Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu 17 Nisan 1978 günü Ankara Emek’ten gelen paketi “Kasım yine Meclis sigarası göndermiş” diye açmaya kalktığında korkunç bir patlama meydana geldi. Hamido lakaplı Hamit Fendoğlu gelini Hanife, torunları Bozkurt ve Mehmet parçalanarak öldüler.
Adalet Partisi’nden milletvekilliği yapan Hamido’nun ölümü şehirde infial yarattı. Çıkan olaylarda bir kişi öldü, 15 kişi yaralandı, CHP İl Başkanlığı’nın da aralarında bulunduğu 700 işyeri tahrip edildi. Bombayı yollayanların amacı Malatya’daki sağcıları Alevilere karşı kışkırtmak, bir katliam gerçekleştirmekti, ama bu olmadı. Hamido’yu öldüren bombayı gönderenler faili meçhul kaldı.
Fendoğlu suikastı 1977’de İTÜ öğrencisi Zeki Erginbay’ın kaçırılıp işkence edildikten sonra öldürülmesiyle başlayan ve 12 Eylül darbesini hazırlayan bir “Gayrinizami Harp” operasyonunun parçasıydı.
Özel Harp Dairesi’ne bağlı subaylar “Komando Kampları” adı altında ülkücüleri eğitmiş, eğitilen çekirdek bir ekip katliamlar, suikastler ve cinayetler için hazırlanmıştı. 1 Mayıs 1977 katliamı, Ecevit’e yönelen Çiğli Suikastı, Savcı Doğan Öz, Doçent Bedrettin Cömert, Profesör Bedri Karafakioğlu, gazeteci Abdi İpekçi cinayetleri Maraş Katliamı hep aynı ekibin işiydi. Failler yakalansa da o gizli el tarafından korunuyor, göstermelik yargılamalarla kurtuluyordu.
Kontrgerilla sözü ilk kez 12 Mart darbesini izleyen günlerde Ziverbey’de muhaliflere ve sosyalistlere işkence eden devlet görevlileri tarafından telaffuz edilmişti. “Burası Kontrgerilla, doğrudan Genelkurmay’a bağlı, burada hak hukuk yok” mealinde konuşmalara işkenceli sorgular eşlik ediyordu.
1969 yılında Taylan Özgür’ün öldürülmesiyle başlayan süreç 12 Mart darbesiyle bastırılmış, sosyalistler üzerlerinden geçen devlet silindiriyle adeta ezilmişlerdi.
Bütün bu işler 1975 yılında bir bölümü Barış Gazetesi’nde ilk kez dünyaya duyurulan ABD ordusu talimatlarına dayanıyordu. FM 31-15 koduyla başlayan ve FM 31-25’e kadar uzanan bu talimatlar dizisi ABD Ordusu’nun Vietnam’daki uygulamalarında esinlenmişti. FM 31-15 “Düzenli Olmayan Güçlere Karşı Operasyonlar”, FM 31-16 Kontrgerilla Operasyonu, FM 31-21 Özel Kuvvet Operasyonları gibi başlıklar taşıyordu.
Bu basit askeri kitapçıklar soğuk savaşın, komünizm düşmanlığının bütün izlerini taşıyordu, demokrasiyi tehdit eden, temel hak ve özgürlüklere aykırı yöntemler el kitabı niteliğindeydi. Düzensiz kuvvetlere karşı operasyonlar işkenceli sorgular, sabotaj, cinayet gibi yöntemler “olası işgal” gibi gerekçeler altına toplansa da barış döneminde de muhalefetin sindirilmesine hizmet ediyordu.
“Düzensiz kuvvetten” kastedilen gerilla, partizan isyancı diye başlayıp direnişçi ve devrimcilere kadar uzanan geniş bir skalaydı.
