BANU GÜVEN
Recep Tayyip Erdoğan, Hatay’da “Bir gerçeği şu anda söylüyorum, merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma hâlinde olmazsa, o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay'a geldi mi” diyerek kendince bir ültimatom verdiğini düşünürken, aslında kendini ele verdi. Seçmeni iktidarın adayına oy vermeye zorlarken vadettiği, aslında iktidarının çıkarları doğrultusunda icraatlardı.
Erdoğan’ın bu sözlerle seçmene dayattığı “çözümün” bir adı var. Amerikalı gazeteci-yazar Naomi Klein’ın “Şok Doktrini” kitabında adını koyduğu “felaket kapitalizmi”. Felaket kapitalizmi gereği, depremin üzerinden ancak bir ay geçmişken, o dönem Çevre ve Şehircilik Bakanı olan Murat Kurum, kentsel dönüşüm adı altında müteahhitlere ilk kez 12 ay ödemesiz, 48 ay vadeyle, 250 milyona kadar kredi imkânı getirileceğini açıklamıştı.
Felaket kapitalizmine gelmeden önce…
Aslında Türkiye’de yaşanan her deprem, doğal afet olmanın yanında bir “kapitalizm felaketi”. Mesela Adıyaman’da, Kuzey Kıbrıslı öğrencilerin, öğretmenlerin, velilerin, tur rehberlerinin bulunduğu 72 kişinin üzerine yıkılan Grand Isias Otel’ine bakın. Enkaz raporu, “Bu yapının göçmesinin nedeni, depremin büyüklüğü değil, yanlış tasarım ve/veya imalattır… Bina alanında bulunan molozlar yakından incelenmiş ve beton kalitesinin bariz bir şekilde düşük olduğu, dere çakılı ve kumu kullanıldığı tespit edilmiştir” diyordu. Dahası da var. Rapora göre, otelin temeli ve kolonları 5 kata göre tasarlanmıştı. Peki otelin kaç katlı olduğunu hatırlıyor musunuz? İsias Oteli 10 katlıydı. Kâr hırsıyla fazladan yapılan 4 kat yetmezmiş gibi, 2016’da ruhsatsız bir kat daha çıkılmıştı. Binanın zemin raporu, statik hesap ve projesi de yoktu. Uzmanlar raporda, “Kat artırımı yapılmasının ciddi bir hata olduğu ve binanın en düşük depremlerde dahi yıkılmasının mümkün olduğu kanaati oluşmuştur” dedi.
İsias Oteli’nin sahibi Ahmet Bozkurt’un, Bilal Erdoğan’la özdeşleşen Türkiye Gençlik Vakfı TÜGVA’nın Yüksek İstişare Kurulu üyesi olduğu çok yazıldı,
ancak TÜGVA bu haberleri yalanladı. Bozkurt, bugün tutuklu yargılanıyor, ama iş işten geçtikten sonra ne fayda? Bozkurt’un ruhsatsız şekilde kat çıkmasına göz yumanlar kimdi? Otel sahibi Bozkurt, bu sorunun cevabını, 3 Ocak’taki ilk duruşmada verdi; oteli 9 kattan 10 kata, “yerel yönetimin sözü üzerine” yükselttiklerini anlattı. Dahası “devlet yetkililerinin yönlendirmesiyle imar affından yararlandıklarını” da söyledi.
İddianamede, “ruhsatsız bir kata Ekim 2018’de yapı kayıt belgesinin verildiği” yer almıştı. Bitmedi. Bozkurt, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan 2018’de 1 milyon 115 bin Euro tutarında yenilenme kredisi almış, İsias Oteli o zaman da bakanlık tarafından “denetlenmişti”. Bozkurt’un damadının kardeşi, yani dünürü olan Mehmet Nuri Ersoy o dönemde Kültür ve Turizm Bakanı koltuğunda mıydı? Onu da ayrıca sormak lazım.
Bakan da, bürokrat da sorumlu
Ahmet Bozkurt duruşmada, "850 bin bina nasıl yıkıldıysa, benim otelim de o şekilde yıkıldı” derken, rakamı nereden aldı, bilemiyorum. Cumhurbaşkanlığı raporuna göre, 6 Şubat depremlerinde 11 ilde toplam 518 bin konut yıkıldı veya ağır hasar aldı. Ama Bozkurt’un sözlerinde bir doğruluk payı vardı. Bu binaların çoğu, depreme dayanıklı olmak bir yana, asgari mühendislik gereklerine göre bile yapılmamış ya da sonradan statiği bozulmuş binalardı.
