Temmuzlar böyledir. Acımasız. Sevdiklerimizi ama en çok da sanatçıları alır bizden. Bilmem garip bir tesadüf müdür bu yoksa bize neşe veren o yaz sıcaklarının karanlık yanı mı? Temmuz ayları birbiri ardına kötü haberlerle geçer hep.
Tatil ayıdır aslında Temmuz. Herkes havalar iyice ısınmış hayat yavaşlamışken kendini çoğunlukla deniz kıyılarına atar. Ilık geceler mümkün olduğunca uzatılır, gündüzler uyuşuklukla, denizle, güneşle geçirilir. En zenginler için tam bir aylaklık, çalışanlar içinse sıcakta bunalarak çalışmak ama azalan masraflara şükretme ayıdır. Yani aslında yaz güzeldir, şenliklidir.
İşte o güzel temmuzun en kötü yanı bitmek tükenmek bilmeyen ölüm haberleridir. Türkiye’nin kolektif belleğinde en büyük ve acı katliamlardan birinin ayıdır. Temmuz denilince pek çoğumuzun aklına 2 Temmuz gelir. Onlarca sanatçının Sivas’ta bir otelde katliama maruz kaldıkları gün… Değerli şairlerin, müzisyenlerin, yazar ve dansçıların… hepsi de birer kültür insanı olan 33 kişinin ölümünün üstünden tam 30 yıl geçti. 30. Yılında bir kere daha andık onları. Bu yıl zaten Temmuz buruk başladı…
Sonra da ardı arkasına sevilen sanatçıların ölüm haberleri gelmeye başladı. Türkiye’den ve dünyadan çok sevilen çok ünlü ya da değil oyuncular, sanatçılar, yazarlar, akademisyenler… Haber sitelerinde, gazetelerde kayıp haberlerini okuyup sosyal medyada paylaşılan sayısız mesaj ve videoyu izleyerek geçirdik Temmuz ayını. Özkan Uğur, Jane Birkin, Tony Bennett, Roni Margulies, Milan Kundera, Şenol Yorozlu, Josephin Chaplin, Baha Boduroğlu, Kadir Cangızbay, Tanju Tuncel, A. Kadir Konuk, Olcay Poyraz birbiri ardına göçüp gittiler.
Kültür sanat gazeteciliği yaptığım yıllardan biliyorum. Temmuzlar hep böyledir. Bir kültür sanat servisinde sıcak haber ödüller ve beklenmedik ölümlerdir. Ödülleri önceden gündeminize alırsınız, töreni takip eder, ajanstan düşecek listeleri beklersiniz. Listeyi vermek yetmez güzel bir yazıyla, törenden notlarla bir sayfa hazırlamak gerekir zamanla yarışarak. Ama bu işin tatlı bir heyecanı vardır. Esas hüzünlü olan, bir sanatçıyı uğurlamaktır… O kişinin hayatı, sanatı hakkında doğru bilgi ve değerlendirmeyi yapacak güvenilir bir imzayı bulup yazı sipariş etmek ve tüm bunları üç beş saate sığdırmak en büyük meseledir. En kötüsü de politika dışında bütün yazıları sıkıcı bulan yazı işlerinin baskısıyla yapılan soruşturma olur. Genç muhabirlerin telefonun başına oturup önlerindeki listeye göre aradıkları insanların bazısı haberi sizden alır. Karşısındaki tanınmış sanatçının ağlamaya başlamasıyla paniğe kapılan stajyerler gördüm…
Batılı gazetelerde yayımlanan ‘obituary’lere hep gıpta etmişizdir. Evet onlara yaklaşan nitelikli yazılar yayımladığımız çok oldu. Ama bunu belki de bir asırdır sistematik ve aynı nitelikte yapan büyük İngiliz Amerikan gazetelerinin seviyesine çıkmak neredeyse imkansız. Bu biraz da toplumların ölümle kurdukları ilişkiyle ilgili. Müslüman bir toplum olarak hayatın geçiciliğine ve ölümün mutlaklığına dönük yaklaşımımızda bir sorun görmüyorum. Dünya ağrısını hafifleten, doğunun güzel bir yanı bu. Ama toplumsal hayatta iz bırakanların kaybı karşısında duyduğumuz üzüntünün de aynı oranda geçici olduğunu düşünürüm hep. Ani ve yüksek bir üzüntü ve hızlı bir unutma. Neredeyse hüzne yer bırakmayan bir ilişkimiz var sevdiğimiz sanatçıların kaybıyla. Belki de sanata ve sanatçıya verdiğimiz değerle de ilgili bu. Bizi eğlendirenler artık eğlendiremez olduğunda onları unutuveriyoruz… Batılı gazetelerin obituary’leri iyi takip ediliyor olmalı ki bunca zamandır titizlikle yazılıyor. Batı toplumları sonunda biyografi okumaya meraklıdır. İster uzunca bir ‘ardından’ yazısı olsun, isterse kalın bir kitap. Bizim başkalarının hayatına merakımız olmadığını düşünmüyorum. Toplumsal kahramanlarımızın ve kolektif belleğimizin zayıflığıyla ilgisi olsa gerek bunun. Anı belki… ama biyografi okumayı sevmeyiz pek.
Biz kültür sanat gazetecileri yine de işimizi iyi yapmak için güzel yazılar yayımlamaya gayret ederdik. Yaptığımız işin en acımasız taraflarında biri de beklenen kayıplara hazırlık olsun diye önceden yazılıp bir kenara konulan hayat hikayeleriydi. Bir hastalık haberi üstüne Sophia Loren biyografisi hazırladığımızı hatırlıyorum. Neyse ki yayımlamaya hiç gerek olmadı. İtalyan sinemasının şahane oyuncusu hala sapasağlam hayatta.
Kaybettiğimiz değerli sanatçılarla ilgili yazılar yayımlanıyor. Çoğunluk sosyal medyadan mesaj yayımlamayı, eli kalem tutanlar birlikte çektirdikleri eski fotoğrafları paylaşarak anmayı tercih etse de böyle… Jane Birkin, Şenol Yorozlu, Milan Kundera hakkında güzel yazılar okudum. Bana onları neden sevdiğimi daha iyi anlama imkanı verdiler. Eski işlerini hatırlattılar. Beni etkileyen kültürel birikimimde ve elbette ki kişiliğimde izi olan Cinayeti Gördüm gibi filmleri, güzel resimleri, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği gibi romanları hatırlamamı sağladılar. Bazılarını tekrar görmek, izlemek, okumak isteği uyandı içimde. Bütün bu yazıların en önemli işlevi de bu zaten.
Temmuzun bitmesine daha bir hafta var. Umuyorum bu kadar sanatçı ve yaratıcı insanın kaybı yeter ona. Biliyoruz ki sıcak havalar böyle devam edecek. Dilerim Temmuz’un sadece neşesi kalsın son günlerinde; bu kadar kayıp yeter.