inkar siyaseti yerine kucaklama siyaseti, tahakküm siyaseti yerine özgürlük siyaseti, nefret siyaseti yerine sevgi siyaseti” diyerek göz boyamaya çalıştı.
“Verin bu kardeşinize yetkiyi” sözünü biraz allandırıp pullandırıp söyledi.
“Çizmeye çalıştığım bu resim Türkiye Yüzyılının siluetidir” dedi ama çizdiği kendi resmiydi.