Dünyaya Holding ortağının oğlu olarak gelmişim. Doğduğumda bundan haberi yoktu tabi. Ama biraz büyüyüp de evin her yerini karıştırmaya başlayınca babamın evrak çantasındaki hisse senetlerini keşfetmem pek zamanımı almadı. Artık Yibitaş Holding’in ortağı bir babanın evladı olduğumu öğrenmiştim.
Biraz daha büyüyünce her yıl Yibitaş Holding’in babama genel kurul davetiyesi gönderdiğini, babamın Antep’ten Ankara’ya genel kurula gittiğini de öğrendim.
Aradan biraz daha zaman geçip yaş 18 olunca bu defa benim yolum düştü Ankara’ya. Hukuk fakültesi öğrenciliği vs derken 3. sınıf gelip çattı ve ticaret hukuku dersini de alınca Yibitaş Holdingin şu genel kuruluna bir de ben katılayım dedim.
Salona gidince holdingin epey bir ortağı olduğunu, holding ortaklığımız nedeniyle pek de zengin olmadığımızı anlamam uzun sürmedi tabi. Avrupa’nın, Anadolu’nun ve de Trakya’nın dört bir tarafından yüzlerce holding ortağı genel kurul salonunu doldurmuştu.
Genel kurul, konuşmalar oylamalar derken tuhaf bir şey olmaya başladı. Biz yüzlerce ortak bir şey olsun veya olmasın diye oy kullanırken önde oturan bir beyefendi aksi yönde oy kullanıyor ve beyefendinin dediği oluyordu. Ben diyeyim 500 kişi sen de 700 kişi gündeme madde ekleyelim diyorduk, beyefendi hadi oradan gündemi beğenmiyorsanız ne işiniz var burada diyordu ve beyefendinin gündemi kesinleşiyordu.
Sağa sola bakınıp halden anlayan birini bulunca bu yiğit kim diye sordum. Öyle ya bir el kaldırmasıyla 500 kişiye ayar veriyordu.
Bu şirketin büyük çoğunluğuna sahip ortağının temsilcisi denilince anladım meseleyi. Ne de ticaret hukuku dersinden ilk senede geçmiş adamdım.
Neyse dilek ve temenniler kısmı gelince bir yolunu buldum ve aldım mikrofonu elime, “Dayılarım, amcalarım, abilerim” dedim.
“Hepiniz benden büyüksünüz. Ama ben de ticaret hukuku dersi almış hukuk talebesi bir kardeşinizim. Kendimi bildim bileli Ankara’dan, Yibitaş’tan senede bir defa eve mektup gelir, genel kurul davetiyesini okuyan babam genel kurulu görev kabul edip Ankara’ya giderdi. Bu sene de bu kutsal görevi ben üstlendim. Üstlendim üstlenmesine ama ne göreyim. Önde bir beyefendi var hisselerin çoğu onda. Sen de yüzde 50, ben diyeyim %80. Biz 500 kişi el kaldırıyoruz bizi ciddiye alan yok o parmağının ucunu uzatmaya görsün herkes emrine amade. Beni dinlerseniz bundan sonra genel kurula gelmeyin. Genel kurula gelmek için yaptığınız masrafla 1 hafta et yemeği yer keyfinize bakarsınız. Sizi bilmem ama bizim aile için genel kurul bitmiştir. Daha da Davos’a gelmem. Allaha emanet olun” diye de ekledim.
Tabi bu kadar afili konuşmamışımdır, kör ölür badem gözlü olur, kel olur sırma saçlı olur misali 25 yıllık konuşmam da yıllar içinde serpildi, güzelleşti. Ama yalan yok salonda alkış tezahürat kıyamet gibiydi.
Serbest atıcı acemi avcı masallarımı bir kenara bırakıp konunun özüne gelelim.
Gerçekten de %50 veya daha fazla hisseye sahip tek bir ortağın olduğu şirketlerde şirket çalışanlarının, şirket ortaklarının hiçbir ehemmiyeti yoktur. Patronun kafası eserse müşteri bile insan muamelesi görmez. Büyük ortak beyefendinin parmağının ucu ve suretinin aynadaki yansıması bile emir kabul edilir. İstediğini işe alır, istediğini işten atar. İstediği yatırımı iptal edip, aklın kabul etmeyeceği saçma sapan yatırımları yapar. Kafası eser şirketin güvenlik görevlisini genel müdür yardımcısı yapar, kafası esmediğinde genel müdür yardımcısını aşçı, servis şoförü yapar. Beğenmeyen en fazla tazminatını alır gider.
Bu şirketlerin anlı şanlı hukuk danışmanları, mali müşavirleri falan da vardır. Anlı şanlı fikirlerinde ısrar ederseler patron onların da biletini keser. Yani işlerine son verilir. Anlı şanlı fikirlerini işsiz bir şekilde dile getirmeye başlarlar.
