Twitter’da Ayşenur Tanrıverdi adlı bir kullanıcının yazdığı “Vasata övgünün en tehlikeli gerekçesi; ortada bi emek var” tweet'inin neyi kastettiği çok belliydi ve altına onlarca kişi yorum yazdı.
Uzun zamandır memlekette politik doğruculuktan hepimiz “Aman ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza Bey” diyen dizi oyuncularına döndük.
Genel kabul görmüş “doğrular” dokunulmaz olmuş durumda.
En basitinden bir sanat eseri bile eleştiriliğinde “Ama emeğe saygı” istinat duvarı çekiliyor ve cümleler kursakta biriktikçe birikiyor.
Konumuz, Cem Yılmaz’ın son filmi Erşan Kuneri.
Bugüne kadar yalnızca kendi filmlerde 30 milyon biletli seyirciyi aşan, milyonlarca lira hasılat elde eden, 4 binden fazla stand-up gösterisi yapan, Türkiye’nin tartışmasız en büyük komedyenlerinden birinden bahsediyoruz.
Toplumsal sempatisi meslektaşı Ukrayna devlet başkanı Zelensky kadar olmasa da kendisi memlekette ziyadesiyle seviliyor. Kafayı ona takmış yaşlı birkaç komedyen ve bazı tetikçi 'Aktroller' dışında çok eleştirilen bir sanatçı değil. 25 yıldır Türkiye’yi aralıksız güldürüyor.
Bu “dokunulmazlığını” kendi ifadesiyle “evrene enerji yollayarak” değil, yıllardır yaptığı stand-up gösterileriyle, senaryosunu bizzat yazıp yönettiği filmlerle ve tartışmasız kristal gibi zekasıyla elde etti.
Onu bizler falan yaratmadık. Bizzat kendisi sıfırdan yeni bir espri anlayışı inşa etti. Biz yalnızca onu yıllarca büyük bir keyifle alkışladık.
Başarıyı, şöhreti ve takdiri sonuna kadar hak etti.
Kocaman bir teşekkürü öncelikle şuraya bırakalım.
Sonra, son eseri Erşan Kuneri’ye biraz bakalım.
Son iki işi “Kara Komik Filmler” ve Netflix’te yayınlanan stand-up gösterisi bazı eleştiriler aldı.
Kendi adıma söylemeliyim; Kara Komik Filmler alışıldık Cem Yılmaz işleri dışında olsa da Hokkabaz gibi kıymeti sonradan anlaşılacak çok leziz filmlerdi.
Netflix’in yılbaşı gösterisinde Cem Yılmaz’ın para ve zenginlik üzerine yaptığı şakalarla, insanların içinden geçtiği can yakıcı ekonomik kriz, izleyenle sanatçı arasında bir empati sorunu yarattı.
Adeta cenaze evindeki bu tef sesi biraz garipsendi.
GORA filminde bir dakikalık planda ilk defa karşımıza çıkan Erşan Kuneri, Cem Yılmaz seyircisinin aklında kalmıştı ve uzun zamandır filmi bekleniyordu.
Geçtiğimiz günlerde bir çoğumuz gülmeye aşırı motive halde Erşan Kuneri’nin başına çöktük.
Son çalışmaları ağızda biraz kekremsi bir tat bıraksa da beklenti tavandı.
İlk bölüm bittiğinde en azından benim için “Ben biraz önce ne izledim” hissi oluştu.
Sonra bir bölüm, bir bölüm daha…
Can Yücel’in dediği gibi şık küfür bazen “Ruhun yelpazesidir” ama bu küfür sağanağı ekranda yıkmış perdeyi viran eylemişti.
Önce çocuklar ekrandan uzaklaştırıldı sonra yavaş yavaş tahammüller zorlandı. Yersiz hassasiyete gerek yok elbette. Bazı küfürler vardır ki şiir gibidir.
Memlekette yeterince atanamamış ahlak bilgisi öğretmeni var ama mesele küfür değil dozajdaki ayarsızlıktı.
Mavi donlu bir porno yıldızının anlatıldığı bir hikayede hiç birimiz elbette Zeki Müren Türkçesi beklemiyorduk ama iş bir noktada zührevi detaylara kadar indi.
Küfür ve argolar daha çok andropoza girme arifesindeki bir erkeğin ergen şakaları gibi çiğdi.
Dizinin özen gösterilmiş, aceleye getirilmeden, ince düşünülmüş, pahalı bir prodüksiyon olduğu her halinden belli. Başlangıcıyla bitişi arasında 2 koca yıl var.
Herkes bilir ki Cem Yılmaz’ın eski Yeşilçam sinemasına olan sevgisi ve özellikle saygısı tartışılmazdır. Hemen her filminde mutlaka Yeşilçam sinemasına bir selam yollar.
Yollar yollamasında da Erşan Kuneri’de bu selam bir noktada sıkıcı bir ayine dönüyor.
Ana hikayesinin içinde 8 ayrı Yeşilçam sineması klişesini işliyor. Her bölümde bir sinema türünü tiye alıyor Cem Yılmaz.
Belki de bu sefer son iki işinde aldığı eleştirileri almamak için Erşan Kuneri’de tüm düğmelere aynı anda basıyor.
Türkiye'de kimsenin kolay kolay yapmaya cesaret edemeyeceği kalitede bir iş ama sinemada her zaman verilen emek aynı oranda beğeniye dönüşmüyor. Bir de prodüksiyon büyüdükçe komikliğin artmadığını herhalde en iyi Cem Yılmaz’ın kendisi biliyordur.
