Kentsel cinayetin adı: Deprem

Göz göre göre işlenen bu cinayette bu yüzden enkaz kaldırma süreçlerinde deliller yok ediliyor, beton ve demir numuneleri alınmadan, bir gecede enkazlar kaldırılıyor, 1999 depreminde Veli Göçer’e çıkartılan fatura şimdilerde yeni faillerini arıyor.

Kahramanmaraş, Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa’yı etkileyen depremde yaşanılanlar, depreme dair hiçbir şeyin değişmediğini 24 yıl sonra bizlere bir kez daha yaşattı. Zaman durmuş hiç bir şey değişmemiş, yaşadığımız depremlerden ders alınmamıştı.

Hekimhan’dan Ankara’ya yataklı trenle geldiğimiz günün sabahı, 1999 Adapazarı depremini Ankara Garı’nda öğrenmenin acısını yaşamış birisi olarak aradan geçen 24 yıl boyunca Ankara’ya bir daha yataklı trenle yolculuk yapmadım.

Hava koşulları nedeniyle karayolu ve havayolunun risklerini de düşünerek İstanbul Ankara dönüşünü yataklı vagonla gerçekleştirmeyi tercih ettiğimizde 24 yıl sonra bir kez daha depreme uyanacağımızı bilmiyorduk. İstanbul’da yağmurlu ve soğuk bir kış gününde, iliklerimize kadar ıslanmış halde 5 Şubat akşamı Ankara Ekspresi ile yataklı kompartımanda ısınarak dönmenin mutluluğunu yaşarken, 6 Şubat sabahı şubat ayının ilk pazartesi günü Ankara’ya geldiğimizde 10 ili etkileyen depreme uyandık. Ankara Gar’ı bir kez daha acımıza tanıklık etti.

Afetten nimet çıkartanlar

Deprem bir doğa olayıdır, bu doğa olayı ile birlikte yaşamayı ve önlem almayı öğrenmediğimizde, yaşananlar bir afettir. Ve bu afetin sorumluları bellidir, önlem almayan yöneticilerdir. Bu süreçte bilim ve teknik yol göstericidir. Maalesef ülkemizde bilimi devre dışı bırakan anlayışlar sağlıklı kentleşme politikalarını bir bütün olarak ele almadıkları için her deprem bir afete dönüştü. Depremden sonra çıkan kanunlar yönetmelikler ise, yönetenler açısından bulunmaz nimet oldu.

1999 Adapazarı depreminden hemen sonra 595 sayılı KHK ile yapı üretim süreci parçalandı. Yapı denetim süreci özelleştirildi. Kamu tarafından yapılması gereken denetim, özel firmalara devredildi. İşte bu yeni afetlere davetiye çıkarmanın adıydı.

10 Nisan 2000 tarihli 595 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve 26 Mayıs 2000 tarihli Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliği’nin çıkartılmasının ardından yeni mezun mimar ve bir kamu çalışanı olarak 23 yıl önce Mimarlar Odası Ankara Şube bültenine yazdığım yazıyı arşivden buldum çıkardım. Yazının başlığı “Yapı üretim sürecinde mafyalaşmanın adı 595 KHK”. Yazıda “yapı üretim sürecinin parçalanmasından, yapı denetiminde tekelleşmeyi getireceğinden, meslek örgütlerinin devre dışı bırakacağından, tasarım sürecini göz ardı edeceğinden, yapı denetimi sürecinin kamusal bir hizmet olduğu ve özelleştirilemeyeceğinden” bahsederek deprem bahane amaç belli kesimlere rant sağlamak diye ifade etmişim.

Aradan 23 yıl geçti, kanunlar çıktı ancak uygulanmadı. Yapı üretim sürecinin parçalandığı, sağlıklı kentleşme politikalarının yerle bir edildiği, daha birkaç yıla kadar müteahhitlerin kendilerini denetleyecek yapı denetim firmalarını kendilerinin belirlediği bir ucube sistem yaratıldı. 2011 yılında gerçekleşen Van depreminden sonra ise afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkında kanun yayınlandı. Kentsel dönüşüm adı altında yine ranta dönük uygulamaların önünü açan bu kanunda depremin nimeti olarak kullanıldı. Tarım arazileri, arkeolojik sit alanları kentsel dönüşüm alanı ilan edildi. Cumhuriyet’in ilk toplu konut alanı olan 70 yıllık Saraçoğlu Mahallesi, riskli alan edildi.

