Hakikaten bir konuşalım. Tablomuzda “enflasyonla mücadele” var. Sosyal yardıma muhtaç sayımız 15 milyona giderken, açlık sınırı altındaki asgari ücrete “aman çok zam olmasın” diye titizlenen bu şirketler işin neresinden tutuyor? Ücret diyoruz, yine açlık sınırı altını teklif ediyorlar. Enflasyon diyoruz, fahiş zamlara yükleniyorlar. Düşük faizden kazanıyorlar, yüksek faizden kazanıyorlar. Ne yana dönsek bunların işi tıkırında!
***
Enflasyondan kazanıyorlar. Düşük faizden kazanıyorlar. Yüksek faizden kazanıyorlar. Sormanın yeri yok mu, bu şirketler enflasyonla mücadelenin neresindeler?
Hatırlayalım. Düşük faizden çok büyük kazandılar. Nebati, enflasyon 80-85 iken bunlara %12 – 13 – 14’ten kredi verdirdi. (Tablosu sayfada) Ekim 2022, enflasyon %85,5, ticari kredi faizi % 21,7. Ocak 2023, enflasyon % 58, ticari kredi faizleri %12 – 13! Şimdilerde yüksek faizden şikâyet edenler, “Enflasyonun 4’te 1’i faizden kredi mi olurmuş, yazıktır, günahtır” demedi, bankalar koştular. Faiz indirimini alkışladılar. MÜSİAD Başkanı’nın, “MB faizi %9’a çekip orada bırakmalı” dediğini hatırlıyorum.
Öyle de oldu. Kavcıoğlu, Erdoğan’ın NAS politikasını uyguladı. MB faizlerini %8,5’e kadar çekti. Dönemin Bakanı Nebati, büyük servet transferi hamlesini başlattı. Vatandaşın tasarrufunu hiç edip bunlara ucuz kredi yaptı. Bazı hesaplamalara göre 350 milyar dolarlık bir transfer tertiplediler. Şirketler, büyük para sahipleri büyük kazandılar!
Nebati’nin devri bitti, Şimşek’in yüksek faiz devri başladı. Şirketler yine büyük kazanıyorlar! Şimdi de Şimşek’in “baskılı, kontrollü kur- yüksek faiz” düzeninden kazanıyorlar. Nasıl kazandıklarının resmi tabloda. Faizler yükselince bu sefer de koşup döviz kredisi almışlar, KKM’deki dövizleri çekmişler, yurtdışından döviz bulmuşlar, carry trade yapmışlar…
“Dezenflasyon programı” başladığında, politika faizinin yüzde 45’i bulduğu Ocak 2024’ten itibaren tablo hızla değişmiş, şirketlerin döviz yükümlülükleri 51 milyar dolar artmış.
2020 yılı başında şirketlerin döviz pozisyonunda düşüş eğilimi belirgindi. Eylül 2016’daki 192 milyar dolarlık zirve seviyeden inişe geçerek Ocak 2020’de 139 milyar dolara kadar gerilemişti. Kur riski yüzünden firmalar döviz yükümlülüklerini azaltıyordu. Pozisyonu açığında 63 milyar dolarlık azalma olmuştu. Düşüş 2022 yılında da devam etmiş, “dezenflasyon programının” başladığı Haziran 2023’te 85 milyar dolara gerilemiş, MB’nin politika faizini artırmaya başladığı aylarda, faiz henüz %17,5 - %25 seviyelerinde iken düşüş devam etmiş ve 2024 yılı başında tarihi dip seviyeye, 79 milyar dolara gerilemişti. Fakat sonra, MB’nin politika faizini 5’er puan gibi yüksek artışlarla yüzde 45’e getirdiği dönemde tablo hızla değişti. Şirketlerin döviz yükümlülükleri tekrar artmaya başladı. Sadece 3 ay sonra 110 milyar doları aştı. Temmuzda 120 milyar doları, bir ay sonra ağustosta 130 milyar doları aştı. Başka bir ifade ile politika faizinin %45’e geldiği tarihten sonra şirketler döviz pozisyonu açmaya
Nereden geldi?
Yükümlülük artışının kaynakları izlendiğinde 38 milyar dolarının nakdi kredilerden geldiği anlaşılıyor. Bunun 32 milyar doları yurtiçi finansman kuruluşlarından, 6 milyar doları yurtdışından sağlanmış. İthalat borçlarında sadece 1 milyar dolarlık artış olmuş. Bu dönemde şirketlerin döviz mevduatında da 17,7 milyar dolarlık azalma olmuş. Şirketlerin dolar KKM mevduatından çözülme, ihracat gelirlerinin elde kalanı… Hani derler ya “Allah ne verdiyse” TL faizine yatırmışlar!
