Ne kadarı şehir efsanesi ne kadarı doğru bilinmez ama rivayet odur ki Osmanlı askeri hekimi Marko Paşa (Marko Pitsipios) çok sabırlı bir hekimdi. Hastalarını uzun uzun sabırla dinler, dertlerine tıbbi yönden yardımcı olmakla beraber onlara manevi huzur ve rahatlık vermeye de özen gösterirdi. Bu nedenle de derdi büyük ve sorununun çözümü zor insanlara "Derdini Marko Paşa'ya anlat" denir.
Bir başka rivayet ise Marko Paşa Osmanlıca’yı çok iyi bilmediği için gelen hastalarına devamlı ‘Anlaşıldı. Fakat ne demek istiyorsun?’ derdi ve çözüm üretemezdi. Bunun üzerine ‘Derdini Marko Paşa’ya anlat’ deyişi çıktı.
12 Haziran 1876 yılında kurulan Hilal-i Ahmer’in yani Kızılay’ın kurucularından biri Rum asıllı meşhur Marko Paşa'dır. Marko Paşa Sultan Abdülaziz döneminde yaşayan çok başarılı bir Rum hekimdir.
1814 yılında Syros Adası’nda doğan Marko Paşa, ilk ve orta öğrenimini Syros Adası’nda tamamladı. Sonra ailesi ile birlikte gittiği İstanbul’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’yi (Askeri Tıbbiye) bitirdi. Mezun olduğu yıl cerrahi klinik şefliğine atandı. Kısa sürede iyi bir hekim olarak ün kazandı ve mirlivalığa (tuğgeneral) yükseltilen ilk hekim oldu.
1878’de, II. Abdülhamit döneminde Meclis-i Ayan (Senato) üyeliğine getirildi.
Marko Paşa dışındaki diğer üç kurucu gayri müslim Dr Abdullah Bey ve Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa siyasi nedenlerle İstanbul’a sığınmış doktorlardı. Diğer kurucu ise Kırımlı öğretmen Aziz Bey idi.
Dr. Abdullah Bey (Karl Edward Hammerschmidt) (1799-1874):
Abdullah Bey, 1799 yılında Karl Edward Hammerschmidt adı ile Viyana’da doğdu. Öğrenimini Viyana Akademisi’nde tamamladı. 1848’de Macaristan’da Macar ulusçu eylemlerine katıldığı için 30 arkadaşı ile beraber Osmanlı Devleti’ne sığındı.
Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa (1806-1871)
Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’nın asıl adı Michel Lattas olup, Macar-Hırvat asıllı Hırvatistan Plaski doğumludur. 1827’de Avusturya’da Harp Okulu öğrencisi iken Osmanlı Devleti’ne sığınmış ve Ömer Lütfi ismini almıştır. Batı dillerinde tercüme yapabilecek elemanlara duyulan ihtiyaç sebebiyle seraskerlik mütercimliğine tayin edildi.
Kırımlı öğretmen Aziz Bey (1840-1878)
Kırımlı Aziz İdris Bey 1840’da İstanbul’da doğdu. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’den 1865 tarihinde kolağası rütbesi ile mezun olup aynı okulda Emraz-ı Dahiliye (İç Hastalıkları) Muavini olarak çalışmaya başladı. Bir süre sonra da, yeni açılan Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye müdürlüğüne atandı.
Bugün bize Müslüman Osmanlı İmparatorluğu’nda faaliyet gösteren Kızılay’ı kuran 4 kişiden üçünün gayri müslim olması ilginç gelse de Osmanlı’nın millet anlayışı içinde gayet anlaşılır bir durumdu. Aralarında değil akrabalık herhangi bir millet bağı bile olmayan 4 kişi.
Tek amaçları afet anlarında halka yardım yetiştirmekti.
Bugün ise Kızılay Yönetim Kurulu yüzde 100 müslümanlardan oluşan bir holding.
Evet Kızılay bir holding. Hatta İstanbul şubeleri için aile şirketi desek abartılı olmaz.
Enkazda Kuran bulunca Müslüman olan Çinlinin üfürme haberinde olduğu gibi değil özbeöz Müslüman ve muhafazakâr bir yönetim yapıları var.
Özellikle Binali Yıldırım’ın ailesi bu yapıya ellerinden gelen tüm desteği vermiş.
Binali Yıldırım’ın kardeşi İlhami Yıldırım, 2012’de İstanbul Şube Başkanlığı, 2016'da Genel Merkez Denetim Kurulu Başkan Vekilliği yapmış. 2018’de ise Kızılay’a kayyum olarak atanmış.
Binali Yıldırım’ın kızı Büşra Bahar Köylübay Kızılay İstanbul Şubesi’nde Başkan Vekili ve Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev almış.
