Kızıl Goncalar’ın gerçek ve görünmeyen yüzleri

Tarikatlarda kadınların nasıl bir hayat yaşadığını ancak bir dizi sayesinde kafamızda canlandırabiliyoruz. Gerçekler çok daha karanlık. Filiz Gazi, kitabında o kadınların hikayelerini anlatıyor.

Tarikat ve cemaatler, dışındakiler için uzun yıllar kapalı bir kutu olarak kaldı. 1990’larda öcüleştirildikleri gibi 2000’li yıllarda, AKP’nin iktidara gelmesiyle yavaş yavaş baş tacı edildiler.

Gülen cemaatinin devlete ortak olmanın ötesinde, iktidar isteğinin nasıl sonuçlandığını anlatacak değilim. “Başarısız” darbe sonrasında Nakşibendi-Halidi kolların iktidara nasıl ortak olduğunu ve sonuçlarını gün be gün yaşıyoruz. Sağlıktan eğitime, yargıdan emniyete en kritik yerlerde bulunan erkekler topluluğuna dair çok yazılıp çiziliyor.

Fakat konumuz, tarikatların görünen yüzleri veya devlete sızmış sinsi kolları değil. Sadece tarikat içinde değil, dışında da görünmemeye mahkum olanlar, yani kadınlar.

Kadınlar zaten bu toplumda ya (erkeklerin göz zevkine hitap edecek) bir süs veya hizmet eden, doğuran bir tavuk konumunda görülüyor. Mütedeyyin kadınlar için özellikle ikinci şık, misliyle geçerli. Ha bir de seçim dönemlerinde hatırlanıyorlar: “AKP kadınlar sayesinde buraya geldi, mahalle mahalle örgütlendiler…”

Asıl amaç uğruna demokrasi trenine binenlere yardım edenler, sonradan unutulsalar da aralarından birkaç kadın vitrini doldurabildi. Ancak büyük çoğunluğu “eski hayatlarına” yani duvarların arasındaki gizli yaşamlarına döndü.

Bir yıldır tarikat yaşamı ve özellikle bu yapılardaki kadınlar, bir dizi sayesinde gündemimizde:

Hayalle gerçeklerin başarılı bir karması olan “Kızıl Goncalar” dizisi, bu ağır hiyerarşik yapılarda gözünü açan, yaşayan veya sonradan katılan kadın ve çocukların yaşadıklarını düşünmek için bir fırsat oldu.

Şeyh anneler yönetiyor

Dizi bu, yer yer abartı dozunu kaçsa da (Mira’nın Ramazan ayını bilmemesi, Meryem’in istediği vakit Mürşid’in odasına dalıvermesi gibi) Türkiye’nin iki zıt kutbunun özgürlükler, haklar, gelenek ve din üzerinden çatışmasını anlatmayı başardığı ortada.

Oysa tarikat ve cemaatlerin yapısını, her şeyde olduğu gibi genelde erkek anlatıcılardan dinledik. Ya adli bir olayla karşımıza çıktılar, ya siyasi.

Fakat birkaç akademik makalenin dışında, bu kadınların nasıl bir hayat yaşadığını anlamaya, aktarmaya çalışan, içlerine girip, onları yargılamadan seslerini duyurmaya çalışan gazeteci yok gibi.

Meslektaşım Filiz Gazi, Tekin Yayınevi’nden çıkan “Görünmeyen Cemaat: Mürideler” kitabında işte bunu ve daha fazlasını yaptı.

Antropoloji eğitiminin verdiği akademik titizlik ve etik anlayışına, gazetecilik tecrübesini ve kalbini de kattı. Kızıl Goncalar dizisine de danışmanlık yapan Gazi, kitabında tarikatların altyapısını, geçmişini anlatarak başlıyor: Osmanlı döneminden bugüne cemaatlere dair yapılmış çalışmalara, siyasi olaylara atıfta bulunarak, köyden kente göçün toplumsal hayattaki yansımalarıyla çerçeveyi belirliyor.

“Gecekondu semtleri ve taşrada geleneksel üretim ilişkilerinden tam anlamıyla kopmamış kesimlerde İslamcı hareket kök saldı, taraftar topladı. Peki sosyal hayata katılmayan, kamusal hayatın içinde olması müsaade edilmeyen kadın, siyasal İslam’a nasıl katkı sunabilirdi? Formülü basitti: Sohbetler aracılığıyla kadınları bir araya getirilecek, orada da bir kurumsal hiyerarşi pratiği uygulanacaktı.”

