Türk siyasi tarihinin sayfaları, entrikalar, ihanetler ve bitmeyen güç mücadeleleriyle doludur. Bu çalkantılı geçmiş, günümüzün politik sahnesine dair bize pek çok şey anlatır. Kemal Tahir'in "Kurt Kanunu" romanı, bu geçmişin en dramatik dönemeçlerinden birini ele alırken, günümüz Türkiye siyasetinde yaşanan liderlik mücadeleleri ve iç çekişmelerle dikkat çekici paralellikler taşır. Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi ve eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'ndan tutun da geçmiş genel başkanların karşı karşıya kaldığı zorluklar, tarihi olaylarla göz kamaştırıcı benzerlikler gösterir.
Şimdiki CHP’yi anlamak, Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı döneminde sıkça sözü edilen 'kuruluş ilkelerine dönmek'ten, mümkünse eğer Cumhuriyet Halk Partisi’nin nasıl ve hangi şartlar altında kurulduğunu da anımsatmaktan geçiyor olsa gerek.
1923 yılı, Türkiye’nin modernleşme yolculuğunda yeni bir sayfa açtı. 9 Eylül 1923 tarihinde kurulan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), halkın savaşın yıkıcı etkilerinden henüz kurtulamadığı bir dönemde yeni bir başlangıcın simgesi oldu. Atatürk, partisinin temel ilkelerini Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilik olarak belirledi. Bu ilkeler, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin ideolojik temelini oluşturdu ve ülkenin yönünü belirledi.
Bir suikastın anatomisi
1926 yılına gelindiğinde, Türkiye'nin yeni kurulan Cumhuriyeti'nde belirsizlik ve gerilim doruktaydı. Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde yapılan devrimler, eski rejimin kalıntılarıyla çatışıyordu. İzmir'de Atatürk'e yönelik bir suikast girişimi planlandı. Bu girişimin arkasındaki isimler, eski İttihatçı liderlerdi. Amaçları, Atatürk’ün etkisini kırmak ve yeni Cumhuriyet’in yönünü değiştirmekti belki de. Kemal Tahir'in romanında geçen şu sözler, İttihatçıların yaşadığı çaresizliği ve sürekli takip edilme korkusunu çarpıcı bir şekilde ifade ediyordu: "Artık kaçacak yer kalmamıştı. Her yol kapalı, her çare tükenmiş gibi hissediyordu. Bir köşeye sıkışmış, av olmaktan başka bir şey düşünemiyordu. Biz tetiği çektiğimiz zaman, düşmanı vurmuş olmayız. Kendimizi vurmuş oluruz."
Yıllar geçti ve 31 Mart yerel seçimleri CHP için büyük bir zaferin habercisi oldu. Parti, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere birçok büyükşehir belediyesini kazanarak birinci parti konumuna yükseldi. Bu zafer, CHP'nin sadece yerel yönetimlerde değil, ulusal düzeyde de yeniden güç kazandığını gösteriyordu. Ancak bu başarının ardından gelen süreçte parti içi dinamikler ve liderlik tartışmaları daha da yoğunlaştı.
Kendi siyasal tarihinden ders almayan bir CHP
Kemal Tahir’in romanında, İzmir Suikastı sonrası yaşanan yargılamalar, adaletin nasıl sağlandığı ve hukuk sisteminin nasıl kullanıldığına dair önemli eleştiriler içerir. Bu eleştiriler, günümüzde de geçerliliğini koruyor. Gezi Parkı davası ve diğer siyasi yargılamalar, adalet sisteminin siyasi amaçlarla nasıl kullanılabileceğine dair endişeleri gündemden asla düşürmüyor. Kemal Tahir'in Kurt Kanunu romanı, sadece tarihi bir dönemden kesitler sunmakla kalmaz, aynı zamanda günümüz siyaseti için de önemli dersler içerir.
Kemal Tahir'in Kurt Kanunu romanındaki şu cümle, CHP’nin içerisinde olduğu durumu özetler niteliktedir: "Biz tetiği çektiğimiz zaman, düşmanı vurmuş olmayız. Kendimizi vurmuş oluruz." Bu cümle, iç çekişmelerin ve siyasi entrikaların yıkıcı etkilerini çarpıcı bir şekilde anlatır. Günümüz CHP’sinde ve siyasetinde de benzer durumlar yaşanmaktadır ve bu tür iç çatışmalar, sadece karşı tarafı değil, tüm siyasi yapıyı zayıflatabilir. Tavsiyemdir, okuyunuz…
İç çatışmaların gölgesinde ‘değişim’ mümkün mü?
14 Mayıs seçimlerinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin adayı olarak yarıştı ancak seçimleri kaybetti. Bu durum, partide ve şüphesiz muhalif seçmende büyük bir sarsıntıya yol açtı. Kılıçdaroğlu, hem parti içinden hem de dışından yoğun eleştiriler aldı. Altılı masa kurgusu, helalleşme çağrıları, sağ siyasi figürlere daha fazla alan ve yer açmış olması Kılıçdaroğlu’nun gerek parti yönetiminde gerekse CHP seçmeninde ciddi kırılmalara sebep oldu.
Kılıçdaroğlu’nun verdiği tüm ‘tavizlere’ rağmen (zira Ümit Özdağ’a anayasanın ilk dört maddesine imza atmış olmak ciddi tavizdir Cumhuriyetin ilk ve kurucu partisi olan CHP için) cumhurbaşkanı adayı olarak girdiği seçimlerde aldığı sonuç muhalif seçmen başta olmak üzere Cumhuriyet Halk Partisi tabanına ciddi bir kırılma yaşattı. Nitekim CHP Genel Başkanı Özgür Özel katıldığı bir yayında ‘değişim olmazsa ben aday olmam’ diyen bir Ekrem İmamoğlu olduğunu ve bu açıklamasıyla da değişimin öncüsünün Ekrem İmamoğlu olduğunu ilan etmiş oldu. Bu açıklama aynı zamanda kendisini de bağlayıcıdır. Hemen ardına Gazeteci Fatih Altaylı’ya 'iki belediye başkanımızdan biri aday olsa idi 14 Mayıs seçimleri kazanılabilirdi ‘ sözleri daha çok bağlayıcıdır ama konumuz bu değil.
