TEZCAN KARAKUŞ CANDAN
Doğduğumuz ve doyduğumuz yerin hepimiz için paha biçilmez bir değeri vardır. Varlık olmamızın mekânsallığını da içerisinde barındıran bu paha biçilmez değerlerle yere ait olma hissi, bedenin ayakta durmasını sağlayan omurga gibidir. Bizi biz yapan bizi insan yapan o varlıklar, dağından taşına, suyundan toprağına, kıyısından ormanına, can suyumuzudur yaşam kaynağımızdır.
Akbelen Ormanı’nda günlerdir yaşanan ağaç katliamına karşı, köylülerin gözyaşları, bedenlerini paramparça eden hızar sesleri ve direniş, insanlığın varlık değerine sahip çıkmasının göstergesi. Köylülerin bedenleri ile hemhal olmuş ağaçlar pek çok kez bize yaşam mücadelesi verenlerin doğa ile birlikte var olma kararlılığını da bir kez daha hatırlatıyor. Ağaca sarılmak geleceğe sarılmakla özdeşleşiyor, direnişin simgesi haline geliyor: Atatürk Orman Çiftliği’nde, Taksim Gezi Parkı’nda, ODTÜ Yolu’nda, Kavaklık’ta, Kazdağları’nda, Yırca’da, Cerrattepe‘de ve Akbelen’de…
Ağaca sarılmak
Sabah saatin yedisi işe gitmeye hazırlanırken telefonum acı acı çaldı. Telefondaki ses ağlamaklı bir tonla “hocam geldiler, ağaçları kesecekler, bizim etrafımızı çevirdiler, acil desteğe ihtiyacımız var” dedi. Günlerdir gençler ağaçlarını kestirmemek için ODTÜ ormanında çadır kurmuşlar bekliyorlardı. Bir gün öncesinde meslek odalarının katılımıyla forum yapılmış ve ODTÜ ormanından geçecek yolun neden yapılmaması gerektiği üzerine bilim insanları ile birlikte tartışılmıştı Mimarlar Odası Ankara Şubesi olarak saat 11.00’de ODTÜ Rektörü Ahmet Acar’la ODTÜ Yolu gündemli randevumuz vardı. Acı acı çalan telefonla, sabahın erken saatinde yönetim kurulu üyelerimizle haberleşip ODTÜ’de nöbet tutulan alana gittiğimizde tüm öğrenciler gözaltına alınmış, ağaçların olduğu bölüme iş makineleri girmeye başlamıştı. Ağaçların dallarında meyveleri vardı. Mimarlar Odası Ankara Şubesi yönetim kurulu üyeleri olarak, ağaçların bulunduğu alanda iş makinelerinin önünden zorla çıkartıldık. Saatler ilerledikçe, milletvekilleri, öğrenciler, hocalar meslek örgütleri temsilcileri, gazeteciler alana gelmeye başlamışlardı. Katılım giderek artıyordu.
Rektörle görüşme saatimiz yaklaştı ve biz randevuya gittikten sona olan olmuştu. Görüşme devam ederken sürekli gelen mesajlarla görüşme kısa kesildi ve tekrar alana geldiğimizde iş makineleri ormana girmiş, dallarında meyvesi olan ağaçlar bir bir yere devrilmiş, ağaçların olduğu alan sarı bantlarla çevrilmişti. Rektörle görüşmenin sonuçlarını basına açıklamanın ardından, herkes açıklamaya yoğunlaşmışken, bir anda görüşmeye giderken altında soluklandığım meyveleri olan ağacın meyveleriyle yere devrilmiş olduğunu gördüğümde, yavrusu ile birlikte yaşamına son verilmiş bir anne gibi hissetim.Etrafımızın çevrildiği güvenlik güçlerinden ve sarı bantlardan nasıl geçtiğimi ve nasıl gidip ağaca sarıldığımı hatırlamıyorum. Atılan gaz bombaları, tomalardan sıkılan tazyikli su, etrafımı çeviren hocalarla gözyaşları içerisinde alandan çıkartılışımız unutulacak gibi değildi. 2013 yılının Eylül ayıydı. Sonra pek çok kez aynı acıyı pek çok yerde hissettik.
Uyanma vakti
Kesilen her ağaçta yok edilen her ormanda, Atatürk Orman Çiftliği’nde Kavaklık’ta, Kazdağları’nda Cerrattepe’de, Akbelen’de, nerede bizi varlık yapan değerlere bir saldırı varsa, mutlaka ağaca sarılacak insanların varlığı, toplumun vicdanını ve doğa ile insanının kurduğu o ayrılmaz varlık olma halini bir kez daha bilince çıkarttı. Varlığınızı bir bütün olarak yok etmeye yönelik bir saldırıda, direnmek anayasal haktır. Akbelen ormanlarında köylüler varlığımıza yönelen ve bir bütün olarak yaşamamızı parçalayan bir saldırıya karşı günlerdir bedenleri ile ağaca toprağa yaşama sarılıyorlar. Oradaki direniş bir köyün değil, bir ülkenin gelecek direnişi. Köylülerin iç parçalayan ağıtları ve bedenlerini ortaya koydukları dirençleri ve hızar sesiyle güne başlamaları hepimizi için bir alarm.
Kuş sesleri ile değil “hızar sesiyle uyanmak”, geleceğimizi çalmayı ve biçmeyi hedefleyenlerin seçimden sonraki ilk sesleridir. Bu sesin yankılandığı ve uykularımızın parçalandığı Akbelen Ormanı’nda hızara karşı insan sesini yükseltenler ise yaşam varlıklarına sahip çıkan, gelecek kurucularıdır.
Toplumsal muhalefetin stabil bir görüntü verdiği “yüksek siyasete” öfkenin büyüdüğü dönemde memleketin dağını taşını ormanını kıyısını sermayenin müstemlekesi haline getiren bir anlayışa karşı Akbelen direnişi sessizliği yırtan bir kararlılıkla, topluma uyanma vaktinin geldiğini, kendi göbeğini kendisinin keseceği, işin başa düştüğünü bir kez daha hatırlatıyor.
Otoriter bir rejimin yerel seçimlerden sonra yapacaklarının ve gelmekte olanın habercisi olan Akbelen’deki katliamın karşısında köylülerin direnişi hepimize yol göstermeli. Nasıl bir araya geleceğimizi ve neyle direneceğimizi bilince çıkartıyor. Uyanma vakti geldi, ama hızar sesiyle, ama yürek parçalayan ağıtlarla… Akbelen’le dayanışmak sorumluluğumuzdur.