İktidarın iklim cinlikleri: Benden sonrası tufan!

Fosil yakıtlara tam gaz devam ettikçe insan sağlığının da maliyeti yükseliyor. Halk sağlığına değil, “sağlık sektör”üne değer veren yönetenlerin “sağlıkta büyüme müjdesi” vermesi, boşuna değil.

Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele için COP27’de verdiği beyan, fosil yakıtları azaltmayı değil, 16 yılda boyunca artıracağını açıklanıyor. Peki bu karar siyasi mi?

Uluslararası İklim Paneli’nin 27’incisi COP27, yine hayal kırıklığıyla sona erdi. “Küresel ısınmayı +1.5 derecede sınırlama konusunda kararlıyız” dense de fosil yakıt (petrol, kömür, gaz) kullanımını azaltma konusunda etkili bir sonuç çıkmadı.

Tek başarı, gelişmiş ülkelerin, yoksul ve iklim afetlerinden en kötü etkilenen ülkelere “kayıp zarar” fonu üzerinde anlaşmaya varılması.

Plastik kirliliğin ve tatlı su kaynakları tüketimiyle müsemma Coca Cola’nın sponsorluğunda, fosil yakıt lobicilerinin ve Mısır’ın kötü insan hakları uygulamalarının gölgesinde geçen İklim Zirvesi’nde Türkiye’nin pozisyonuna bakalım.

İklim cinliğinden kastım, “iklim değişikliğini önemsiyoruz, 2053’te sıfır emisyon hedefliyoruz” deyip Türkiye’yi daha da kirletecek, kuraklaştıracak, doğal kaynaklarını acımasızca yok edecek politikaları uygulamaya devam etmek…

“Büyümemiz, kalkınmamız lazım” diye hukuksuz, plansız ve denetimsiz inşaat, sanayi, maden, enerji yatırımlarına hız vermek… Bir avuç ayrıcalıklının dışında, bu politikanın faydadan çok zarar getirdiği, şimdiye kadar anlaşılmış olmalı.

“Ne güzel işte, ekonomik büyüme şart” diyenler de olacaktır.

Peki ne uğruna? Nasıl bir bedel ödeyerek?

Artan sıcaklık ortalamaları sebebiyle şiddetlenen afetler, mevsimsel döngünün değişimi…

Göllerin, derelerin kuruması…

Tarımda çöküş, enerjide daha çok dışa bağımlılık…

Daha da kirli hava, daha çok hastalık, hatta ölüm…

Denizlerden ormanlara, dağlardan bozkıra uzanan geri dönüşsüz ekolojik yıkım…

“Bunlar da umrumda değil” diyenlere şöyle anlatayım:

20. yüzyıldan kalma siyaset, bizi daha fakir, daha güvenliksiz bir ülkeye dönüştürecek.

Yönetenler bunları bilmiyor mu, gayet güzel farkında. Ama gerçek bir enerji dönüşümü, zahmetli ve zaman gerektiren bir iş. Dolayısıyla, günü kurtarmak için her zamanki yöntemler devrede:

Verileri eğip bükerek, havalı isimli yeni projeler açıklayarak, sorunlara bilim yolu ve mantıkla değil, politik ve kişisel hesaplarla yaklaşmak…

İklim politikalarında da maalesef bu kural bozulmuyor. Bunun son örneğini, Uluslararası İklim Paneli- COP27’de gördük.

Cumhurbaşkanını yalanlayan hedef

Hepimizin sağlığını, işini, hayat kalitesini, geleceğini ilgilendiren iklim konusu, “siyaset gündemi” içinde kendine yer bulamıyor. Oysa iklim konusu, had safhada siyasi ve hayati.
Geçen hafta Türkiye “seragazı azaltım” hedefini “Ulusal Katkı Beyanı”yla açıkladı: 2030 yılında yüzde 41 azaltım öngörülüyor.

Ne var ki bu hesaba göre emisyonlar, bugüne kıyasla yüzde 30’den fazla artacak.

Nasıl yani?

Şöyle anlatayım: Türkiye “önce zenginleşeyim, sonrasına bakarız” anlayışıyla hareket ediyor. Zenginleşmeden kasıt, iklim değişikliğinin birincil sorumlusu fosil yakıt kullanımını artıracak doğa düşmanı yatırımlara, uygulamalara aynen devam etmek.

İklim ve Şehircilik Bakanlığı, 2030’da “azaltmaya başlayacağım” dese de 2038’i emisyonda tepe noktası (pik yıl) kabul etmiş. Yani seragazında arttırdığı oranın üzerinden hesap yapmış. Fakat işin acıklı yanı, bu da tutmuyor!

