CENGİZ ERDİNÇ
Patlayan silahlar, kanlı görüntüler, otomatik tüfekler, güpegündüz insan kaçıran şehir eşkıyası. Artan şiddet medyayı kapladıkça, toplumun bütün kesimlerine yayılan bir kaygı var. Bu kaygıyla birlikte şiddete ve suça ilişkin bütün klişeler yeniden ısıtılıyor. Yirmi otuz yıl önce söylenenler küçük değişikliklerle tekrarlanıyor. “Sicilya gibi olduk” diyenler, şimdi Kolombiya ya da Meksika’yı gösteriyor, narko-devletten söz ediliyor, dijital platformların efsaneleştirdiği suç örgütlerine öykünenler düz çeteye “kartel”, torbacıdan hallice kaçakçıya “baron” diyor. At hırsızlığından öte geçemeyecek adamlar “derin devlet elemanı” diye itibar görüyor. (Yeşil’le görüşeceğim diye laptop, cep telefonu ve fotoğraf makinesini Ege’de bir kasabanın otogar tuvaletçisine kaptıran araştırmacı gazeteci de var, sonra oturup bunu yazmıştı)
Oysa sınırlı istatistikler, irkiltici bir tabloyu ortaya koyuyor. Bireysel suç büyük şehirlerden oransal olarak daha fazla Aydın, Çorum, Isparta gibi Anadolu’nun umulmayacak kentlerinde hüküm sürüyor. Suç oranlarındaki artış, hala işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik, ekonomik kriz gibi beylik yaklaşımlarla açıklanıyor, hızlı şehirleşme, göç, kamunun özelleştirmelerle çekildiği kasabalarda büyüyen tefecilik ya da doğrudan kamu rantının paylaşımı gibi dinamikler görmezlikten geliniyor.
Daha önemlisi, artan bireysel suçların ülke çapında yarattığı büyük kriminal havuz hem bölgesel çeteleri hem de büyük şehirlere uzanan kalabalık ailelere ve aşiretlere dayanan daha büyük balıkları besliyor, ilişkiler Balkan çetelerine ya da Rusça konuşan klanlara uzanıyor.
Mafyayla ilgili ne biliyoruz?
Daha 1970’lerde hayali ihracat, uyuşturucu kaçakçılığı, kamu kredilerinin ve teşviklerinin yağmalanmasıyla önemli bir sermaye birikimi yaratan, 12 Eylül öncesi “bakan satın alacak” düzeye gelen, 1990’larda başbakan tehdit edebilen, uluslararası partnerler bulan Türk mafyası artık kamu ihaleleriyle yaratılan rantı, özelleştirmeyle elde edilen varlıkları çekip çevirebiliyor, demir çelikten ulaşıma farklı sektörlere el atabiliyor, yurt dışında işletmeler kurup, vergi cennetlerinde tabela şirketleri üzerinden fon aktarabiliyor.
Böyle bir geçmişe rağmen kolluk güçlerinin organize suçla ilgili hafızası 1999 yılında yasalaşan (2007 yılında kaldırıldı) Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu çerçevesinde yapılan operasyonlardan geriye gitmiyor. Bir dönem Milli Güvenlik Kurulu’nun tehdit sıralamasında başa oynayan organize suçla ilgili bilgiler belli başlı gruplar, tahmini eleman sayıları, yöneticileri, teğmenleri ya da tetikçileri. İddianamelerde derinlikten uzak bilgiler, gazete haberlerinden derlenen beylik tarihçeler dışında bir şey yok. Milli İstihbarat Teşkilatı’nda iki-üç yıl önce kurulan organize suçla ilgili birimin hafızası ise kamuoyu açısından meçhul.
Bilgi yok kanaat var
Aslına bakılırsa, kolluk gücünün ve yargının şeffaflıktan uzak yapısı nedeniyle hem bireysel suçlara hem de organize suçlara ilişkin bilgi kanalları çok kısıtlı ya da tamamen kapalı. Bu yüzden medyanın ürettiği ve biçimlendirdiği kanaatler bilginin yerini alıyor. Bu kanaatleri de daha çok gazetecilerin Narcos ve Breaking Bed dizisine öykünerek “bizde de var” diye zorladığı efsaneler oluşturuyor. Cümleye “baron” ya da “kartel” diye başlandığında kamuoyu bunu ciddi bir bilgi olarak görüyor. Atilla Uğur gibi devletin gizli koridorlarında dolaşmış isimlerin senaryosuna doğrudan katkıda bulunduğu Kurtlar Vadisi dizisi de bu “kanaatlerin” oluşmasında önemli bir rol oynadı. Kamuoyunun çekirdek hızında çitleyip bitirdiği teoriler genellikle bu dizinin yerleştirdiği algıyı destekliyor, konsey, babalar, tetikçiler ve gerekirse yasa dışına çıkan vatansever kamu görevlileri. Sedat Peker’in açıklamaları bu “kanatlerin” birinci elden bilgiyle yerle bir olmasını sağlamış, organize suçun bilinenden çok daha ötede devlete, kolluk güçlerine ve yargıya nüfuz ettiğini göstermişti. Tam da bu yüzden Peker’e katı bir dijital tecrit uygulandı. Benzer biçimde açıklamalar yapan isimler de sessiz sedasız kenara çekildi.
