Bir süreden beri ülkece şaşırdığımız hadiseler cereyan ediyor.
Malum, Devlet Bahçeli, alışık olduğumuz üzere gazetecilere, ana muhalefet partisine, Dem Parti’ye etmedik laf bırakmıyordu. Yine böyle geçen günlerin hemen ardından Özgür Özel’le karşılaştıklarında tokalaştı, eller birbirinin üstündeyken "Birbirimizi kırmıyoruz inşallah, bazen siyaseten söylememiz gerekenler oluyor," dedi.
Özel, Bahçeli’nin kibarlığına, “Celal (Adan) Bey gibi dostlarımız duygularımızı biliyor. Herkes doğru bildiğini söylüyor, önemli olan saygıda, sevgide eksiklik göstermemek. Hürmet ederim" karşılığını verdi.
Hemen ardından TBMM’nin üçüncü yasama yılı resepsiyonunda Bahçeli, bu kez DEM Parti sıralarına yönelerek parti yöneticileriyle el sıkıştı.
“Barış” hamlelerinin bir açıklaması vardı; "Yeni bir döneme giriyoruz, dünyada barışı isterken kendi ülkemizde barışı sağlamamız lazım"dı.
Ardından herkesin ağzının açık kaldığı gurup konuşmasında şunları söyledi: “Abdullah Öcalan’ın Tecridi kaldırılırsa gelsin, TBMM'de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini açıklasın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenleme yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın."
Bunlar olurken, 23 Ekimde PKK tarafından TUSAŞ’a saldırı yapıldı.
Devlet Bahçeli saldırının ardından da açıklamalarından geri adım atmadı.
Bahçeli’nin “el sıkışalım” temalı siyasi ataklarıyla açılan Ekim ayı Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in gözaltına alınıp tutuklanması ve belediyeye kayyum atanmasıyla kapandı.
Kasım ayı ise Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyum atanmasıyla başladı.
Dört gün önce ise Bahçeli “Erdoğan tek seçenektir, yeniden seçilmelidir,” dedi. Kimilerine göre baklayı ağzından çıkartmıştı.
Değiştirme amacınız yoksa anlamak yeter mi?
Herkesin bildiği bir tekrar olacak ama siyaset böyle. Tarih de böyledir, bazen aylara, yıllara sığacak hadiseler kısacık bir zamanda vuku bulur. Bazı siyasi hamleler baş döndürücü biçimde yaşanır.
Doğal olarak Bahçeli’nin hamleleri hemen herkes tarafından şaşırtıcı bulundu. Bazılarımız bunların “devlet aklıyla”, “devletin projesi çerçevesinde” yapıldığını söyledi. Bu fikre göre Ortadoğu’da yaşanacak olası gelişmeler temel neden. Türkiye Kürt Meselesini çözemezse dezavantajlı bir pozisyona düşecek. Devlet mecburen adım atacak. Bu yüzden “barış fırsatını” değerlendirmek gerekir.
Buna yakın bazı değerlendirmeler iktidarın sıkıştığı, işlerin yolunda gitmediği, bu yüzden bu hamleleri yapmaya karar verdiği yönünde.
Bir başka değerlendirmeye göre, yapılanlar iktidarın ayakta kalma ve önümüzdeki seçimleri kazanma planının önemli bir adımı.
Bütün değerlendirmelerin sağlam dayanakları var. Bana kalırsa hepsini gözeten bir bakış açısının ürünü. Diyelim ki her şeyi harfi harfine anladık, çözdük. Sonuç?
Doğru anlamanın, doğru değerlendirmenin önemi ortada. Fakat anlamak, müdahale etmek, değiştirmek, engel olmak ya da olması gerekeni mümkün kılmak için gibi bir amaç varsa kıymetli.
Keşke ortalık söylediğinin doğru çıktığını ispat etmeye çalışanlar kadar olaya müdahil olmaya çalışanlarla dolu olsa!
Ne yazık ki bütün bu hızlı süreçte yalnızca halk yok. Resmi açıklama yaparak, sosyal medyadan paylaşım yaparak olanlara müdahale ettiğini düşünen varsa onlara diyecek sözüm yok. Ya da gerçekten oradan oraya koşturan insanlar, örgütlü kesimlerin emeğine de haksızlık etmek istemem.
Ama ne yazık ki hayatının her anında siyaset konuşan ama sadece konuşan insanların ülkesiyiz. Herkes her şeyi kendince etraflıca biliyor. Fakat ekseriyet kendi arasında konuşuyor, sosyal medyada yazıyor. Milyonlarca insan sanaldan gerçek hayata geçemiyoruz.