Direnişin ideolojik temelleri de ulusal bağımsızlıkta başlayıp, baskından kurtulma, yabancı işgali ve sömürünün ortadan kaldırılması, ekonomik ve sosyal gelişme, yolsuzluğun ortadan kaldırılması, dini talepler diye sayılıyor ve hedef alınıyordu.
FM 31-15 Türkçe’ye Sahra Talimatnamesi ST 31-15 koduyla 1964 yılında çevrilmiş ve yürürlüğe girmişti.
Aslında gayrinizami harp 1948’de ABD'ye gidip sonra da Kore Savaşı'na katılan subaylar tarafından öğrenilmiş, Özel Harp Dairesi’nin ilk önemli faaliyetlerinden biri 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da Rumlara karşı girişilen saldırıyı organize etmek olmuştu.
Kıbrıs’ta Türk Mukavemet Teşkilatı 15 Kasım 1957’de kurulmuş, ancak sosyalist Türklere yönelik cinayetler yüzünden Özel Harp Dairesi’nin kontrolüne girdiği 1 Ağustos 1958 tarihi kuruluş günü olarak kabul edilmişti. TMT’nin kurucusu Yarbay Rıza Vuruşkan “Vicdan huzuru içindeyim ki benim dönemimde hiçbir kimse fikirleri nedeniyle ölmemiştir” diyordu. Fakat Vuruşkan’dan sonra gayrinizami harp faaliyeti bunu çiğneyecekti.
23 Nisan 1962’de gazeteleri Cumhuriyet’te Lefkoşa’da Bayraktar ve Ömeriye camilerine konan bombaların aslında TMT tarafından konduğunu ileri süren Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan aynı gece öldürüldü. TMT’de görev yapan Arif Hasan Tahsin 1998 yılında yaptığı açıklamada isim vermemiş ama cinayeti TMT’nin işlediğini söylemişti. İki gazetecinin cinayeti hala faili meçhul.
Özel Harp Dairesi adı ilk kez 8 Eylül 1966 günü gazeteci İlhami Soysal’ın dövülmesiyle kamuoyunda duyuldu. Soysal bir otomobille kaçırılıp dövüldükten sonra kaburgaları kırılmış, dalağı parçalanmış halde öldü diye bırakılmıştı. Failler Özel Harp Dairesi’nden bir yarbay v iki astsubaydı. Soysal’ın suçu dönemin Genelkurmay Başkanı Cemal Tural’ın karısının Ankara’da İzmir Caddesini trafiğe kapatarak alışveriş yapmasını eleştirmekti.
Gayrinizami harp unsurları ve kontrgerilla bir kez daha 18 Haziran 1988 günü ANAP kongresinde Başbakan Turgut Özal’a düzenlenen suikast girişimiyle telaffuz edildi. Fail Kartal Demirağ yakalanmış, ama bir adım bile ötesine geçilememişti. İki yıl sonra laikliği savunan aydınlara yönelik cinayetler başladı, Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Muammer Aksoy, gazeteci Çetin Emeç, yazar Turan Dursun, Profesör Bahriye Uçok birbiri ardına öldürüldü. En çok infial uyandıran cinayet ise gazeteci Uğur Mumcu’nun bir bombalı saldırıyla katledilmesiydi.
Altı ay sonra 2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta bir otelde diri diri yakılan 33 aydın da bu cinayetler dizinin bir parçasıydı.
Savsaklanan soruşturmalar, meçhul kalan failler, korunan zanlılar ve hayli şüpheli İslami örgütler daha çok bir “gayrinizami harp” organizasyonunu çağrıştırıyordu.
1990’lı yıllar boyunca Güneydoğu’da işlenen cinayetler, yine meçhul kalan failleriyle “düşük yoğunluklu” savaş bakiyesine dahil edildi.