Günümüz artık özellikle dizi ve filmlerin kaderini ana akım değil sosyal medya dünyası belirliyor. Dizinin sosyal medyadaki yankıları ise bir hayli karışık oldu. Çok beğenenlerle nefret edenler arasındaki bazı tartışmalar dizideki küfürleri aratmıyordu.
Cem Yılmaz biraz “Hacivat-Karagöz neden öldürüldü”, biraz Şener Şen’in “Arabesk“, biraz da Emir Kusturica’nin işlerine benzer panayır gibi bir film çekmek istemiş.
Hatta belki önemsiz bir detay ama filmdeki renklere öyle bir yüklenmiş ki televizyonun ayarlarında mı bir sorun var sorusunu akla getiriyor.
Her zaman “esprinin birinci katmanıyla değil altındaki derin espriyle ilgiliyim” diyen Cem Yılmaz Erşan Kuneri’de küfrün de esprinin de katmanı değil kabuğunu bile pek aşamıyor. O zaman da insan düşünüyor, yeliyle şişe deviren Recep İvedik’e fazla mı yüklendik acaba?
Film galalarının artık ezberlenmiş cümlesi “Çalışırken çok eğlendik” cümlesidir şüphesiz.
Ekibi görünce çok eğlendiklerini hemen anlıyoruz ama izleyici o kadar eğleniyor mu emin olmak zor.
Nasrettin Hoca’ya keçiboynuzu ikram etmişler, Hoca '' Bir gram bal için bir çeki odun çiğneyemem'' demiş… Erşan Kuneri biraz öyle olmuş sanki.
Apartta gülmeyi beklerken bir küfür, bir küfür daha ve bir küfür daha… Dakikalar geçiyor ve acı bir tat kalıyor yalnızca ağızda.
Fazlasıyla zekice ve komik kısımlarda çokça vardı elbette dizide. Kostümler dönemi çok güzel yansıtmıştı. Müzikler filmin ruhuna uygun ve özellikle finaldeki Özkan Uğur şarkısı pek şahaneydi.
Dizide Çağlar Çorumlu çok büyük oynuyor. Her bölümde mutlaka iz bırakan bir sahnesi var ama özellikle 'kooperatif Kemal’deki kadın rolü on numara beş yıldız.
Cem Yılmaz muhtemelen çok sevdiği Yeşilçam sinemasın bir aşk mektubu yazmak istemişti. “Pek Yakında” filminde bu mektubun yazılan ilk satırlarını okumuştuk. Ancak o aşk mektubu seyirciye ulaştı mı emin değilim.
Dizinin sonunda bir yerinde Cem Yılmaz, entel tiyatrocu kıza “Ben de 20 kişiye oynasam neler çekerim” diyor… Haklı, gişe derdi olmadan çektiği Kara Komik Filmler’de bu cevherini gösterdi iyi sinema izleyicisine ama milyonların izleyeceği bir komedi dizisi böyle mi olmalıydı?
Kaliteli bir film olabilirmiş ama film içinde film çekmek gibi iddalı bir şeye kalkışılmış. Kötü oyunculuklarla dalga geçerken filmin çoğu o kötü piyeslerden oluşmuş.
Ne yazık ki Cem Yılmaz’ın “madem gülmediniz alın size sağnak gibi şaka” diyen riskli motivasyonu ile seyircinin aşırı beklentisi Erşan Kuneri’de aynı yerde buluşamıyor.
Bütün bunların üstüne, dizi ekibi gelen eleştirileri göğüslemekte kendilerinden beklenen olgunlukla davranamadı. Biraz İBB eski (adam da iki günde eski oldu) sözcüsü Murat Ongun gibi üst perdeden konuşuyorlar.
Zafer Algöz’ün Feyyaz Yiğit’in ‘Gibi’sine sataşması, ‘nişastalı su muhallebisine’ benzetmesi, “Gibi’nin Erşan Kuneri seviyesine gelmesi için ‘2 fırın ekmek, 4 fırın da İzmir boyozu yemesi lazım” demesi çok tahammülsüz bir davranış olarak aklımızda kaldı.
En azından emektar komedyenlerimizin daha neşeli ve kibirsiz yaşlanmalarını bekleyerek çok şey mi istiyoruz?
Cem Yılmaz’ın, "Maalesef çok kötü bir seri" eleştirisini yapan bir takipçisine, "Hayır Osmancığım, değil. Yalnızca sana göre değil. Hepsi bu... Lütfen artık boş işleri bırak. Sevdiğin şeylerden bahset. Vaktini onlara ver. Haydi gülüm benim, canım, şeker kardeşim... Seni seviyorum bay..." yanıtını vermesi yine beklenmedik bir tavırdı.
O kullanıcı Cem Yılmaz’a gülerek, "Seviyorum seni ağabey..." cevabı vermesi aslında Cem Yılmaz’dan beklenen bir olgunluktu. Sevgili
Cem Yılmaz ve ekibi meyve verdiğiniz için ağacınız sallanıyor. Kimsenin size taş attığı yok.
Memleketin ağzının tadı yok uzun zamandır, canımız yalnızca biraz tatlı bir şey istemişti.
Belki de onun için Erşan Kuneri’den çok şey bekledik.
Biraz ağzımızın tadı kaçtı o kadar.
Olur bazen öyle.