Toplumsal muhalefetin toplamına dair uzun yıllardır somut bir zemin kurulamaması seyirciliğimizin en önemli nedenlerinden.
Böyle, “Barış Süreci” gibi dönemlerde, esas aktörler dışındakiler bir şey yapamıyor denilebilir. Bahsettiğim yalnızca devletlilerin önümüze koyduğu meseleye dair yapılması gerekenler değil. Hatırlarsanız 2010’lu yıllarda toplumsal muhalefetin yarattığı kuvvetli gündemler vardı.
2010’lu yılların başında belediye başkanları, siyasetçiler tutuklanıyor, cezaevlerinde açlık grevleri yapılıyordu. BDP içinde yer almayan, meseleye dair bir başka bir kulvar açılması gerektiğini düşünen siyasi örgütler Ankara’da, İstanbul’da binlerce kişinin katıldığı eylemler yapıyordu.
Şimdi bu halin ne yazık ki uzağındayız.
Vekâlet siyasetinin siyasetsizliği
CHP, böyle bir atmosferde, AKP karşısındaki kesimlerin temsilcisi olma, onlar adına siyaset yapma iddiasında. “Ben halledeceğim” diyor. “Gerekirse mitingler bile yaparım.” Yerel seçimlerde ortaya çıkan sonuç bu iddianın argümanlarını güçlendirdi.
Bununla birlikte milyonlarca insanın sandığa giderek CHP’ye oy vermesi “değişim” arzusunun bir sonucuydu. Hatta genel başkanlık makamındaki değişimin de motivasyonu buydu. Yani halk CHP’ye, iktidara “muhalefet et”, “yanlış politikalarını engelle”, en nihayetinde de “değiştir” dedi. O zaman, seçim yenilgisinin hemen ardından sınırlarını geri çekmek mecburiyetinde kalan iktidarın karşısına “normalleşme” diyerek çıkmanın manası nedir.
Halkın yaşam koşullarının sömürge valisi gibi çalışan Mehmet Şimşek programıyla her gün daha da kötüleştiği; eğitim, sağlık alanındaki piyasalaşmanın bu alanları çökerttiği; umutsuzluğun, toplumsal çürümenin derinleştiği bir ülkede, üstelik seçimleri ezici bir üstünlükle kazanmışken ana muhalefetin siyaseti “normalleşme” olabilir mi?
Siyaset “halk adına” yapılıyor ya, seçim vaadi olarak mesela “iktidarla normalleşeceğiz” diye bir şey söylediniz mi?
Dolayısıyla yapılan pek çok değerlendirmede, iktidar blokunun zayıf muhalefet döneminde, kapalı kapılar ardında bu süreci ince ince planladığı söyleniyor. Aksini ispat edecek bir veri şu anda pek yok.
Hal böyle olunca en iyi savunma saldırıdır diyen iktidar Esenyurt Belediyesi’ne adeta çöküyor, bu vesileyle CHP’nin içindeki potansiyel ayrımları da tetiklemiş oluyor. Ana muhalefet partisi Cumhurbaşkanlığı meselesinde sorunsuz, yekvücut bir şekilde hareket edilebileceğinin garantisini verebiliyor mu?
Esenyurt’tan İBB’ye bir kanal açmaya çalıştıkları yine çok yapılan bir değerlendirme. Evet, eğer becerebilirlerse bunu yapacaklardır. Fakat ne yazık ki “alınlarını karışlarız”, “bırakmayız” gibi yüksek tondan konuşmalar emin olun ikna edici değil.
Halkın kendi kaderini eline alması
Esenyurt Belediye başkanının gözaltına alınmasıyla başlayan, kayyumla devam eden iktidar saldırısı sonrası belediyenin önüne koşan binlerce insan altı doldurulmayan vaatlerden, beylik laflardan çok daha gerçek.
Mardin, Batman, Halfeti’de seçtikleri belediyelere sahip çıkan halkın mücadelesi de öyle.
Bir kez daha görüyor ve hissediyoruz ki ülkemizin ihtiyacı, toplumsal hayata müdahale eden bir sol; siyasete doğrudan müdahale eden, iktidar karşısına kuvvetle dikilebilen, durduran, engelleyen ve değiştiren bir toplumsal muhalefet.
Hayatımız, ülkemizin geleceği vekalet verdiğimiz birileri tarafından belirlenemez. Siyaset profesyonellerin mesleği değildir. Halk kaderini eline almadan bu döngüden çıkamayacağız.