Yılın en sıcak günleri, her şeyin de en sıcak haliyle gündeme geldiği zamanlar oldu. Kültür savaşları, mafya hesaplaşmaları, hukuksuzluk ve yolsuzluk iddiaları, döviz fiyatları hiç görülmemiş seviyelere çıktı. Fakat ne döviz ne de Sedat Peker’in ortaya attığı rüşvet iddiaları, hiçbiri bizi Gülşen’in tutuklanması kadar kızdırmadı.
Hepimiz bal gibi biliyoruz ki Gülşen’e yönelik şiddet, aslında yaşam biçimlerine dönük bir tehdit. Çünkü Gülşen bir süredir politik bir tavır sergiliyordu. Aldığı onca tepkiye, tehdide rağmen tavrını hiç değiştirmemesi, onu cesaretli bir eylemciye dönüştürdü. Gülşen kostümleri, sahnede açtığı LBGTİ bayrakları, sahnede siyasetçilere ve onların adamlarına dönük müdanasız tavırlarıyla, kimsenin kimseye karışmadığı dürüst ve alabildiğine özgür bir hayatı sevenlerin simgesi oldu. İşte bu nedenle de nefret bezirganlarının hedefine yerleştirildi ve bir sosyal medya suikastıyla devlet mekanizmasına gerekli pas atıldı. Gülşen pek çok başka sanatçı gibi kendi yaşam tarzını, kendi şarkılarını, kültür ve sanat anlayışını savunuyordu ve bunu pasif bir direnişe dönüştürmüştü. O bildiği yoldan yürüyordu... o kadar. Kimseye saldırmadan, saydırmadan… Buna rağmen Gülşen’in politik bir simgeye dönüşmeye başladığını fark edenler onu cezalandırma yoluna gittiler. Şimdi en dindarından en liberaline hemen her yazar çizer ve siyasetçinin tepkisini çeken, adaletsiz bulunan bir uygulamanın kurbanı olarak hapiste.
Maksat Gülşen’i caydırmak, pasifize etmek mi? Belki biraz. Belki biraz da onun gibi tavır takınma eğilimi içindeki diğer sanatçılara göz dağı vermek. Ama hepsinden daha çok, toplumsal ayrışmayı bir kez daha belirginleştirip fay hattını genişletmek. Gülşen’e yönelik operasyonu tezgahlayanlar (Oda tv, söz konusu videoyu ilk yayımlayan hesabın buhar olduğunu haberleştirdi) laik ve modernleşmeci kesimin Gülşen’e desteğini açık etmesini, kitleselleşecek tepkilerin de Müslüman kesimde bir tepki yaratmasını hesaplamış olmalılar. Nitekim öyle oldu. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın kararlılıkla Gülşen’e karşı açıklamalar yapıp bu konudaki karşıt tavrı desteklemesi de bu karşıt dalgalanmayı artırıyor ve sular daha bir süre durulmayacak gibi görünüyor.
Tabii ki Gülşen olayı bütün bir ilk bahar ve yaz boyunca süren konser yasaklamaların yarattığı gerilime eklenen önemli bir gelişme oldu. Dans edip eğlenen, istediği gibi giyinen, içki içen, sevişen, seyahat eden, batılı müzikler dinleyen özgür, ister genç ister orta yaşlı, geniş bir kitleye dönük bir tavır var. Bu kitleyi yasaklarla kışkırtıp verdikleri tepkiyle öne itenler, belki de onların hiç farkında bile olmayan Müslüman muhafazakarlara yeni bir hasım gösteriyor. Buradan yeni kıvılcımlar ve yeni bir mücadele ruhu inşa edilmeye çalışılıyor. Bir yaşam biçiminin boğulmasına dönük bu hamleler kültür savaşları tartışmalarını da tekrar tekrar gündeme getiriyor.
Ben yukarıdaki görüşlerimden de anlaşılacağı gibi bu meselenin kültürel mücadeleyle doğrudan ilgili olmadığını, doğrudan politikayla ilgili olduğunu düşünüyorum. Kültür savaşı için çığırtkanlık yapan muhafazakarlar (Şenay Aydemir o dönemi hatırlatan bir yazı yazdı, yeniden döndüğü Duvar’da…) solun kültürel egemenliğine son verip yerine kendi Müslüman muhafazakar kültür ve sanat anlayışlarını koymayı tasarlıyordu. Yani bu kültür savaşında, onun öykücüsü değil benimkisi okunsun, onun sinemacısı değil benimki seyredilsin anlayışı vardır. (‘Onun öykücüsü-benim öykücüm’ ne demekse, o da ayrı bir mesele…) Siyasette, ekonomide, medyada kurdukları gibi bir hegemonyayı kültürel alanda da kurmak… Bu hegemonya aslında gündelik hayatta kendini gösteriyor. Kimse aksini iddia edemez, Türkiye’nin muhafazakarlarları İslamcılaştı, muhafazakar, sağcı yaşam biçimi hiç olmadığı kadar Müslüman artık. Ama yaratıcı alanlarda, eğlence ve sanatta tasarladıkları gibi bir hegemonya inşa edemediler. Bunun sebebi de yine bolca söylenegeldiği gibi ‘İslamcı sanat olmaz’ argümanı değil bence. Bunun en önemli sebebi muhafazakar kesimin kültür-sanata dönük bir talebinin olmaması...
Gülşen meselesi her şeyden önce Türkiye’de yeni bir kutuplaşma yaratmak, fay hatlarını genişletip uzatıp güçlendirmek üzere buraya kadar getirilmiş gibi görünüyor. (Gülşen’i ekarte edip kendi sanatçılarını meşhur etmek gibi absürt bir niyete kapıldıklarını hiç sanmıyorum.) Olan bitenin en büyük kurbanı tabii ki tüm cesaretiyle asla geri adım atmayan Gülşen oldu. Ortaya konan tepkiler onun kısa zamanda özgürlüğüne kavuşmasını sağlayacak. Ama tabii ki sürüp giden davalar, tekrar hapse girme riski onun enerjisini alacak, yoracak, üzecek. Belki kendisini destekleyen, onun simgesi olduğu yaşam biçimini seven milyonlarca insanın varlığı endişelerini biraz azaltır. Ama o milyonların endişeleri ne olacak, onu kestirmek şimdilik pek kolay değil.