Bilmiyorum, siz de benim kadar ajanlık dizilerine veya sinema filmlerine düşkün müsünüz? Bugüne kadar izlediklerim arasında, pek çok güvenlik çemberini aşan ajanlar gördüm, birçok farklı metot izledim; ama bir çatışmada aynı anda çağrı cihazlarının patlatıldığını hiç hatırlamıyorum. Her zamanki gibi, gerçek, kurgudan daha güçlü çıktı.
2023'ün 7 Ekim'inden bu yana, komşu coğrafyamızda sakin bir gün geçmiyor. Bölge bir ölüm coğrafyasına dönüşmüş durumda.
Asıl konumuz, geçtiğimiz hafta İsrail'in Hizbullah'a yönelik "çağrı cihazı saldırısı".
Lübnan'da Hizbullah üyelerinin kullandığı çağrı cihazlarının ve telsizlerin patlatılması, 37 kişinin ölmesine ve binlerce kişinin yaralanmasına yol açtı. Bu saldırıların, İsrail'in elektronik sabotaj yeteneklerini kullanarak Hizbullah'ın saha komutanlarını hedef almasıyla gerçekleştiği düşünülüyor. Cihazların içine yerleştirilen patlayıcıların, gönderilen elektronik mesajlarla tetiklendiği öne sürülüyor. İsrail'in bu operasyonlarla, Hizbullah'ın iletişim hatlarına büyük darbe indirmeyi ve lider kadrosunu etkisiz hale getirmeyi amaçladığı düşünülüyor. İkinci bir saldırı da ilkini takip etti.
Çağrı cihazlarının üretildiği düşünülen Tayvan merkezli Gold Apollo şirketi, cihazların patlatılmasıyla ilgisi olduğunu reddederken, dikkatler Macaristan merkezli BAC Danışmanlık'a yöneldi. Macar yetkililere göre, BAC sadece bir aracı kurum ve doğrudan üretim yapmıyor. Şirketin kurucusu Cristiana Bársony-Arcidiacono, çağrı cihazlarının üretiminde yer almadıklarını belirtti. Ancak, BAC'nin İsrail istihbaratıyla ilişkili olduğu iddiaları gündemde kalmaya devam ediyor. Elbette medyaya yansıyan haberleri bir kenara koyarsak, bu olasılığı kanıtlamanın şu an çok zor olduğu ortada.
Diğer yandan İsrail'in Lübnan'ın güneyindeki Hizbullah mevzilerine düzenlediği hava saldırıları, Hizbullah'ın İsrail'e yönelik roket saldırılarına karşılık olarak gerçekleştirilen savunma amaçlı operasyonlar olarak öne çıkıyor. Bu saldırılar, Hizbullah'ın askeri altyapısını hedef alırken, Lübnan tarafından İsrail'in egemenliğe müdahale olarak kınandı. İsrail'in, Hizbullah'ın askeri kapasitesini zayıflatmaya yönelik bu hamleleri, iki taraf arasında süregelen çatışma döngüsünü daha da şiddetlendiriyor. Her iki tarafın da saldırı ve misillemeleri artırması, daha geniş çaplı bir askeri çatışma riskini artırıyor.
İsrail ile Lübnan'ın Hizbullah örgütü arasındaki devam eden çatışmalar, hem askeri müdahaleler hem de İsrail içindeki siyasi değişimlerle şekilleniyor. Tüm bu unsurlar, daha geniş çaplı bir savaşın habercisi olabilir.
İran'ın desteğiyle Hizbullah, gelişmiş silahlarla donanımını artırırken, İsrail de bu tehdidi azaltmak amacıyla hava saldırılarını sıklaştırıyor. Bu kısır döngü, hem bölgeyi daha da istikrarsız hale getiriyor hem de İran gibi diğer aktörlerin çatışmaya daha fazla müdahil olma olasılığını artırıyor.
Uzun vadeli hesaplaşma: "Taksitli intikam" stratejisi
İsrail'in Hizbullah ve Hamas gibi örgütlere karşı uyguladığı strateji, Fehim Taştekin tarafından "taksitli intikam" olarak tanımlanıyor. Bu strateji, düşmanlarını zaman içinde kademeli olarak zayıflatmayı ve büyük çaplı bir savaştan kaçınmayı amaçlıyor. İsrail, bu yöntemle düşmanlarının askeri kapasitelerini azaltırken, uzun vadede daha güçlü bir pozisyonda olmayı hedefliyor. Ancak bu yaklaşım, sürekli artan bir gerilim yaratıyor ve İsrail'in bölgedeki güvenlik tehdidi algısını daha da güçlendiriyor.
Dün, İsrail Lübnan'a yönelik geniş çaplı hava saldırıları düzenleyerek, başkent Beyrut'a kadar uzanan operasyonlarda binlerce hedefi vurdu. Bu yazıyı yazarken, bu saldırılarda ölenlerin sayısının 356'ya, yaralıların sayısı ise 1.246'ya ulaştığı bilgisi haberlere düştü. Hizbullah, İsrail'e roket saldırılarıyla karşılık verdi. İsrail, Hizbullah'ın silah depoladığı iddia edilen binaları hedef aldı. Lübnan Başbakanı Necip Mikati, saldırıları "soykırım" olarak nitelendirirken, İsrail olağanüstü hâl ilan etti. Lübnan'da eğitime ara verilirken, halk güneyden kuzeye kaçmaya başladı. ABD bölgeye ek asker gönderirken, BM diplomasi çağrısında bulundu.
Uluslararası toplumun bu gerilimi azaltmaya yönelik diplomatik çabaları devam etse de, şu an için çatışmaların durdurulabileceğine dair umutlar zayıf. İsrail'in hem askeri hem de siyasi stratejileri, bölgedeki istikrarsızlığı derinleştiriyor ve önümüzdeki dönemde daha büyük çaplı çatışmaların yaşanma ihtimali giderek güçleniyor.
Bölge kaynarken dünyanın gözünün Trump–Harris yarışında olduğu da aşikâr.
Avrupa Birliği hâlâ Ukrayna–Rusya Savaşı'yla meşgulken, Türkiye İsveç'in NATO üyeliğinden bu yana bu gündemin "görece" uzağında duruyor. Gündemimiz, İsrail ve Gazze ile Kuzey Irak arasında bir sarkaç gibi gidip geliyor. Her geçen gün çatışmaların derinleşmesine tanık olurken, bölgede her aktörün farklı bir hizalanma içinde olduğunu gözlemlemek mümkün. Bu satırları, düzenli haber takibi yapan biri olarak ve gerilimin daha da büyümesinden korkarak yazıyorum. Son bir yıldır, gerilim çatışmaya, çatışma savaşa, savaş da bölgesel aktörlere doğru yayılmış durumda.