Organize suça ilişkin kanaatlerden oluşan algıyla, fazlasıyla siyasetin içinde oluşan, kamu rantı, kan ve gözyaşıyla beslenen gerçek arasında ciddi bir mesafe var.
Peki gerçek ne?
Mafya Siyaseti
Gerçek, tam olarak devletten ne anladığınıza ve neye inandığınıza bağlı. Devlet saf hukuktan oluşan bir yapı mı? Yoksa ona egemen olan sınıfların bir araç olarak kullandığı siyasi bir varlık mı?
Her iki durumda da devletin sınırlarını çizen hukuk çitlerinin ötesinde neler olup bittiği önem kazanıyor. Bu alan mayınlı sorularla dolu; devletin “yasal ama gizli” faaliyetleri olabilir mi? Olursa bu faaliyetler içinde “gizli ve yasadışı” faaliyetler eklenir mi? Eklenirse bunu kim denetleyecek?
Örneğin Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürlüğü döneminde leblebi çekirdek gibi dağıttığı silahları ve silah taşıma belgelerini, yeşil pasaportları taşıyanlar kamu görevlisi mi değil mi? Anayasal çitleri “milli güvenlik” örtüsü ya da “istihbarat faaliyeti” adı altında aşıp geçenlerin hesabını kim tutacak? Bir başka örnek MİT geçmişte hangi gerekçeyle Bulgaristan Gizli Servisi’nin devşirdiği sağcı mafya babalarına pasaport dağıttı? Bundan ne umuldu, ne buldular?
Mafyanın Politik Aktörleri
Egemenlerin hükmettiği bir siyasi varlıktan söz ediyorsak, hukuk devletinin bittiği yerde, başlayan uçsuz bucaksız topraklarda, kamu görevlilerinin kaçakçılık, yolsuzluk, cinayet gibi işlere giriştiği, “istihbarat toplamak” ya da “devlete hizmet” gibi gerekçelerle devşirdiği organize suç grupları artık siyasetin bir uzantısı haline geldi. İktidar ortağı MHP’nin lideriyle fotoğraf çektirip, ana muhalefet partisi başkanını, ya da fiyatları yükselten zincir market sahiplerini açıktan tehdit edecek kadar siyasetin içindeler.
Bu “terörle mücadele” gerekçesiyle bütün kolluk güçlerine yayılan gayrinizami harp ilahiyatının da bir parçası. Geçmişte, kamu görevlilerinin yararlandığı “cezasızlık” artık organize suç örgütü liderlerinin de uhdesinde. Gayrinizami harp ilahiyatı ile başlayan gizlilik, yasadışılık, kuralsızlık ve cezasızlık kolluk güçlerinin aktörleri üzerinden organize suç faaliyetlerine eklemleniyor.
Gayrinizami harp ilahiyatı “vatan, millet, devlet” gibi sözcüklere bulansa da organize suçun dinamiği değişmiyor. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de suçtan elde edilen yarar, daha doğrusu gelir ile yakalanma riski ve alınan ceza arasındaki orantı belirliyor bu dinamiği. Mafya da bu orantının bir türevi; kolluk güçleri, yargı ya da etkili politikacılarla işbirliği yaparak yakalanma riskini ya da cezayı, yani suç maliyetlerini azaltmak, rakipleri devre dışı bırakmak, pazarda kontrolü ele geçirmek!
Böyle bakıldığında, Akbelen’de jandarmanın hukuka ve yasalara aykırı olarak koruduğu şirket çıkarlarıyla, tonlarla ölçülen kokaini Ekvador’dan konteynerlere yükleyip, Mersin’e kadar getiren, gümrükten geçirip TIR’larla Avrupa’ya ya da Ortadoğu’ya dağıtan suç organizasyonlarının hukuka ve yasalara aykırı çıkarları arasındaki ahlaki mesafeyi ayırt etmek imkansız hale geliyor. Ceza yasalarını kallavi maddelerini çiğnemekle, çevre, orman ya da imarla ilgili yasaların, kıyı kanununun öksüz ve yetim maddelerini çiğnemek hemen hemen aynı noktaya, siyasetle organize suçun kesiştiği o topraklara varıyor. Devletin yere göğe koyamayan sağcı politikacıların, devletin meşru şiddet tekelini delik deşik eden mafya babalarıyla yan yana fotoğrafları böyle renkleniyor.
Daha tehlikelisi siyasetin mafyayı kullandığı bir evreden, mafyanın siyaseti finanse ederek çerçevelediği ve kamuya nüfuz ettiği bir evre önümüzde beliriyor. Belediyelerde kıyı kanununa aykırı beach işletmelerinden başlayan küçük çaplı organize suç örüntüleri kimi zaman cemaatlere de bulanıyor, demir çelik, sağlık, finans, ulaşım gibi alanlara bürokrasiye, bakanlıklara doğru evriliyor.
Artık medyatik kanaatlerin biçimlendirdiğinden daha kötü ve benzersiz bir gelecekten, şiddetin özel ellerde ve özel çıkarlar için organize suç örgütleri üzerinden topluma boca edildiği, sağcı-milliyetçi politikacıların bile ayağını yerden kesecek yeni bir düzenden söz etmek gerekiyor.
Bunun için kanaatlerden çok bilgiye, daha fazla bilgiye ihtiyaç var.