Hukuk eğitimini ilkokuldan başlatmak: Ali düşünceni söyle/Ayşe itiraz et

DEVA Partisi’nin geçen hafta açıkladığı Adli Yargı Eylem Planı, "Küçük at da civcivler de yesin” diye küçümsenmeyecek kadar önemli bir noktaya değiniyordu.

Hükümet programlarının umut belgesi olma özellikleri vardır. Yeni kurulmuş her hükümetin çizdiği çerçeve, hep mutlu ve güvenli bir ülke vaat eder.

Siyasi partilerin, ‘hukuk reformu’ paketleri de sevinç potansiyeli yaratma açısından aşağı kalır tarafı yoktur. Özellikle hukukçular, evrensel temalı vaatleri gördüğünde, hiçbir zaman pratiğe dönüşmeyeceğini bildiği halde, yüzünde arsızca gülümseyen bir ifade oluşur.

1991 yılında kurulan DYP-SHP ortaklığının hükümet programı, Demirel ve İnönü’nün oluşturduğu bir şahika belgesi olarak hatırlanır. Program, benzeri bir daha eşi benzeri ile kıyaslanamayacak düzeyde adeta bir demokrasi ve insan hakları düzenlemesidir. Ömrü, sadece bir buçuk yıl sürdü.

Hukuk reformları ise, siyasi partilerin seçim beyannamelerinin hep baş kösesinde oldu. Ve orada kaldı.

Kimse programlarını gerçekleştiremeyen hükümet programlarını eleştirmez bizim ülkemizde, hukuk reformlarının da akıbeti de hiç sorulmaz.

Mesela, en büyük hukuksal reform olarak gösterilen 1982 Anayasası, halen yürürlüktedir.

Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HYSK) demokratikleşmesi konusunun geldiği nokta ise eskisine rahmet okutacak düzeydedir. Onu da beceremedik.

HUKUKÇULARIN NASREDDİN HOCA ARSIZLIĞI

Ve ne zaman siyasi bir parti büyük hukuki düzenlemelerden söz edecek olsa yine de ciddiye alır, dikkat kesiliriz. Hala umutkar olmanın, hala hukuku çare olarak görmenin, belki de arsız olmakla uzaktan yakından bir ilgisi vardır.

Bu bir nevi hukukçu olmanın yarattığı mesleki hastalık, en azından saflığı diye de tanımlanabilir.

Ancak, Nasreddin Hoca’nın Akşehir Gölü’nde yaptığı yoğurt mayalama girişimi, öyle hafife alınacak bir iddia da değildir. Dönemi itibarıyla 8 metre derinlik ve 350 metrekarelik bir alana yayılan yoğurt kütlesi elde etme hayali, bir fıkra için yeteri kadar komik olabilir ama gerçekleşme ihtimali olarak oldukça göz kamaştırıcı bir ciddiyete sahiptir.

O nedenle benim için, kağıt üstüne alt alta sıralanmış hukuksal beklentilerinin gerçekleşme ihtimali, Akşehir Gölü büyüklüğünde olmasa da, bir kaşık yoğurt beklentisi sınırlıdır.

Büyük düzenlemelerden vazgeçtim, şu ahir ömrümde, hakimlik teminatını (başka yerlere sürülmeme) görmek bile beni bahtiyar etmeye yeterdi. Olmadı bir türlü, beceremiyoruz.

Anayasa Mahkemesi kararlarının, yerel mahkemeler tarafından uygulanmaması konusuna hiç girmiyorum bile... Eğer İstanbul Sözleşmesi yürürlükte olsaydı, bir avuntu olarak biraz sevinebilirdik, o da yok artık.

Ankara’da, sırf rengarenk diye bir cafe tabelasının, mahkeme kararı filan olmadan, polis tarafından beyaza boyama zorlamasından sonra, artık reform meform bir yana, hukuka dair hiçbir şeyden kimsenin çok umurunda olmadığını, hep birlikte gördük.

İLKOKULDA BAŞLAYAN HUKUK BİLGİLENME SÜRECİ

Seçim yaklaşırken, siyasilerin yavaş yavaş dile getirmeye başladıkları büyük hukuksal dönüşüm projeleri, ‘iyi niyetle söylenmiş sözler’ bağlamı dışında, çok fazla kıymeti kalmıyor..

Hukukun yıllar içinde kördüğüm olmuş açmazları, Büyük İskender gibi tek bir kılıç darbesiyle çözülmeyeceği gerçeğinin artık anlaşılması gerekiyor.

Ama yine de, Deva Partisi’nin geçen hafta açıkladığı Adli Yargı Eylem Planı, “ küçük at da civcivler de yesin” diye küçümsenmeyecek kadar önemli bir noktaya değiniyordu.

Eylem Planı’nda yer alan maddelerinden özellikle bir tanesini görünce, yıllar sonra kafa dengi eski bir arkadaşımla karşılaşmışçasına sevindim.

