Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin 2020 yılını da kapsayan nüfus istatistikleri yayınlandı. BirGün gazetesinden Ozan Gündoğdu bu istatistiklerde önemli bir konuyu öne çıkarmış: “Köyden kente göç devam ediyor. Buna göre Türkiye nüfusunun yüzde 9 oranında artarken 2013-2020 arasında köy nüfusu yüzde 11’in üstünde azalıyor.”
Gerçekten de TÜİK’in köy nüfus verisine bakıp Türkiye’nin yakın dönem tarım tarihine göz atıldığında köylerin hem fiilen hem de kağıt üzerinde nasıl sistemli olarak yok edildiğini biraz da yüreğiniz sıkışarak görebiliyorsunuz.
“Belde ve Köy Nüfusu” grafiğinden izlenebileceği gibi köyler en yüksek nüfusa 1980’de ulaşmış, 2012’ye kadar köy nüfusu 17 milyona kadar geriliyor. 2012’de çıkarılan 6360 Sayılı Büyükşehir Yasası ile 30 ilde 16561 köyün tüzel kişiliği kaldırılarak mahalle statüsüne dönüştürülüyor. Bunu anlamı köylerin tarım alanında deneyim ve bilgisi olmayan belediyelere teslim edilmesi, beş yıl içinde kırsal alanda yaşayanlara su ücreti, emlak vergisi, çevre temizlik vergisi vs. yükümlülüklerin gelecek olması (M. Ayyıldız, A.Çiçek, B.Ayyıldız ).
Böylece köy hayatının ve ekonomisinin tükeniş hızına hız katılmış oluyor. Ülkemizde nüfus artış hızı azalarak da olsa artmaya devam ederken, köylerin nüfusu azalmaya devam ediyor.
Küreselleşmenin etkisi
Büyükşehir yasası köylere son darbeyi vurdu vurmasına ama daha evvel onu da içine alan neoliberal ekonomik politikanın tamamlayıcısı küreselleşme etkisini iyi kavramak lazım. Yenal ve Keyder’den alıntılayacak olursak: “Küreselleşmenin tarım üzerindeki en önemli etkisi üreticileri, üretim kaynakları ile tüm ticaret ve kredi akışlarını nihai olarak pazarın işleyişine bağımlı kılmak oldu. Hemen hemen her yerde bu süreç piyasa güçlerinin hakimiyetini ve küresel ağların ortaya çıkmasını beraberinde getirdi. Bu durum aynı zamanda yine dünyanın birçok yerinde devletin uzun zamandır korumacı politikalarla tarımsal kesime verdiği desteğin sona ermesi anlamına geliyordu.”
Bir zamanlar tarımsal faaliyetlerinden ticari gelir yaratan köylüler liberalleşme rüzgarıyla devletin kredi ve yaşamlarını sürdürmeye yetecek taban destek fiyatlarından mahrum kalıp küresel serbest piyasa tanrısına kurban olurken, sadece kendine yetecek kadar üretim yapan Doğu-Güneydoğu Anadolu köylüsü de savaş tanrısının kurbanı oldu. Her ne sebeple olursa olsun tarımdan uzaklaşan köylüler göçtükleri büyük batı şehirlerinde en alttan başlamak zorunda kalıyor.
Tohum pazarının yüzde 70'ten fazla altı firmanın elinde
Neoliberal ekonomik sistemin dayattığı sınai tarım, her geçen gün büyüyen tüketim toplumunun ihtiyaçlarını karşılamak adına “ilaç” adı altında zehirli zararlı kimyasal kullanımını, ürünlerin hızlı büyümesi için genetik müdahaleleri açıkça destekledi.
2016 yılında Bayer’in Montanso’yu satın almasıyla tohum pazarının %70’ten fazlası 6 adet firmanın eline geçti, hoş daha evvel de 7 firmaydılar (*). Bu tohum oligopolleri dünyada pek çok üründe yerli tohuma hayat şansı tanımıyor. Yerli tohumu koruyup kollayabilecek bir unsur olarak küçük çiftçinin zayıflaması gıda zenginliğini ve güvenliğini tehdit ediyor.