AK Partili Cumhurbaşkanlığı Sisteminin de %50’den fazla hisseye sahip hâkim ortaklı bir şirketten keyfilik, öngörülemezdik ve adaletsizlik açısından hiçbir farkı yoktur. Özür dilerim temel bir farkı var. Şirket sahibi ne kadar keyfi olursa olsun günün sonunda yanlış kararlarının sonucuna malını ve itibarın kaybederek katlanır. Bu yüzden kendi keyfiliğine kendisi sınır koyar çoğu zaman ve yukarıdaki saçmalıkları yapmaz veya ölçülü yapmaya çalışır.
Ama AK Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminde sermaye millete yönetim partili cumhurbaşkanına ait olduğu için hatalı kararların sonucuna sermayenin sahibi yani millet katlanır. Keyfilik de sınır tanımaz. Onun içindir ki başta TCMB faizleri olmak üzere her şey yapboz gibidir. Her yıl bazen her ay birbiri ile çelişen programlar uygulanır.
AK Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi milletin malını keyfi kararlarla ve de hiçbir denetime tabi olmadan yönetme sistemidir. Şirket yönetmekten hiçbir farkı yoktur. Hatta daha yozlaşmış bir sistemdir.
İnanmadınız mı?
Cumhurbaşkanını denetleyen milletvekillerinden oluşan bir meclisin olduğunu mu düşünüyorsunuz? Yargı denetimi de var değil mi? Medya denetimi de var tabi…
Valla doğrusunu söylemek gerekirse ben de öyle zannediyordum. Sistemden dayak yediğim yani “freni patlamış kamyonun” altında kaldığım bir gün şu anayasaya şu kanunlara alıcı bir gözle bakayım, kitabı ortasından açıp okuyayım dedim.
TBMM dediğimiz yasama denetimini milletvekilleri yapacak. Milletvekili adaylarını kim seçiyor? Parti seçiyor. Partide son sözü kim söylüyor? Partili cumhurbaşkanı söylüyor. Partili cumhurbaşkanı kendisini denetleyecek özgül ağırlıkta birini milletvekili yapar mı? Yapmaz. Yani TBMM denetimi diye bir şey yok.
Yargı denetimini savcı ve hakimler yapacak. Onları kim mesleğe kabul ediyor? Partili adalet bakanlığı kabul ediyor. Hakimlik savcılık yaparken nerede ne iş yapacaklarına kim karar veriyor? Bu yetki Hakimler ve Savcılar Kurulunda. Hakimler ve Savcılar Kurulunu kim seçiyor? Bir kısım üyelerini doğrudan partili cumhurbaşkanı seçiyor. Diğer üyelerini ise partili cumhurbaşkanın atadığı Danıştay, Yargıtay ve TBMM üyeleri atıyor. Aslında bu kurulu doğrudan ve dolaylı olarak partili cumhurbaşkanı seçiyor.
Yani partili adalet bakanının mesleğe kabul ettiği hakimler ve savcıların hayatı, geleceği, çalışma koşulları partili cumhurbaşkanının doğrudan ve dolaylı olarak belirlediği HSK’nın iki dudağı arasında.
Geriye kaldı medya denetimi. Medyanın büyük çoğunluğu partili cumhurbaşkanının emrindeki sermayenin elinde. İnanmadınız mı? Partili cumhurbaşkanının damadı bakanlıktan istifa etti, ben diyeyim 24 saat sen de 30 saat haber yapmadı bu medya. Linkini bırakıyorum. Yandaş olmayan medyanın ise halka ulaşmasının önünde sermaye ve RTÜK engeli var.
AK Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi bu işte. TBMM yok, yargı yok, özgür medya yok. Bunlar olmayınca geriye kalan devlet değil keyfi yönetilen bir şirket.
Yine de enseyi karartmayalım. İlk seçimde cumhurbaşkanını ve partisini meşru yolları değiştirerek şirketleşen bu yapıyı tekrardan devletleştirmek mümkün.
Yozlaşmış kurumlar nasıl düzelecek derseniz iki kanuna bakar. İlkiyle mevcut yöneticilerin görevi sona erer. İkincisi ile Arnavutluk’ta olduğu gibi başta hâkim ve savcılar olmak üzere üst düzey kamu görevlilerine mal varlığı beyanı verdirtmek, uygunsuz ilişkileri olup olmadığını araştırmak, mesleki yeterliliğe sahip olup olmadıklarını incelemek vs. Detayı için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu konudaki kararını okuyabilirsiniz…
Babadan holding ortağısın ama ikinci nesil holding ortaklığın nereden geliyor dediğinizi duyar gibiyim. Ben de Koç Holding olsun, Sabancı Holding olsun birçok holdingin ortağı oldum tabi. Bazen hisse senedi alarak bazen fon alarak. 230,00 Türk Liranız varsa siz de mobil bankacılık aracılığıyla ve de yatırım/hisse senedi işlemleri menüsüyle Koç Holding hissesi alıp Dünyaya holding ortağı gözüyle bakabilirsiniz. Bir de yatırım tavsiyesi vereyim. Borsada ortak olduğunuz şirketin genel kurul kararlarını değiştirmek için genel kurula katılmayın. Genel kurul için yapacağınız masrafla ailenize, dostlarınıza yemek ısmarlayın...