Planın bir yerinde, “Özgürlükçü demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve kadın erkek eşitliği derslerini İLKOKULDAN İTİBAREN eğitim müfredatına ekleyeceğiz” deniyordu.

Belki çok ütopik, ama ben hayatımda, bu kadar gerçekçi ve sorunun asıl özüne dokunan hukuksal bir önerinin, bugüne kadar hiçbir parti tarafından dile getirildiğine rastlamadım.

DEVA’nın önermesine beğenmiş olmamın nedeni, bu ütopik çözüm paketinin bir parça da, benimle ilgili olmasıydı.

İMKANSIZI ZORLAMAK

Reel hukukla içli dışlı olmaya başladığım yıllarda, hukukun atar damalarını açmaya yönelik büyük reform çabalarını, gökkuşağı kadar uzakta bir yerde görmeye başladım.

Zaman içinde, toplumda ortalama düzeyde hukuk kültürü oluşmadıkça, hukuksal açmazları aşma konusunda çok fazla mesafe alınamayacağı gibi bir düşüncem oluştu.

Gerçekten de öyledir, ozon tabakasındaki delik, organik beslenme, gezen tavuk yumurtası, derelerin kirlenmesi gibi spesifik konularda bile ortalama bilgiye sahip ciddi sayıda insan kümesine sahibiz.

Ama o kümede yer alan insanlar, nedense hayatında çok daha fazla yer kaplayan hukuksal kavramlarla aynı düzeyde ilgi göstermiyor.

Hukukla ilgili yaşanan sorunları ‘başkalarının başına gelen şey’ olarak görüyor.

Bu nedenle hukuka değen her şeyi, yabancılaşma efekti içinde değerlendiriyor.

GENEL KÜLTÜR OLARAK HUKUK

Hukuku en temel kavramlarıyla anlamak, onu içselleştirmek ve genel kültür olarak hayatın içinde harmanlamanın, gerçekten de ilköğretimden başlayarak artan bir ivmeyle, çocuk yaştan başlayarak bilgi yüklenmesi ile sağlanabileceği, bana hala mantıklı geliyor.

Alelacele akla gelen birkaç örnek olarak;

İlköğretimde, daha alfabeye başlandığı dönemde “Ali düşünceni söyle”,

“ Ayşe itiraz et” şeklinde fiş okumaları yapılması,

Ortaöğretimde, “Bir başkasının düşüncesine saygı gösterme” veya

“ Kavga etmeden konuşma becerisi” başlıklı konular işleme, münazaralar düzenleme,

branşı hukuk olmayan fakültelerde “ Neden hukuk devleti olmak

önemli” yahut “ Yargı neden adil olmalı” gibi forumlarla;

her yaştan öğrenciyi kendi meşrebi içinde temel hukuk bilgileriyle donatmak, bence de önemli bir girişim.

Çocuk yaştan başlayarak insanları, yaşadıkları hayatı hak ve sorumluklar üzerinden şekillendirme imkanının sağlanmış olmasını düşünmek bile, çok heyecan verici geliyor.

Hukuka bağlı ve başkalarının haklarına saygı duyan bir toplum olma halinin önündeki tüm engellerin kaldırılmış olmasıyla, ‘yaşanılır bir ülke’ haline gelmiş olma fikri, bir ihtimal olarak bile onu cazip kılmaya yetiyor.

SONUÇ ODAKLI ÇÖZÜM

Bugün, ilk ve ortaöğretimi bir kenarda tutalım, ön lisans ve lisans tamamlamış genç kesimde bile, DEVA’nın sözünü ettiği özgürlükçü demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve kadın erkek eşitliği konusunda, temel düzeyde bile bilgisi olan yetişkinlere rastlamak zor desem, bilmem iddiamı çok abartmış olur muyum?

İşte bu nedenle, Ali Babacan’ın temel hukuk müfredatını ilkokuldan başlatma düşüncesi bana çok yakın geliyor.

Bu ve ardından sıraladıkları diğer hukuksal eylem planlarını da sevdim ve çok yerinde buldum.

Çok yaş farkımız var ama, sanki aynı dönem okul arkadaşlığı yapmışız gibi bir samimiyetle, gömleğin ucu pantolonun üzerinden sarkmış, yaka bağır açık ve kollarımız sarmaş dolaş poz içinde birlikte çektirilmiş bir fotoğrafta donup kalmış, düşünce arkadaşlığı içinde gördüm ikimizi.

Sonuç olarak, bir gün iktidar veya iktidar ortağı olur da, eğer çoktan unutup rafa kaldırmış olmazsa, uygulama şansı bulan bu projesinin, mutlaka sonuç odaklı ve kesin bir çözüm olacağını görebiliyorum.

Köşe Yazıları Haberleri