Burada iki önemli nokta var: Kentteki İslamcı hareketin ana gövdesi Nakşibendilik ve her birinin merkezi bir cami. Hepsi Halidiyye koluna mensup.

Gazi, tarikatların dini yapılanma olarak lanse edilse de organizasyon şemalarının siyasi bir örgütten farklı olmadığını vurguluyor: “İstanbul’un kimi (yoksul) semtlerinde yaşayan kadınlar, bu tarikatlar aracılığıyla yaşadıkları semtten dışarı çıkabildi, hatta sosyal statü elde edebildi.

Kitap, 104. sayfadan itibaren bu örgütlenmenin nasıl olduğunu örneklerle açıyor. Misal, Kızıl Goncalar dizisindeki “hanım anne”lik kavramının esası, şeyh anne veya vekil anneler. Bu kişiler, diğer kadınların hayatındaki her şeyi yönetiyor: “Şeyh anne yol gösterendir, öğretendir, sırdaştır, çoğu zaman ‘sabredin, itaat edin’ diyendir.” Bu kadınlar, en tepedeki mürşidin giremediği alanlarda bizzat şeyhi temsil eder.

"Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır"

Gazi kitabında aslında tarikatleri anlatırken, en tepeden biçilen rolü de vurguluyor: “Hemen her cemaat, müritlerine tevekkül, aza kanaat etme, itaat ve terbiyeden uzaklaşmamayı telkin eder. Farkındaysanız size bir yurttaş profili çizdim: hemen bütün devletler için ideal yurttaş profili. Bu yüzden 1970’li yıllardan bu yana tarikat ve cemaatle olan düşkünlüğün nedenlerinin arasında tek bir şeyhin lafını dinleyecek binlerce kullanışlı müridin olması da yer alıyor.”

Yazar, konuştuğu, hatta kimiyle zamanla güven ilişkisini kurduğu kadınların anlattıklarıyla bize hiç bilmediğimiz bir kapıyı aralıyor.

Misal, bazılarının “cahil cüheyla takımı” diyerek aşağıladığı kadınların çoğu, gerçekten okuma yazma dahi bilmiyor. Ama bu onların seçimi değil. Hayatlarında bir kez olsun mahallenin dışına çıkabilen çok az. Televizyon da yok, telefon da çok kısıtlı. Yine orta sınıfın anlamadığı bir gerçek, bu yapılarda yer almayan yoksul semtlerdeki kadınların da günde 12 saatlik işlerde çalışıp, yine dış dünyayla bir bağlantısının olmadığı…

Çocuklar, daha üç yaşından itibaren ağlaya ağlaya yeraltındaki “sıbyan mektepleri”ne teslim ediliyor. (İstanbul’da da neredeyse her semtte bulunan bu mektepleri de ilk kez kitabın yazarı BirGün için yazmıştı) Biraz daha büyüyenler, yine apartmandan bozma mekanlara kapatılıyor ve yatılı okuyor. Basına yansıyan istismar vakaları belki de gerçekte yaşananların ancak yüzde 1’i. Zira her şey, gizliliğe, itaate dayanıyor. Ve denetim yok. Küçücük yaştan itibaren bu düzeni öğrenen bir genç için, hele de bir kadın için her şeyi bırakıp gitmek, neredeyse imkânsız.

Gazi, cemaat ve tarikatların temelinde yatan ilişkilenme biçiminin özünü “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” diye tarif ediyor. Özgür koşullarda ilk adımlarını atan, okula giden, çalışanlar için o çizgiyi geçmenin zorluğunu anlamak mümkün mü?

Filiz Gazi’nin kitabı, artık soyu tükenmekte olan nesnel gazeteciliğin nadide bir ürünü. Bu kitabı bir erkek meslektaşımız yazsaydı, muhtemelen “muhalif” yayınlarda bol bol görürdünüz.

Ama işte, tarikattaki kadınların “bir ceset gibi” davranması bekleniyorsa kendini modern, hatta kadın hakları savunucusu sanan erkekler nezdinde kadınlar sadece belli kriterleri karşılayınca “görünür” olmuyor mu?

Köşe Yazıları Haberleri