Öyle ki Atatürk Orman Çiftliği’nde kaçak saray yapılması için 7 dönümlük ağaçlandırılacak alan kentsel dönüşüm alanı ilan edildi. İktidar denetimsiz şekilde, deprem sonrası çıkartılan mevzuatları amacı dışında kullanmaya devam etti. Tüm toplumun acılarının üzerine rant organizasyonu inşa edildi. Hazırlanan ulusal deprem stratejileri amacına hizmet etmedi. Bütüncül bir planlama süreci yapılmadı. Mimar mühendis olmak için 16 yıl eğitim alınan bir ülkede, müteahhit olmanız için paranızın olması yeterli idi.

Rant odaklı kentleşme politikaları ile dere yatakları, vadiler, tarım arazileri, ovalar yapılaşmaya açıldı. Planlanmasından yer seçiminden, yapının inşasına kadar bir bütün olarak ele alınması gereken yapı üretim süreci, imar afları ile her defasında denetimsizliği ve kaçaklığı özendirdi.

Bu rant düzenine karşı çıkan meslek örgütleri, hedef gösterildi, yetkileri daraltıldı, mesleki denetim yapmaları kısıtlandı. Oda yöneticileri soruşturmalar geçirdi, haklarında davalar açıldı, işlerinden atıldılar, yargılandılar, hukuksuzca tutuklandılar. Bilime aykırı şekilde, heyelan bölgelerinde, dere yataklarında, taşkın alanlarında,, fay hatlarında yapılan planlamalara açtıkları davalarda, vatandaşa ‘neden dava açıyorsunuz, bir evimiz olacak evimizi engelliyorsunuz ‘ dedirtecek bir akıl tutulmasını yaşattılar. Her şey rant içindi ve vatandaşlar bu sağlıksızlığa ortak edildiler, sermaye ve iktidar elbirliği ile kent rantını organize ederken karşı çıkan meslek etiğini koruyanlar kadar, organize rant örgütlenmesi ile işbirliği içerisinde olan mimarlar mühendisleri müteahhitler uzmanlar yapı denetim firmaları da vardı. Liyakatsizlik, denetimsizlik, etik değerlerin yitirilmesi bilim ve tekniğin dışlanması, sağlıksız kentleşme politikaları ile bugün bir afete dönüşen sistem inşa edildi.Her depremden sonra afetin kaynağı olan bu sistem kendisinin sorgulanmasına izin vermediği gibi nimeti örgütledi.

Büyük Enkaz

Bu düzen bir kez daha enkaz altında kaldı. Deprem için önlemler alınmadı. Arama kurtarma süreçleri zamanında yapılmadı. Sistem topyekün enkazın altında kaldı. Bu sistemin baş sorumlusu ile 1999 depreminin çöküşünün nimetini kullanarak gelen iktidardı. Kendi sonunu hazırlayan kentsel rant sisteminin altında kaldı.

Adana Osmaniye Hatay, İskenderun yollarında deprem bölgesinde gördüğümüz herşey bize Gabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pazartesi kitabını hatırlatıyor. İşleneceğini herkesin bildiği, engel olmak için hiç kimsenin bir şey yapmadığı bir cinayeti anlatan kitap gibi kentler. Topyekün bir cinayet işleneceğini herkes biliyordu. Tek fark bu kentsel cinayeti engellemeye çalışan, binlerce hukuksal süreç sürdüren bilimsel bilgisi ile engel olmaya çalışan meslek örgütlerinin, bilim insanlarının ve vicdanlıların varlığıydı. Ama onlara da kulak veren olmadı.

Göz göre göre işlenen bu cinayette bu yüzden enkaz kaldırma süreçlerinde deliller yok ediliyor, beton ve demir numuneleri alınmadan, bir gecede enkazlar kaldırılıyor, 1999 depreminde Veli Göçer’e çıkartılan fatura şimdilerde yeni faillerini arıyor.

Geriye ise şimdi elleri bağlı, gözleri yaşlı insanların acıları ile enkazın başında bekledikleri bir Türkiye kalıyor. Deprem bölgesindeyiz, kızgınız, öfkeliyiz, yastayız, binlerce canımızı aldılar, isyandayız. Ülkemiz büyük bir enkazın altında, şimdi bu büyük enkazı kaldırma sorumluluğu tüm Türkiye’nin sırtında, bu kez sınav geçilecek mi hep birlikte göreceğiz.

Köşe Yazıları Haberleri