Binali Yıldırım’ın gelini Seda Yıldırım, 2016 yılında Kızılay İstanbul Şube Başkanlığı Yönetim Kurulu Üyesi ve Kadın Kolları Vekili olarak görev almış.
Binali Yıldırım’ın Covid döneminde Venezüella’ya maske götüren en hayırsever oğlu Erkam Yıldırım’ın lojistik iş yoğunluğundan Kızılay ile resmi bir ilişkisi yok.
Yıldırım’ın kardeşi, kızı ve gelininin Şubat 2023 itibariyle Kızılay'da herhangi bir görevi bulunmuyor. Bu bir bayrak yarışı sonuçta. Şimdi de Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın oğlu Furkan Muhammed Kınık Genç Kızılay Yönetim Kurulu’nda görev alıyor.
Biraz da AFAD’a bakalım mı?
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'un kız kardeşinin eşi Ahmet Nehar Poçan, AFAD Barınma ve Yapım İşleri Genel Müdürü. AFAD Adıyaman İl Müdürü Osman Altuğ, AKP Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın'ın kuzeni. AFAD Kastamonu İl Müdürü Uğur Minder, Süleyman Soylu'nun dünürü, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Ahmet Minder'in yeğeni…
Bu liste böyle uzayıp gidiyor...
Nepotizim yani akraba kayırmacılığı konusunda söylenecek yeni söz kalmadı kalmamamasına da akıl sır ermeyen durum depremin Türkiye’yi parçaladığı günlerde nasıl oluyor da Kızılay çadır satıyor?
Kerbela’da su satmaktan ne farkı var bunun?
Yine anlıyoruz ki önce mücahit, sonra müteahhit olan ve mümin olmakta birinciliği kimselere bırakmak istemeyen yöneticilerimiz yine bilançonun insan değil dip toplamdaki kâr kısmıyla meşgul. Kâr ve iktidar hırsı en temel insani yardım malzemelerini bile ticari bir araç olarak görüyor. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Uşak'taki patronların deprem bölgesine 1 milyon battaniye göndermesiyle övünürken "Bu aslında Türkiye'nin üreten bir ülke olduğunun da göstergesi." Demesi aslında dilin altındaki dünya görüşünü özetlemişti ama işin bu raddeye geldiğini bence sıradan AKP seçmeni bile tahmin etmemiştir.
Torunlar GYO’ya ait olan Ankara merkezli doğal gaz dağıtım şirketi Başkent Gaz’ın, Kızılay üzerinden hükümete yakın ve ismi çocuk istismarı skandalına karışmış olan Ensar Vakfı’na 27 Aralık 2017’de yaptığı 8 milyon dolarlık bağış sonrası Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın “Vergi kaçırmak başkadır, vergiden kaçınmak başkadır.” sözleri hala zihinlerde olsa da bu zihniyeti biz düz insanlar için anlamak imkansız.
Türkiye hiçbir zaman mükemmel değildi ama en azından yalın hayatlarımız vardı. Kızılay; az veya çok bağış koyup okula götürdüğü üzerinde hilal olan zarftı, kumbaraydı, her çocuğun mutlaka bir dere kenarına çizdiği deprem çadırıydı, kan bağışıydı. Evet devlet kurumuydu ama çocuksu, temiz ve naif bir algısı vardı. Din, dil, ırk, mezhep, fakir, zengin fark etmeksizin herkese aynı mesafedeydi. Orada en ufak ayrımcılık olduğu gelmezdi kimsenin aklına. Oysa şimdi bakıyoruz ki akrabacılık, particilik, İstanbul şubesi ile genel merkez arasında itiş-kakış ne varsa yaşanmış. Gelir için sattığı maden suyu dışında para ile tek ilişkisi içten ve mütevazi bağışlar olarak bilinirdi. Görüyoruz ki ellerinde biriken parayla finans piyasalarında danışmanlık hizmeti kovalıyorlar.
Çocukluğumdan şöyle bir gözlemimle bitireyim. Eskiden yaylalardaki siyah kıl çadırların arasında bir tane beyaz Kızılay çadırı görenler “Kızılay çadırı satılmaz ki acaba bunu nerden aldı?” diye sorardı insanlar birbirine. Cevap da genelde eski bir afetten kaldığı şeklinde olurdu. Yıllar içinde iş ticarete dönmüş de haberimiz yokmuş.
Ne diyelim biz de çok safmışız.
“Derdimiz çoktur hangisine yanalım”
Şimdi Marko Paşa da yok ki, gidip derdimizi kime yanalım?
Çare olmasa da dinlerdi Paşam.
Derdini söyleyeni “Be ahlaksız be namussuz be adi” diye tehdit etmezdi en azından...