İBRAHİM EKİNCİ
İki haber üzerine bu birkaç bölümlük diziyi yazmaya karar verdim. Birisi Nurcan Gökdemir’in Birgün’deki haberiydi. “Doğrudan temin” yoluyla kamu mal ve hizmet alımlarının 40 milyar lirayı geçtiğini yazıyordu. Yani bu kadar mal ve hizmet alımını, kamuda birileri, birilerini çağırarak yapabiliyor. 40 milyarlık iş! Hani şu “işte bilmem buradan 10 ihale, şuradan 20 ihale aldı da çok zengin oldu” hikayeleri okuyoruz ya, onlar işte. Toplamı 40 milyar!
İkinci haber Adabank’ın satışıydı. Uzanlar’dan TMSF’ye geçmiş Adabank, Ahlatçı Holding’e satıldı. Bu satış AKP ekonomisinin çözünürlüğü çok yüksek bir fotoğrafıdır. Gelin tabloya az yakından bakalım:
Ahlatçı, AKP destekçisidir. Patronu, Erdoğan ailesi ile bizzat tanışıyor. AKP dönemi holdingi. Eski (kuruluş 1984) kuyumcudur. Sonradan başka işlere de girdi ama asıl büyük atılımını AKP döneminde yaptı ve “dev” bir gruba dönüştü. Kamuoyu onu Milli Piyango ihalesi ile tanıdı.
Adabank, Uzan batığının tahsili için TMSF’deydi. Haliyle mümkün olan en yüksek fiyata satılması hem mantığın, hem işin, hem kamu sorumluluğunun gereği.
TMSF, daha önce birçok kez (Patronlar Dünyası’nın haberine göre 13 kez) satışa çıkardı. 75 milyon dolar teklif eden oldu. 60 milyon dolar teklif eden oldu. Satıldı konuşmaları geçti ama bunları BDDK uygun bulmadı, onaylamadı. Ama banka Ahlatçı’ya 8 milyon dolara satıldı! Daha önceki 13 satış işlemini onaylamayan BDDK, bu sefer 10’da 1 fiyata onay verdi.
Bu tablonun içinde Erdoğan ekonomisinin tamamı, bütün hikayesi, bütün karakteristiği vardır. Kimse “75 milyon dolarlık teklife neden satmadınız” diye soramayacak. Sorsa da cevap verilmeyecek. Peki aramızda bu satışın Erdoğan’ın onayı olmadan yapılmış olabileceğini düşünen var mı?
Burada olup biteni, son yıllardaki bütün iş ve ihalelere teşmil edebilirsiniz. Sözü İhale Kanunu’na getirmeye çalışıyorum. Biliniyor, Türkiye çok vahşi bir özelleştirme furyasından geçti. Sadece AKP, bütün cumhuriyet tarihindeki özelleştirmeleri 8’e katlayarak kamu ekonomisini esasta tasfiye etti. Bu tasfiye özellikle 2010 sonrası rekabet kuralları içinde gerçekleşmedi. Kamu giderek daha çok devreye girdi ve bu bir çeşit iktidar çevresine dağıtıma, tahsise dönüştü. Kamu alım ve projelerinin ihaleleri de öyle oldu. Neredeyse yüzde 100 rekabete kapatıldı. Kamu istediği işleri istediği şirketlere verir oldu. Kamu projelerinin gediklisi olmuş gruplar çıktı ortaya. Dünya ölçeğinde kamudan en çok iş alan 10 müteahhitten 5’i Türkiye’dendir. Siyasi iktidara “patrimonyal sultanizm” karakterini veren en önemli iktisadi görüngü budur. Bu niteliği tamamlayan ikinci görüngü de kurum tasfiyesi oldu. Kurum tasfiyesi derken bu, TCMB ve diğer yetkili – özerk kurumların kapatılmaları şeklinde değil de yetkilerinin tasfiyesi şeklide gerçekleşti. Artık MB’nin faizine Erdoğan karar veriyor. Kimin banka kurup kurmayacağına (BDDK’nın görevi), kimin hangi ihaleyi alıp almayacağına (KİK’in – RK’nın görevi) iktidarın tepelerinin onayı olmadan karar verilemiyor. Ya da arzusu tahmin edilerek kararlar verilebiliyor. O nedenle bizdeki kapitalizm aynı zamanda bir “kumanda” ekonomisi, bir çeşit “emirlik ekonomisi” diyorum ben.
Bizdeki bu kumanda ekonomisi iki alandan yürüdü: Birincisi kurumları yıkarak ve yetkilerini tek elde toplayarak, ikincisi İhale Kanunu’nu delerek … Kurumlar gibi kanun da duruyor. Sözde uygulanıyor da ama 2002 tarihli kanunda o kadar fazla değişiklikler yaptılar ki mevcut kanun istediği işleri istedikleri kişilere, gruplara vermelerine hukuki kılıf sağlar hale geldi. Bir anlamda kanunsuz iş yok. Kanun var ama kanunun içinde hukuk yok.
