Saçmalık, rezillik, kötülük, delirten sıcaklarla harmanlanınca insan bu ülkede aklını iyice oynatacak gibi oluyor.
Ne kadar şerbetli olursanız olun, Sedat Peker’in süregiden yolsuzluk ifşaatı kadar Gülşen’in hapse atılması da “el insaf” dedirtiyor.
İyi ki de öyle. Yoksa herhalde öldük, ağlayanımız yok diyeceğiz.
Gülşen tahliye edildi- ev hapsinde tutulacakmış, aman ne büyük sevinç!
Sanki ev hapsi kabul edilebilir, çok normal bir şey…
Hayır efendim, bir kişinin şoke edici ifadeler kullanması dahi ifade özgürlüğünün kapsamındadır, yeter ki şiddete, suça çağrı olmasın.
Ama yok, ifade özgürlüğünü hangisi benimsemiş ki arkasında dursun?
Günlerdir “Gülşen olayı” nezdinde tek adam rejimi tartışılırken birkaç taş muhalefetin altılı masasına isabet etti.
“İmam Hatipleri biz kurduk! Haddini aşan espri” şeklindeki sözleri CHP yetkililerinin inanarak söylediklerini kabul edersek, hakikaten yandı gülüm keten helva.
Bu rejimin gideceğini, hukuk devletinin inşa edileceğini iddia eden bir muhalif partiden beklenen, ifade özgürlüğünün sadece bir kesim için değil, herkes için geçerli olduğunu, bir kişinin sözleri nedeniyle asla hapse atılamayacağının açıklanması, arkasında durulması.
Ama yine, yeniden ayağa bir takım halatlar dolandı. Aman muhafazakarları ürkütmeyelim!
MUHALEFET, DURUMUN CİDDİYETİNİ KAVRAYAMADI
İYİ Parti lideri Meral Akşener ve CHP sözcüsü Faik Öztrak’ın “gündem değiştirmeye çalışıyorlar” şeklindeki yorumları ise durumun ciddiyetini kavrayamadıklarını gösteriyor.
Doğrudur, medyaya, sosyal medyaya talimat veriyor, hatta Akşener’in iddia ettiği gibi kamuoyuna mal olmuş isimler hakkında arşiv hazırlıyorlar. Zamanı gelince hedefe kilitleniyor, tetiği çekiyorlar.
İyi de Gülşen’i tutuklama saçmalığıyla yoksulluk, ekonomik bunalım, gündemi unutulmaz, değişmez… Aksine, hukuksuzluğun, keyfi yönetimin bizi nerelere getirdiğini kanıtlar.
Yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık dosyalarıysa zaten üç beş medya kurumundan başka sadece sosyal medyada gündem oluyor.
Gülşen kadar popüler olmayan o kadar çok kişiye bunlar yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor ki… Ne gündem değişti, ne gidişat! Değişmeyen, 90’larda kakılıp kalmış siyaset anlayışı.
Neredeyse beş yıl olacak, Osman Kavala hiçbir suçu olmadığı halde tutuklu. Gezi davası defalarca düştü, tekrar açıldı. Sonunda sekiz masum insanın daha içeriye tıkılması da mı “gündem değiştirmek” için?
Daha beş gün önce Anayasa Mahkemesi, 18’er yıl alan Mücella Yapıcı, Can Atalay ve Tayfun Kahraman’ın başvurusunu “kabul edilemez” buldu.
Hukukun tekrar tekrar satırla doğranması, gündemi değiştirmek bir yana, gündeme bile gelemiyor!
Boğaziçi Mezunlar Derneği’nin (BÜMED) restoranında “alkol satışı”nı rektörülüğün şikayet etmesine dair bir çıkış göremedim, yanılıyor muyum?
BAYKAL CHP’SİNİN HATALARIYLA YÜZLEŞİLMEDİ
HDP ve DBP’nin tutuklu seçilmişlerini ne çabuk unuttunuz! AİHM kararlarının uygulanmamasını, itibar suikastına uğrayanları, bir annenin mezarından çıkarılma girişimini, Garo Paylan’ın ölüm tehditleri almasını…
Kürtlere, Ermenilere, HDP’ye gelince nedense “gündem değiştirmek”ten bahsedilmiyor.
Ya da misal, festivaller de gündem değiştirmek için mi bir bir iptal ediliyor?
Örnekler sayılmayacak kadar fazla. “Bunların maksadı bizi oyalamak, kutuplaştırmak” denemeyecek kadar kritik hamlelere, dinin siyaset ve toplumsal hayatın göbeğine yerleştirilmesine tanık oluyoruz.
Bundan 10-20 yıl önceki CHP, “AKP siyasal İslamı temsil ediyor, AKP’li kadınlar tesettürlü” diye sabah akşam “laiklik elden gidiyor” diyordu. (CHP’nin laiklik konusunda bu kadar sessiz kalmasının bir sebebi olabilir mi?)
Bugün “gördünüz mü haklıymışız” diyenler var, tüm suçu bir avuç liberale atmaktan öteye gidemiyor ama asla özeleştiri yapmıyorlar.
Oysa 2000’lerin koşullarındaki içi boşaltılmış Atatürkçülüğe sarılmak, AKP’nin ilk 10 yılında güçlenmesini de hızlandırdı: Çünkü Türkiye AB’ye girmek, birlikte yaşamak, özgür olmak, kalkınmak, ve evet, barışmak istiyordu. (Bence tümü, büyük çoğunluk için hâlâ geçerli.)
CHP, Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde aynı hataları tekrarlamamaya çalıştı. Ne var ki ip, 2015 Haziran seçimleri sonrasında koptu. Dokunulmazlıklar kaldırılırken tek adam rejiminin taşları döşendi.
Gelinen noktada hem muhafazakâr küçük partilerle ittifak, hem de “kararsız muhafazakar seçmen”in belirleyiciliği yüzünden çokça alkışlanan “dengeci bir politika” benimsendi.
Dengecilik tamam, ama bu ülkenin her ferdi, hatta siyasal İslamcısı için de elzem olan laikliği, farklı kesimlerin “yaşam tarzı”nı eşit olarak savunamaz haldeyseniz, şiraze kaçmış demektir.
Kusura bakmayın, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda dokunaklı mesajlar vermekle Atatürk’ün kurduğu laik devleti sahiplenmiş olmuyorsunuz.