Ülkemizde nüfus artış hızı azalarak da olsa artmaya, köylerinse nüfusu azalmaya devam ediyor. Yerli küçük çiftçi köyünü terk ederken son zamanlarda ekonomik olarak ayakta kalmanın iyice zorlaştığı metropoller yerine kasaba vasatlığına teslim oluyor, tarla yerine mağaza tezgahlarında, call center’larda, apartmanların kapıcı dairelerinde, vs. çalışıyor, çoluğunu çocuğunu doyurmaya, okutmaya uğraşıyor.
Peki yerli küçük çiftçinin üretiminin yerini alan endüstriyel tarım hayatımızda başka ne gibi komplikasyonlara yol açıyor?
Aydın ve Bacaksız "Neoliberal Ekonomi-Politik Düzenin Tarım Politikaları Üzerine Bir Değerlendirme" başlıklı makalelerinde Stedile’den (2009: 101-105) alıntılayarak endüstriyel tarımın sonuçlarını güzelce özetliyorlar:
- [a] Sınai tarım, üretimde iş gücüne duyulan ihtiyacı azaltarak işsizlik sorununu derinleştirmektedir.
- [b] Hasılayı artırmak için kullanılan toksik / zehirli maddeler tüketicilerin sağlığını bozmaktadır.
- [c] Kimyasal girdilerin sebep olduğu sağlık sorunlarından ötürü organik tarım ürünlerine yönelim söz konusu olmaktadır. Ne var ki yoksul insanların bu ürünlere erişimi kolay olmadığı için, beslenme hakkı eşitsizliği ortaya çıkmaktadır.”
Bu resme köylünün kente göçünün tetiklediği kadın işsizliğini ve buna bağlı yoksulluğu ekleyince mevzunun çok boyutlu yıkıcılığı daha da net ortaya çıkıyor.
Neyse ki insanlığın bir kısmı bu yıkıma dur demek için kolları sıvadı. Çünkü içinden geçtiğimiz krizler çağında ayakta kalabilmenin iki temel koşulu var: Dayanıklılık ve dayanışma. Sizlerle İlham Verisi’nde özellikle kadın çiftçinin köyünde temiz tarım yapabilmesi için eğitim ve teknik destek veren, ürünlerin satışı için kooperatifi kuran bir toplumsal tarım destek projesi Temiz Hasat’ın hikayesini kooperatifin kurucularından ve sözcüsü Kerem Avcıergun ile yaptığım mülakat ile paylaşıyorum.
Bu umut yüklü röportajda aslında biz üreten ve tüketenlerin piyasa normlarına mahkum olmadığımızı, doğa dahil herkesin kazandığı yeni formüller bulunabileceğini göreceksiniz.
PODCASTİ DİNLEMEK İÇİN PLAY TUŞUNA BASINIZ
Kaynaklar:
Ozan Gündoğdu, Genç Çiftçi Köyleri Boşaltıyor, Birgün, 08.02.2021
Merve Ayyıldız- Adnan Çiçek-Bekir Ayyıldız, 6360 Sayılı Büyükşehir Yasasının Kırsal Kesime Olası Etkileri, Nevşehir Bilim ve Teknoloji Dergisi TARGİD Özel Sayı s. 280-285 2016
(*) https://www.tarim.com.tr/Tarim-Sektoru-Buyuk-Bir-Carpismaya-Sahne-Oluyor,34131h
- Kemal Aydın-Mehmet Ali Bacaksız, Neoliberalekonomi-politik Düzenin Tarım Politikaları Üzerine Bir Değerlendirme Sakarya İktisat Dergisi Cilt 9, sayı 4, 2020, s. 374-389
Çağlar Keyder- Zafer Yenal, Bildiğimiz Tarımın Sonu Kürsel İktidar ve Köylülük, Artık herşey Metalaşıyor: Küreselleşen Türkiye’de Tarımsal Dönüşüm s. 49, İletişim Yay., 2013