ERSAN ATAR
Seçimdi, geçimdi, değişimdi derken ülkede bir şeyler oluyor. Bir bakıyorsunuz kırmızı bültenle aranan suç örgütü liderleri uçağa kendi ismiyle binip İstanbul’a geliyor, bir bakıyorsunuz diğeri Sarıyer’den villadan çıkıyor. Sonra bakıyorsunuz medyamızda “film gibi operasyon” başlıkları atılıyor. Neymiş, fizyoterapist takip edilmiş de iz sürülmüş. Kimse filmin başını sormuyor: Kırmızı bültenle aranan Urfi Çetinkaya, Sarıyer’e nasıl geldi, yanında kimler vardı, onlara sonra ne oldu?
Kimse sormuyor, İlyas (Alaaddin) Saral ne oldu da Türkiye’ye gelecek oldu? Özellikle İlyas (Alaaddin) Saral’ın yakalanışında yine işin kolayına kaçtık ve “İlyas Saral, Sarallar’a yapılacak operasyonlardan haberdar olmak isteyen Süleyman Soylu artık İçişleri Bakanı olmadığı için yakalandı” yorumlarına sarıldık. Biz bu senaryoya niye inandık ki şimdi durup dururken? Oysa bu ülkenin medyası bilmez miydi ki suç örgütleri her zaman devlet içinden haber alır. Bırakın haber almayı, devlet içinden avukat tutar. Öyle olmadı mı? Urfi Çetinkaya 2003 yılında İspanya’da yakalandığında Ankara’da O’nu Türkiye’ye getirmekle görevli üst düzey bürokratı avukat olarak tutmadı mı?
İki açıklamaya “Aylanur” affından bakmak
O zaman gelin şu senaryoyu, içinde bilgilerle, baştan yazalım. Önce seçim öncesine gidelim ve iki demeci değerlendirelim:
Tarih: 13 Nisan 2023
Soru: Bir genel af düşünüyor musunuz?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: Ben şu anda cumhurbaşkanı adaylığımı bu genel af üzerine bina etmedim ki.
Sonrasında Erdoğan’ın bu sözleri medyamızda, “Erdoğan genel affa kapıları kapattı” diye yorumlanıyor. Şimdi Erdoğan’ın sözlerini bir kez daha okuyalım ve yarın “Ben o zaman genel af düşünmüyorum demedim ki, cumhurbaşkanı adaylığımı genel af üzerine bina etmedim, dedim” derse başı ağrır mı. Ağrımaz.
Tarih: 8 Haziran 2023
Milli Güvenlik Kurulu toplanıyor ve sonrasında, çiçeği burnunda Adalet Bakanı Yılmaz Tunç şu açıklamayı yapıyor:
“128 bin mahkûm pandemi döneminde çıkarılan yasa ile dışarıda… Bir formül bulunması gerekiyor. Üzerinde çalışıyoruz. Adalete uygun olması gerekli. Bu insanlar işe girdiler, üç yıldır çalışıyorlar ve topluma karıştılar”
Adalet Bakanı Tunç’un bu açıklamasını okurken, Rahşan Ecevit’in 1998 Temmuz’unda, 27 yıl hapse mahkum olmuş cezaevindeki annesinin kucağındaki Aylanur’dan etkilenip af fitilini ateşlediğini hatırlamayı öneririz.
Urfi Çetinkaya o villaya nasıl geldi?
Şimdi gelelim iki suç örgütü liderinin “yakalanışına”
11 Nisan 2023: Urfi Çetinkaya Sarıyer’de villada “yakalandı”
Urfi Çetinktaya’nın “yakalanışı” medyanın pek sevdiği başlıkla kamuoyuna duyuruldu: Film gibi operasyonla yakalandı.
Senaryoya göre, kırmızı bültenle arandığı gerçek olan 74 yaşındaki, tekerlekli sandalyeye mahkum Urfi Çetinkaya altı ay kadar öncesinde İstanbul’da, Sarıyer’de bir villada yaşamaya başlamıştı. Villa altı ay boyunca takibe alınmıştı. Bir gün binadan biri çıktı ve İstanbul Emniyeti Narkotik Suçlarla Mücadele ekipleri o kişiyi takip etmeye başladı. Bir de ne görsünler bu kişi bir fizyoterapistti. Özel durumu nedeniyle Urfi Çetinkaya’nın vazgeçilmezlerindendi.