Genel tablo, şirketlerin de yüksek faiz, kontrollü kur ikilisinin, döviz kredi faizlerinden daha yüksek avantaj sunduğu carry trade fırsatından yararlandıklarını gösteriyor. Bazı ekonomistlere göre, carry trade’in yüzde 80’i yerli şirketlerden geliyor.
Ve evet, şirketler büyük kazandılar, kazanıyorlar. Ekonomist İris Cibre, Mart – Kasım ayları arasındaki 25 – 30 milyar dolarlık yabancı carry trade işlemlerinde getiriyi %20,79 olarak hesaplamış. Bu kazanç yerli yatırımcılar için de yaklaşık ölçülerde geçerli. Ekonomist Ömer Rıfat Gencal da bir hesaplama yapmış. “Carry Trade Yok Diyenlere Yıllıklandırılmış Getiriler Üzerinden Örnek Hesaplama” başlığıyla şöyle demiş: “Dönem Başlangıcı 21 Mart 2024 (Yerel seçimden hemen önce) ABD Doları %7.5 ve Euro %6.5 ile borçlanıp TL'ye karşı pozisyon açan bir yatırımcı, elindeki TL kaynağını gecelik faiz ödeyen bir Para Piyasası yatırım fonuna yatırıyor. (1 Mayıs ve 31 Ekim 2024 tarihlerinde stopaj oranlarının artırılması dikkate alındı ve getiriler buna göre düşülerek hesaplandı) 19 Kasım 2024'e kadar günlük net kazançların yıllık getirisini gösteren grafiği aşağıda bulabilirsiniz. Sonuç: Carry trade ile USD bazında NET %34.44 ve EUR bazında %40.96 yıllıklandırılmış getiri sağlanmış.”
Şöyle de diyebiliriz. Nebati kredi ile kazandırdı, Şimşek yerli / yabancı carry yatırımcısının dövizine yıllık %40 faiz vererek kazandırdı. ([1])
Onu diyordum. Şu sıralar “asgari ücrete aman çok zam olmasın, yoksa enflasyon çıkar” diye bağırıyorlar. İşçi az zamma razı olsun… Peki sen ne yaptın? Sen de enflasyon çok çıkmasın diye ürünlerine az zam yaptın mı?
En büyük 500 şirkette son 20 yılda (2003-2023) ücret ve maaşların net katma değere oranı yüzde 60'lardan yüzde 40'ın altına gerilemiş, faiz ve kârların payı yüzde 40'ın altından yüzde 60'lara yükselmiş. İşte bu yüzden bizim kapitalizmimize “timsah kapitalizmi” demişler. Ee şimdi ne diyorsunuz buna?
Bir zam oluyor, bir, bilemedin iki ay sonra yine açlık sınırı altında. Bu, dönüp asgari ücretliye “Şimdi git, karnını doyur, biraz uyu sabah erken gel” demekten başka ne manaya geliyor? Bu 19. YY kapitalizmi değil mi? Aradaki 200 yıl nerede?
Özeti… Şirketler her şekilde kazanıyorlar, kazanmanın bir yolunu buluyorlar. Yüksek faizin işlerine çok geldiğini söylemiyorum. Yüksek faiz kimsenin işine gelmez. Ev almak isteyen vatandaşın da işine gelmez. Fakat durum aynı değil. Bir kere şirketler ürettikleri mal ve hizmetlere zam yaparak enflasyondan korunuyorlar. Fahiş, karambol zamlarla enflasyondan da para kazanıyorlar. Artı, para piyasası fırsatlarını değerlendirmeyi biliyorlar. Finansal okur yazarlıkları yüksek. Aracı kuruluşlarla, fonlarla çalışıyorlar. Faizin yüksekliği kredi borçlusu olanları sıkıntıya sokabiliyor. Yatırım projelerinde hızlanamıyorlar. Talep de baskılı olduğu için işlerini büyütme planlarını erteliyorlar. Bu kadar. Ama emekçilere döndüğümüzde durum, karnını doyurabilmek meselesine geliyor. Sorun aynı değil.
[1] İktisatçı Güldem Atabay Şanlı, işin bir başka boyutuna işaret etti: “128 milyar doları ucuza satarak şirketleri açık pozisyon nedeniyle batmaktan kurtardılar. Batacakları derin dalgayı da kendileri yarattı zaten. Kur riskini o dönem kamu üzerine aldı. Bizim üzerimize bindirdi. Şimdi rezervleri inanılmaz büyük maliyetle yerine koydular. Hem faiz maliyeti hem alım fiyatı olarak. Riski yeniden şirketlere attılar. Sarkaç gibi bir oraya bir buraya savruluyoruz halen” dedi.