Gare manzarası iktidar için netleşiyor.
Bu olayın, asgari demokratik teamüllerin olduğu bir ülkede hükümetin ya da en azından sorumlu bakanların istifasına yol açması beklenirdi.
Topraklarınızdan 13 asker, polis ve istihbaratçı kaçırılıyor, bir mağarada rehin tutuluyor ve siz siz o mağaranın olduğu bölgeye operasyon düzenlemeye karar veriyorsunuz.
Rehinelerin böyle kurtarılamayacağını görmek için ne askeri konulardan anlamaya, ne “terör uzmanı” olmaya gerek var.
İktidarın verdiği bilgiler dahi vehameti ortaya koymaya yeterli.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Meclis Genel Kurulu’na verdiği bilgiye göre, operasyon karadan destek ve irtibat olmadan 35 metre derinlikte yapılıyor. Akar, “Operasyon için yoğun gizlilik tedbirleri altında geniş hazırlık süreci yaşandığını” söylüyor, yani rehinelerin o bölgede olduğu biliniyor.
Nitekim 13 kişinin hava harekatının başlatıldığı anlarda öldürüldüğünü söylüyor Akar. Mağara girişlerinin demir kapılarla güçlendirildiğini ve bombaların ulaşmasının mümkün olmadığının da altını çizerek.
"Milli mutabakat” çıkmadı
Gare katliamının ortaya çıkmasından sonra iktidar, başarısızlığın üzerini örtmeyi ve buradan kendi siyasal hedeflerine uygun bir “milli mutabakat” ile çıkmayı hesapladı. Bundan önce olduğu gibi muhalefet sorgusuz arkasında duracak ama “ihanetle, terörün, dış güçlerin yanında durmakla” suçlanmaktan kurtulamayacaktı.
Muhalefetin üzerine yine benzer suçlamalarla gitti: HDP üzerinden bir ayrıştırma yaratmak üzere lügatında bu konuda ne kadar sözü varsa muhalefetin üzerine pervasızca boca etti.
Ama hangi argümanı dile getirdiyse elinde kaldı.
PKK’nın adını anmak bir zamanlar “örgütün propagandasını yapmaya hizmet eder” diye nerede yasaklanacak iken muhalefet temsilcilerinin katliamı kınama mesajlarında neden örgütün adını anmadıkları için suçladı. Ancak Cumhurbaşkanı Yardımcısı da Meclis Başkanı’nın da PKK demeden yayınladıkları mesajları yüzlerine vuruldu.
Alıkonulan güvenlik görevlileri için “esir” diyen medya organlarına terör destekçisi demeye kalktıklarında Cumhurbaşkanının da aynı kelimeyi kullandığı hatırlatıldı.
Dahası, ana muhalefet partisinin alıkonulan asker ve polislerin kurtarılması için iktidara çağrı yaptığı ve defalarca konuyu gündeme getirmeye çalıştığı, verilen soru önergelerine yanıt bile verilmediği, insan hakları örgütlerinin devreye girmeye çalıştığı ancak iktidarın bunlara kayıtsız kaldığı ortaya çıktı.
Şehit edebiyatının yapıldığı, ölümlerin kutsandığı parti kongresinde, şehit annesi mezarlıkta iken aranarak acıdan hamaset devşirilmeye çalışıldı, annenin hıçkırıklar arasında kuramadığı cümleler şovu bitirdi.
Soru sorma başarısı
İktidar için başarısızlığın altını çizen olgu, her kritik anda iktidarın söylemsel hegemonyasına teslim olan ve ona destek veren muhalefeti bu defa bulamamasıydı.
Muhalefet bu defa, kritik bir anda, iktidarın söylemine teslim olmadı ve soru sormayı başardı.
İyi Partili Aytun Çıray’ın Milli Savunma Bakanı’na yönelttiği sorular ve ardından Milli Savunma ve içişleri bakanlarının bilgi vermeye gittiği CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun “13 şehidimizin sorumlusu Erdoğan’dır” sözleri ve operasyonu sorgulayan soruları, iktidarın yaratmaya çalıştığı havayı büyük ölçüde bozdu.
HDP sözcülerinin katliamı kınarken hakikatin ortaya çıkarılmasını talep etmekten vazgeçmemeleri de önemliydi.
Bin parçaya böleceğiz hamaseti
Enkaz görüntüsünü perdelemek için kürsülerden yine partilerin kapatılması, Anayasa Mahkemesi’nin lağvedilmesi, başkanının istifa ettirilmesi, “teröristin hakkı olmaz” bağırışları da bıkkınlık veren bir hamasetten öteye gidemedi.
İçişleri bakanının Karayılan’ı bin parçaya bölme “sözünü” vermesi, trolleri bile heyecanlandırmadı. Üstelik “insan hakları” kavramı ile en sorunlu kalemlerden olan Emin Çölaşan’dan bile bu söze itiraz geldi: “Sen devletsin, görevin öldürmek değil, yakalamak, adalete teslim etmek” diye...
Kuşkusuz iktidar, bütün bu yenilgi ve başarısızlık görüntüsü içinden yine fırsatlar çıkarmaya çalışacak. HDP’ye baskılar ve kapatma davası olasılığı düne göre daha da arttı. CHP’yi HDP üzerinden köşeye sıkıştırma ve Millet ittifakında çatlaklar yaratma taktiği için daha fazla malzeme olduğu da açık.
Ama bütün bunlar iktidarın uğradığı hezimeti örtmüyor.
İktidar fena çuvalladı. Bunun faturasını muhalefete, medyaya, sosyal medyaya kesmeye çalışacağı da açık. Anketlerde istikrar gösteren düşüş de eklendiğinde yeni bir saldırı dalgasının bütün emareleri mevcut.
Soru sorarak ve sorumluyu işaret ederek, yani muhalefet olmanın asgari gereklerini bu defa yerine getiren muhalefetin bundan sonra göstereceği “basiret” ise bu yeni saldırı dalgasının akıbeti konusunda tayin edici olacak.