Medyaya sunulan senaryo devam ediyordu; Urfi Çetinkaya takibi mümkün olan bir telefon kullanmazdı. Ama kripto telefonların bulunması gerekiyordu. Ve devreye o filmlerin vazgeçilmez “oyuncuları” girdi: Özel eğitimli köpekler. Telefonları onlar bulacaktı.
Urfi Çekinya’yı “biraz” bilenler, tanıyanlar için de senaryoda bir sahne yer alıyordu: Tekerlekli sandalyesinde, polis baskınına karşı ateşlemeye hazır bir tabanca ve üç şarjör mermi bulunuyordu.
Siz bir suç örgütü lideriyseniz nerede yaşarsanız yaşayın bir güvenlik sorununuz vardır. Senaryoya göre Urfi Çetinkaya bunu da düşünmüştü ve villada beş adamını tutuyordu. Onlar da yakalandı.
Buraya kadar tamam, ilk bakışta sürükleyici bir senaryo. Ama bu senaryoda bir dizi büyük boşluk yok mu? Örneğin kırmızı bültenle yedi düvelde aranan ve fiziksel durumu nedeniyle de yolda görülse tanınacak olan Urfi Çetinkaya o villaya nasıl geldi? Üstelik o Urfi Çetinkaya’nın kırmızı bültenini Türkiye çıkartmışken. Hani, başka bir ülkede olsa “el elin eşeğini türkü çağırarak arar” der geçerdik de öyle de değil.
Çekinkaya’nın yanındakiler Türkiyeli miydi ve onlara ne oldu?
Diyelim ki senarist bu “villaya geliş” boşluğunu doldurmayı filmin izleyicisine bıraktı. Peki senaryoda geçen ve resmen kayıt altına alınarak gözaltına alınan “Beş suç örgütü üyesi” kimdi, onlara ne oldu?
Biz söyleyelim: O “beş suç örgütü üyesi” Afgan’dı. Gerçekten de gözaltına alındılar. Peki sonra onlara ne mi oldu? Ülkelerine, Afganistan’a sınır dışı edildiler. Peki neden? Türk yasalarında en azından “suçluyu gizleme” diye bir suç yok muydu, en azından bu suçtan neden yargılanmadılar? Cevabı ahrete kalmış bir soru.
“Benim tanıdığım Urfi Çetinkaya son mermiyi kendine sıkardı”
Az önce dedik ya senaryoda “Urfi Çetinkaya’yı biraz tanıyanlar için de bir sahne” yer alıyordu. Tabanca ve üç şarjör mermisi hazırdı. Hani polis baskını olursa diye.
Senaryonun bu tarafını Urfi Çetinkaya’yı öyle “biraz” değil, iyi tanıyan birinin değerlendirmesini aktaralım:
“Benim tanıdığım Urfi Çetinkaya o silahı kullanırdı. Amacı polis baskını sırasında kullanmaktıysa o üç şarjör merminin tamamını kullanırdı. Eğer hala yakalanacaksa son mermiyi de kendisine sıkardı.”
Bu değerlendirmeyi yapan kişinin ismini veremeyeceğiz ama “kim” olduğunu da söyleyelim: Urfi Çetinkaya’yı ta 2000’li yılların başlarından beri tanıyan ve hatta şu kadarını da söyleyelim; avukatlığını da yapan, Ankara gazetecilerinin iyi bildiği bir isim.
Şimdilik bu bilgiler burada dursun. Birazdan başta neden “genel af” açıklamalarıyla başladığımıza gelip bu bilgileri o açıklama ve bu konuda Ankara’da dolaşan bir “sıcak bilgi” ile birleştireceğiz.
Saral bu kez affın bilgisini mi aldı?