2002 yılında Necip Hablemitoğlu öldürüldü. Dört yıl sonra Cumhuriyet gazetesinin bahçesine üç kez bomba atılmasından bir hafta sonra, Vakit gazetesinin kışkırtmasıyla 17 Mayıs 2006 günü Danıştay’da yargıç Yücel Özbilgin’in öldürülmesi çok yeni bir dizinin başlangıcıydı. Ergenekon Operasyonu başlamış fakat ön önemlisi düzmece davalarla hedef gösterilen, istihbaratçılar tarafından açıktan tehdit edilen Hrant Dink 19 Ocak 2007’de öldürülmüştü. Dink cinayeti devletin derinlikleriyle Gülen Cemaati arasında bir yerde karanlıkta bırakıldı. Üç ay sonra Malatya’da “Zirve Yayınevinde” düzenlenen ve üç kişinin katledildiği cinayet de aynı karanlık mahfillere dayanıyordu.
Bombalar 5 Haziran 2015’te seçimlere iki gün kala ateşlendi. Diyarbakır’daki HDP mitinginde Eş Başkan Selahattin Demirtaş konuşma yapmaya hazırlandığı sırada sıkı sıkıya denetlenen alanda çöpe konan iki ayrı bomba sonucu 5 kişi öldü ve 400 kişiden fazla yaralı vardı.
7 Haziran’daki seçimler AKP’nin iktidar çoğunluğunu kaybetmesiyle sonuçlandı.
İki gün sonra 9 Haziran’da silahlı, kar maskeli kişiler Diyarbakır Yenişehir’de ortaya çıktı. Yenişehir’de Türkiye Hizbullahına yakınlığı ile bilinen İhya Der Başkanı Aytaç Baran öldürüldü. Hizbullahçılar olayı PKK’nın yaptığını düşünüyordu, Şehitlik’te bir mahalleyi basıp kahveyi taradılar 3 kişi daha öldü. Çatışmalar çıktı, Diyarbakır alev almak üzereydi, HDP’nin saldırıyı açıkça kınaması ve olaydan üzüntü duyduğunu açıklaması tansiyonu düşürdü.
20 Temmuz’da Suruç’ta Kobani’deki çocuklara oyuncak götüren öğrencilerden 32’si bombayla katledildi.
İki gün sonra Ceylanpınar’da öldürülen iki polis memuru çözüm sürecinin sona erdiğini ilan ediyordu. Olayı önce PKK’ya bağlı güçler üstlenmiş, ancak daha sonra cinayetlerin Gülen Cemaati mensupları tarafından manipüle edildiği anlaşılmıştı.
10 Ekim’de Ankara Garı’na Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi Türkiye tarihinin en kanlı saldırısına sahne oldu. Bombalarla 107 kişi öldürüldü.
1 Kasım’a gelindiğinde AKP oylarını toparlamıştı.
Kırk yıllık bu bilançonun ortak noktası soruşturmaların “isteksizliği”, hatta engellenmesi. O ya da bu biçimde faili meçhul kalması.
Oradan değil de buradan gibi görünen saldırganlar, saldırılara zemin hazırlayan yayınlar, davalar, suçlamalar.
Hesap vermeyen kamu görevlileri, hesap sormayan yargı üyeleri.
Cinayetin ortada kaldığı, beceriksiz soruşturmalar, manipüle edilen tanıklar, devlet hizmetinde olduğu söylenen failler.
Vatan için kurşun atıyor diye övülen düz katiller, aydınların, gençlerin, gazetecilerin kanına girmiş bu katillerden yaratılan kahramanlar.
1990’larda Avrupa’da “Gladio” adıyla başlayan soruşturmalar pek çok ülkede Amerikan talimatnamelerini, bu talimatnamelerle kurulan yapıların demokrasiye karşı faaliyetlerini açığa çıkarmış, bu yapılar tasfiye edilmişti.
Aradan geçen yirmi yıldan sonra yeni olan gayrinizami harp işinin “eğitiminin” özel sektöre emanet edilmesi.
Belki asıl soru da bu “eğitimin” nerede, nasıl ve kim tarafından kullanılacağı.