AKP Ekonomide Ne Yaptı isimli kitabımda AKP’nin usuller yönünden ihalelerde rekabeti nasıl devre dışı bıraktığını göstermiştim. Oradaki tabloyu en son 2022 verileriyle güncelledim:
Kanun kapsamında olmayan (istisna) ihaleler ile “doğrudan temin” ihalelerinin toplamı 170 milyar lirayı bulmuş. Bu iki tip alımlar dahil, kanun kapsamındaki usullerle (1. Açık ihale, 2. Belli istekliler arasında ihale, 3. Pazarlık usulü) yapılan ihalelerin toplamı 2022’de 733 milyar lira olmuş. Doğrudan temin ihalelerinin toplama oranındaki azalma iyi… Geri kalan bütün ihalelerde idarenin işin içine nasıl girdiğini görüyoruz. Kapsam dışı ihalelerin toplamdaki payı 2005 – 2022 arasında yaklaşık 5 puan artmış. Pazarlık usulü ihalelerin payı % 5.8’den % 25.2’ye çıkmış. 20 puanlık artış! İsteyen her şirketin teklif verebildiği için güya rekabete açık olduğu varsayılan açık usulle ihalelerin payı ise 15 puan düşmüş.
Kamu ihaleleri rekabete kapandı
Bu tablonun gösterdiği şu: Kamu ihalelerinde muafiyet alanı genişliyor, rekabete açık olduğu varsayılan ihale usullerinin payı düşüyor, pazarlık usulü ihalelerin payı artıyor. Böylece, kamu ihale düzenliyor ama işin içindeki inisiyatif alanı sürekli genişliyor. “Genişliyor” diyorum ama esasta açık ihale usulünde bile rekabet hukuku çalışmıyor. Kapalı mekanizmalar işliyor, kimin girip giremeyeceği, kimin işi almaya tevessül edip edemeyeceği, hangi şirket ihaleye talip olursa bunun ne anlama geleceğine ilişkin örtük bir iletişim çalışıyor. Açık ihalelerde de iş bir kere muhakkak iktidar destekçisi bir firmaya gidiyor. En fazla iktidar destekçileri arasında bir rekabet oluyor ki o da ihale salonlarında değil, ilişkiler üzerinden sonuçlandırılıyor. Bu sonuca nereden varıyoruz? 2010 sonrası kamudan, iktidar destekçisi olmayan, muhalif, mesafeli bilinen ama ihale alabilen tek bir şirket dahi hatırlamıyorum. İşte bu nedenle kamu işleri piyasasının yüzde 100 diyebileceğimiz ölçüde rekabete kapandığını söyleyebiliriz. Bu yüzden her hangi bir ihalenin “açık ihale usulü”ne göre yapılması rekabetin çalıştığı anlamına gelmiyor.
Gelelim “Belli istekliler arasında ihale usulü”ne… Kanundaki tarifi şöyle: “Ön yeterlik değerlendirmesi sonucunda idare tarafından davet edilen isteklilerin teklif verebildiği usul.” Ez cümle, herkes başvurabilir ama idare ön yeterlilik değerlendirmesi sonrası belli şirketleri davet eder. Sizce kimleri davet eder?
Pazarlık usulü ihale ne demek? Kanundaki tarifini verelim:
“İhale sürecinin iki aşamalı olarak gerçekleştirildiği ve idarenin ihale konusu işin teknik detayları ile gerçekleştirme yöntemlerini ve belli hallerde fiyatı isteklilerle görüştüğü usul.” Geniş tarifi de şöyle: “(Diğer usullerle ihalelerde) teklif çıkmaması, doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen yapım tekniği açısından özellik arz eden veya yapı veya can ve mal güvenliğinin sağlanması açısından ivedilikle yapılması gerekliliği idarece belirlenen hallerde veyahut idare tarafından önceden öngörülemeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu olması. Savunma ve güvenlikle ilgili özel durumların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu olması. İhalenin, araştırma ve geliştirme sürecine ihtiyaç gösteren ve seri üretime konu olmayan nitelikte olması. İhale konusu mal veya hizmet alımları ile yapım işlerinin özgün nitelikte ve karmaşık olması nedeniyle teknik ve malî özelliklerinin gerekli olan netlikte belirlenememesi.”
Evet böyle haller vardır. İvedilikle işin yapılması gerekir. Ama pratikte bu nasıl uygulandı? Önce maddenin lafzına “yapım işleri” eklenerek iktidarın bayıldığı inşaata yer açıldı ve sonra da hiç de acil olmayan birçok ihale bu usulden yapıldı. Kanunu madde madde inceleyeceğimiz bölümde anlatacağım.
Doğrudan temin usulü… Zaten doğrudan istediğinden mal veya hizmet almak anlamına geliyor. Usulün kanundaki tarifi şöyle: “Bu Kanunda belirtilen hallerde ihtiyaçların, idare tarafından davet edilen isteklilerle teknik şartların ve fiyatın görüşülerek doğrudan temin edilebildiği usul.”
Bir sonraki yazıda kanuna adım adım bakalım. AKP, nerede, hangi maddeyi ne zaman ve nasıl değiştirerek neyin yolunu açtı? Adım adım inceleyelim.