İsias Oteli, daha çok kâr hırsıyla kural tanımaz şekilde yükseldiği için insanların üzerine yıkılan binalardan sadece biriydi. İsias Oteli’nde can verenlerin aileleri, sonucu belli usulsüzlükler yapanların “bilinçli taksirle” değil, “olası kasıtla” ölüme sebebiyet vermekten yargılanmalarını talep etmekte haklılar. Ama onlarla beraber, AKP’nin belediyesinin, devletin kasasında para kalmadığı için imar affı ilan eden, bu yolla 4,5 milyar dolar toplayan, üzerine bir de işletmelere yenileme teşviği veren bakan ve bürokratların da sorumlu tutulması gerekmez mi? Aklınızdan geçen soruyu cevaplayayım. Evet, bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı'na aday Murat Kurum da bu isimlerden biridir.
Felaketten sonra…
İsias Oteli örneği, depremde ortaya çıkan yıkımı ve can kaybını neden “kapitalizm felaketi” olarak nitelediğime dair fikir vermiştir. Gelelim meselenin “felaket kapitalizmi” safhasına… Başta da atıfta bulunduğum,“Şok Doktrini - Felaket Kapitalizminin Yükselişi” kitabında, Naomi Klein insan eliyle ya da doğal yollarla ortaya çıkan felaketlerin, kapitalist sistemden beslenen sermaye ve iktidarlar için nasıl bir fırsat haline geldiğini anlatır.
6 Şubat depremlerinde yıkıma uğrayan şehirlerde de bu endişe hakim. Mülksüzleştirilme endişesini en çok Hataylılar yaşıyor, çünkü Hatay’ın kadim merkezi, yerleşim yeri olup olmadığına bakılmaksızın, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve ‘Kentsel Dönüşüm Başkanlığı eliyle kısmen riskli alan, kısmen rezerv alanı ian edildi. Yani gasp edildi… Bu kararlarla, şehrin 514 hektarlık alanının yetkisi yerel yönetimden Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’na geçti.
Hatay Barosu, “Rezerv Yapı Alanı” ilan edilen, Defne ve Antakya ilçelerini kapsayan 207 hektarlık bölgede, yaklaşık 50 bin kişinin evsiz kalabileceği görüşünde. Hatay Akademik Meslek Odaları Koordinasyon Kurulu HAMOK da mülksüzleştirme tehlikesine dikkat çekiyor. Hatay’ın merkezinden olanlar, 15-20 kilometre uzaklıkta, dağ eteğinde yapılması uygun görülen afet konutlarında değil, ait oldukları çevrede oturmak istiyorlar. Beklentileri, evlerinin yerine, sosyal devlet anlayışıyla, bedelsiz konutlar inşa edilmesi.
Bunun yerine, Hatay’da merkezi yönetimin kararları doğrultusunda iş bölümleri yapıldı bile. Kentin mimarları, Mimarlar Odası Hatay Şubesi’nin de bileşenleri içinde görünse de, çalışmalarını İstanbul’da, Türkiye Tasarım Vakfı TTV çatısı altında yürüten bir ekip var mesela. Mimarların başı çektiği bu ekip, TTV Hatay Tasarım ve Planlama İş Birliği Grubu adı altında, Antakya, Kırıkhan, Defne ve Samandağ ilçelerinin merkezlerini yeniden inşa etmek için projeler üretiyor. Meşhur Kalyon İnşaat’in sahibi Cemal Kalyoncu’nun oğlu Mehmet Kalyoncu’nun kurduğu Türkiye Tasarım Vakfı’nın koordinatörlüğünde ciddi bir çalışma sürüyor, ancak bu çalışmalar da mülkiyet hakkı meselesine dair bir şey söylemiyor. Halk buluşmalarında gösterilen projeler de, gördüğüm kadarıyla, mülkiyet meselesine dair bir çözüm ya da Hatay’a ait bir kimlik taşımıyor. Şehre dair araştırmalar, fikir alışverişleri yapılsa da, oraya hayat veren insanlar yokmuş gibi bir süreç hızla işliyor.
Hatay Barosu Hukuk ve Çevre Komisyonu Üyesi Ecevit Alkan, durumu Yeşil Gazete’de, “Antakya’ya sermaye girdi ve yeni kurulan kent, sermayenin isteğine göre dizayn ediliyor. Kültür yok olmuş, insanlar evlerini, mahallelerini bırakmak istemiyormuş, bunlar sermayenin umurunda değil” diyerek özetlemişti. İnsanların mahallelerini bırakmak istememeleri, bu iktidarın da umurunda değil.
Kapitalizm, felaket ve fırsat döngüsü kırılmadıkça bu senaryoyu tekrar tekrar göreceğiz. İstanbul için yazılacak senaryo ise, emin olun daha büyük olacak.