Gelelim “Sarallar Suç Örgütü”nün lideri İlyas (Alaaddin) Saral’ın yakalanışına. Önce medyanın senaryosunu aktaralım:
Sarallar Grubu olarak bilinen organize suç örgütünün firari lideri İlyas (Alaaddin) Saral hakkında 8 Haziran’da kırmızı bülten çıkarılmıştı. Kendisi Belçika’da, Brüksel’de yaşardı. Tam kırmızı bülten çıkarılmış, bu bilgi Ankara’ya Emniyet Genel Müdürlüğü’ne oradan da yargılandığı mahkemeye iletilmişti ki İlyas Saral, “Buralar bize dar” deyip Tanzanya’ya gitmeye karar vermişti. Kendi pasaportu, kendi kimliğiyle uçağa binecekken Belçika polisi kendisini yakalayacaktı. Mahkemeye çıkarılacak, “Beni Türk hakimlerine emanet edin” tadında, “Türkiye’de yargılanıyorum, beni Türkiye’ye gönderin” diyecek, Belçika makamları da kendisini İstanbul uçağına bindirip Türkiye’ye göndereceklerdi.
Aslında senaryo, kendisi ve örgütü hakkındaki operasyonlardan İçişleri Bakanına bilgi verildiğinde o bilginin kendisine ulaştığı ülkeye uygundu. Ve Saral’a operasyon yapılacağı bilgisinin, kendisine verilmediğinde Emniyet Müdürü’ne azar çeken İçişleri Bakanı artık kabine dışındaydı. Hal böyle olunca medyamız bu senaryoyu sevdi.
Hem İlyas (Alaaddin) Saral hem de Urfi Çekinkaya, şimdiye kadar haklarında yürütülen veya yürütülecek operasyonlardan bilgi sahibi olurlardı.
Hatta Urfi Çekinkaya 2003 yılında İspanya’dan Türkiye’ye iade edilirken kendisinin iade dosyasını hazırlayan Adalet Bakanlığı Uluslar arası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürü Cenk Alp Durak’ı gözüne kestirmişti. Nitekim Adalet Bakanlığı’ndaki görevini “hakim” olarak yürüten hukukçu Durak bu süreçte istifa etmiş, avukatlık yapmaya başlamıştı. Çekinkaya da Türkiye’ye getirildikten bir yıl kadar sonra olsa da adamlarına, “Bakanlık’taki o adamı bulun” demiş avukatlığını yapmasını istemişti. Cenk Alp Durak’ın avukatlığını üstlenen Urfi Çetinkaya da üç duruşma sonra tahliye olmuştu.
Peki şimdi neler oluyordu? Hem İlyas Saral hem de Urfi Çetinkaya, neyin bilgisini almışlardı? Daha doğrusu sadece kendileriyle ilgili olmayan bir “genel” gelişmeden haberdar mı olmuşlardı? O gelişme neydi?
Şimdi yazının tekrar başına dönelim. Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüzyılına doğru gidiyordu ve 29 Ekim yaklaşıyordu. "Büyük bir toplumsal barış”a ihtiyaç vardı. Bu, Ankara’da bir öngörüden öteye geçmiş bir bilgiye dayanıyor: Ankara bir genel affı en azından fikirsel olarak tartışmaya başladı. Bu affın anahtarının da Rahşan affında nasıl “kader mahkumları”ysa şimdi de “pandemide izne çıkan mahkumlar” olacağı konuşuluyor.
İşte başta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın genel af konusundaki sözlerini o nedenle aktardık. Tekrar hatırlayalım. Ne diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan?:
“Ben şu anda cumhurbaşkanı adaylığımı bu genel af üzerine bina etmedim.”
Her ne kadar bu sözü medyamız, seçim öncesinde “Erdoğan genel af kapılarını kapattı” diye yoğursa da bu sözler tam aksine genel affa kapıların bir santim daha aralandığını gösteriyordu.
Adalet Bakanı, pandemi nedeniyle izinli olan mahkumlar için ne diyordu?:
“Bu insanlar işe girdiler, üç yıldır çalışıyorlar ve topluma karıştılar.”
Öngörünün ötesindeki “o büyük toplumsal barış”
Ankara’da konuşulanlar o ki, bütün bu açıklamalar aslında 29 Ekim ve vesilesiyle o "büyük toplumsal barış”ın işaret fişekleri. Ve Ankara’da konuşulan o ki şimdi İstanbul’un denize nazır sırtlarında villa tutan Urfi Çetinkaya da kendi ismiyle uçağa binmeyeceğini bilen İlyas (Alaaddin) Saral da bütün bunların bir “İkinci yüzyıl toplumsal barış öngörüsü”nden daha öte olduğu bilgisine sahip olabilirler.