Nasılını iklim uzmanı Ümit Şahin, tane tane anlatmış:
• 2038’de tepe noktasına çıkma “hedefi”, emisyonların durmaması, sonraki 8 yıl boyunca artması demek.
• Açıklanan beyan, Türkiye’nin 2053’te net sıfır hedefine uygun olmadığı gibi bu hedefi yok sayıyor.
• Bu kadar ulaşılması imkânsız, hayali bir baz senaryoyu devam ettirmeyi ve buradan azaltmış gibi yapıp emisyonları normalde çıkamayacağı bir noktaya “azaltmayı” hedeflemelerini anlamak mümkün değil. Sadece siyasi bir karar değil, aynı zamanda mantıksız ve anlamsız bir karar.

Geciktikçe maliyet de zarar da artacak

Bilim insanları ve sivil toplum kuruluşlarının bu “hedef”e itiraz etmesinin sebebi, Türkiye’nin enerji dönüşümünü geciktirecek olması.

Bu gecikme, halka ve devlete çok daha büyük maliyet ve külfet yükleyecek.

Anlaşılan “benden sonrası tufan” deniyor.

Teşbih değil, gerçek: Hakikaten tufan!

Oysa enerji dönüşümüne ayak uydurabilmek için titiz çalışmalar var. Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (IPM), COP27 öncesinde Türkiye’nin karbonsuzlaşma yol haritasını çıkardı:


• 2050’de net sıfır karbon hedefine ulaşmanın maliyeti, toplam 10 milyar dolar. (ILO’nun çalışmasına göre 8 milyar dolar.)
• Emisyonlar, 2030’a kadar yüzde 32 düşürülürse sağlık maliyetlerinin de 42 milyar dolar azalacağı öngörülüyor.
• Fosil yakıt tüketiminin azaltılması için tüm sektörlere yapılacak yatırım maliyeti 171 milyar dolar. Avrupa ile ticaret yapmaya devam edeceksek, dönüşüm kaçınılmaz.
• Bu maliyetler, zaman geçtikçe artacak.

Sağlık maliyetine değinelim, zira Dünya Sağlık Örgütü’nün COP27’de açıkladığı “İklim ve Sağlık: Türkiye Profili”nde çarpıcı veriler açıklandı.

DSÖ raporuna göre “Kronik solunum yolu hastalıkları Türkiye’de en önemli ölüm nedenleri arasında. Dikkat ederseniz iktidar bu konuyu hiç gündeme getirmiyor.
Yeşilay, Cop27’de “sigaranın zararları”na dair sunum yapıyor ancak fabrika bacalarından, tarımda kimyasal kullanımından, kömürlü termik santrallerin ölümcül hastalıklarla bağlantısı yok sayılıyor.

DSÖ raporunda, Türkiye’de hava kirliliği verilerinin mevcut olduğu en kalabalık on il incelendi: Buna göre Kayseri, Antalya, Gaziantep, Diyarbakır, Ankara, Bursa, İstanbul, İzmir, Adana ve Konya’da partikül kirliliği, kılavuz değerlerin çok üzerinde. Partikül kirliliği, zehir solumak demek.

Fosil yakıtlara tam gaz devam ettikçe insan sağlığının da maliyeti yükseliyor. Halk sağlığına değil, “sağlık sektör”üne değer veren yönetenlerin “sağlıkta büyüme müjdesi” vermesi, boşuna değil.

Her şeyi geçtim,

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO): Türkiye’de enerji verimliliği, elektrik şebekesi, rüzgâr ve güneş enerjisi alanında ilave yatırımların 2030’a kadar GSYH’da yıllık 8 milyar dolar ek katkı ve 300 bin ilave istihdam yaratma potansiyeli var.

Başta kömür olmak üzere Avrupa’da fosil yakıtların fiyatı hızla yükseliyor. Avrupa Birliği ülkeleri (AB) Glasgow’da verdikleri sözlerin aksine fosil yakıtlar desteklerini artırdılar. Bazı ülkelerde bu artış 2021 yılında yapılan fosil yakıt desteklerinin neredeyse iki katına ulaştı.

Yükselen enerji fiyatlarını kontrol altına alabilmek için bazı ülkeler fosil yakıtlar üzerindeki vergileri indirirken, bazı ülkelerde direk olarak tüketiciye maddi destek sağlamaya başladı kirli enerji kaynaklarına bağımlılığı artırmasından korkuluyor.

Gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) büyümesi ve refahı ile ölçülen sosyal ilerleme, sera gazı emisyonlarının başlıca itici güçleri arasında yer almakta ve iklim değişikliğinin azaltılmasının önünde önemli bir engel olan kaynak yoğun ekonomiyi kökleştirmektedir.

Köşe Yazıları Haberleri