CHP'nin Tanju Özcan'la imtihanı
Asıl kırılma ise son günlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeniden aday gösterdiği Bolu Belediye Başkanı ve 31 Mart seçimlerinde parti içinde aleyhte propaganda yapan isimler üzerinden yaşanıyor. Tanju Özcan’ın sert ve zaman zaman kırıcı ve hatta lümpenlik derecesine varan eleştirileri, parti içinde ayrışmaya ve kutuplaşmaya yol açmaya devam ediyor.
Aday belirleme sürecinde Bolu’dan ‘’Koltuktan kalkmayı reddeden genel merkez yönetimi panik içinde. Onların korktuğu değişim kaçınılmaz’’ diyerek başlattığı yürüyüş, Genel Merkez önünde koltuk fırlatması ile sonuçlanmıştı. Özcan şimdi’ fırlattığım koltuk benimdi’ gibi bir üstünü örtme çabasına girişmiş olsa da çoğu CHP’li için parti üst yönetimi ve Kemal Atatürk’ün makamına hakaret sayıldı. Özcan’ın bu ihtirası nereden geliyor bilinmez lakin aynı Özcan değişim hareketi ile başlayan ve uzun yıllar sonra birinci parti olmayı başarmış CHP yönetimi için de tehdit haline gelmiş durumda. Eleştirinin yapıcı olması, bir partinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için gereklidir. Ancak, Özcan’ın eleştirileri çoğu zaman yapıcı olmaktan ziyade yıkıcı ve kişiselleştirici bir nitelik taşıyor.
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın geçtiğimiz günlerde Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik, sosyal medyada yaptığı eleştiri (ki bana sorarsanız lümpence yaklaşım) partilileri yeniden harekete geçirdi. Özcan’ın paylaşımı sonrası Parti Sözcüsü Deniz Yücel açıklama yayımlamak zorunluluğu hissetti. Hissetti diyorum çünkü CHP’de siyaset yapan ve CHP grubunda yer alan çoğu partili isim ‘bunun artık kabul edilemez bir yaklaşım olduğu, parti ahlakı ve siyasetine zarar verdiği’ görüşünde. Kimine göre ise değişim sürecinde öne çıkan ismin Kemal Kılıçdaroğlu olmaması gerektiği, Tanju Özcan’ın bu tarz paylaşımlarla öne çıkardığı itirazları sert ve yüksek bir tonda iletildi.
CHP kurmaylarında ise şu kanı hakim: ‘bugün bunu geçmiş genel başkanımıza yapanın yarın mevcut ve gelecek genel başkana yapmayacağının garantisi yok’. CHP MYK’sına taşınacak konuda parti üst yönetiminin çoğu Özcan hakkında disiplin soruşturması kararı alma konusunda birleşti. MYK’dan çıkacak olan kararla partinin Yüksek Disiplin Kuruluna sevki beklenen Tanju Özcan’ın alacağı tutum ise merak konusu. Kim bilir, belki bir ankesörlü telefonu başına geçerek ‘Bay Özgür, ben Tanju geliyorum’ diyebilir… Malum, tarih tekerrürden ibarettir.
Kars İl Başkanı’nın görevden alınması gündemde
Son dönemde CHP’deki parti içindeki hareketlilikler arasında Kars İl Başkanı’nın görevden alınacağına dair kulisler gündemde. Parti içerisinde 31 Mart yerel seçim sürecine giderken ‘parti aleyhinde çalışma yürütenler’ listesi hukuk komisyonuna iletildi. CHP bu isimleri yaklaşan Tüzük Kurultayı öncesi ihraç ya da disiplin sürecine tabi tutmakta kararlı. Bu isimlerden ön plana çıkan ve görevi Taner Toraman’dan devralan Uludaşdemir, CHP eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na açık destek vermesiyle biliniyor.
Parti içi demokrasi ama nerede?
John Keane’nin “Kısa Demokrasi Tarihi” adlı eserini okuyanlar bilecektir. Keane, demokrasinin sürekli olarak yeniden inşa edilmesi gereken bir yönetim biçimi olduğunu vurgular. Kitapta yer alan şu cümle, günümüz Türkiye siyasetindeki durumu daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir: "Demokrasi, sürekli olarak kendini yeniden keşfetme ve yenileme sürecidir; eğer bu süreç durursa, demokrasi de durur." Bu cümle, CHP'nin ve yeni liderlerinin ’değişim’ iddiası ile o koltukta oturduğu düşünüldüğünde dikkate alınması ve alması gereken bir husustur. Değişim yönetimden başladığı oranda dilde ve parti içi demokrasi anlayışında da geçerli olmalıdır.
Şimdi başa, hikâyenin başladığı en başa…
Cumhuriyet Halk Partisi bir genel başkanı ‘Bay Kemal’i ‘ silme peşinde olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki ‘ Bay Kemal 22 yıllık AK iktidarının başı Erdoğan’ın eski bile olsa Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı’na yaptığı yakıştırmadır. Ekonomi bakanı İngiliz vatandaşı iken üstelik… Bugün ise CHP’ye yakışan aynı dile hizmet eden ve kendi içinden çıkan insanlarla vedalaşmaktır. Ötesi laf güzaf!