Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçiminde R.Tayyip Erdoğan’ın %52.18 ile kazanması, muhalefetin ortak adayı Kemal Kılıçdaroğlu %47.82 ile kaybetmesi, her ikisi için ne bir büyük başarı, ne de büyük yenilgi.
Eğer sonuçlar tersini gösterseydi yani Kılıçdaroğlu, ikinci turu geçebilseydi de aynısını söylerdim.
Çünkü bu kadar kutuplaşmış, düşmanlaştırılmış toplumda Türkiye’yi yönetmek, ekonomik, siyasi ve toplumsal buhrandan çıkarmak, ikna edemediği kitlelerin desteğini almak iyice zorlaştı.
Erdoğan’ın “Pirus zaferi” kazandığı görüşüne katılıyorum, çünkü:
Her ne kadar Cumhur İttifakı, seçimlerin bir “demokrasi şöleni” olduğunu iddia etse de Türkiye’de 2015 Kasım’ından bu yana yapılan hiçbir seçim, adil, özgür ve eşit olmadı.
AKP hâlâ birinci parti olsa da oy kaybı, büyükşehirlerden taşraya yayılıyor. 2023 MV seçimlerinde AKP’ye verilen oylar %35.6’ya (yedi puan) geriledi. Buna karşın kayıplar, muhalefetten ziyade ortağı MHP’ye ve diğer aşırı sağcı-İslamcı yeni ortaklarına kaydı.
Erdoğan, en büyük kaybı metropoller ve Kürt seçmenin ağırlıklı olduğu illerde yaşadı. Seçim öncesi İstanbul mitinginde “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” diyordu ama bir kez daha İstanbul’u kaybetti.
Muhalefetin muhasebe zamanı
2017 referandumunda tek adam sistemine karşı çıkanlar, bugün hâlâ “Erdoğan’ı istemiyoruz” diyor ve seçmenin yarısı. Üstelik “atı alanın Üsküdar’ı nasıl geçtiğini” herkes biliyor.
Buna karşılık seçmenin yarısı, Erdoğan’dan vazgeçmedi:
2014’ten bu yana ortaya saçılan yolsuzluk belgeleri, tek adam sistemine zorla geçilmesinden bu yana iyice azıya alan keyfiyet, hukuksuzluk, kayırmacılık, gelir uçurumunun derinleşmesi ve hayat pahalılığı yetmezmiş gibi depremle yerle bir olan şehirler, yaşanan çaresizlik de Erdoğancıların inancını sarsmadı.
Muhalefetse “artık bunlarla gider” hesabıyla hareket etti ve bir kez daha büyük bir hayalkırıklığı yaşattı. Şimdi muhalefette yeniden muhasebe zamanı geldi. Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın karşısında kazanması gerçekten bir mucize olurdu.
Kazanacak olsa da kılpayı olacağını, kılpayına da Erdoğan rejiminin “izin vermeyeceği”ne inanlardanım. Kemal Bey’in kişisel niteliklerinden ya da “sevgi pıtırıcığı” kampanyası nedeniyle değil, siyaseti 2010, hatta 2000’lerin ayarlarına göre yürütmesinden:
1. Sadece CHP değil, muhalefetin tamamı hala bu ülkede demokrasi, eşit ve adil bir yarış varmış gibi davranıyor. Seçime hazırlanırken aynı hataların yapılması, ders alınmadığını gösteriyor.
2. Esnaf ziyaretiyle seçmene dokunmak yetmiyor. Daha kararlı, örgütlü, canı gönülden çalışan, sadece oy isterken değil, seçmenle daha farklı, derin bir bağ kurulması elzem.
3. CHP’nin yenilenmesi, parti içi demokrasinin işletilmesini yıllardır talep ediyor ve konuşuyoruz. Kılıçdaroğlu, onu çevreleyen danışman/yardımcılarının etkisiyle eski kodlarından vazgeçmiyor. Halka “değişim” vadeden fakat kendi değişime hiç açık olmayan bir parti…
4. Altılı masanın hiç işe yaramadığı söylenemez, ama çok az fark yarattığı ortada. “Parlamenter sisteme geçiş” diye diye son derecede kıymetli zaman, masa başında harcandı.
5. “Kararsız” muhafazakar seçmenin, orjinali tüm haşmetiyle ülkeyi avcuna almışken alternatif, küçük versiyonuna yöneleceğini düşünmek, hesap yapmak stratejinin en zayıf noktasıydı.
Faturayı başkasına kesme kolaylığından vazgeçilse
Tüm bunlara rağmen Kılıçdaroğlu’nu istifaya davet etmek şu aşamada bir çözüm değil.
CHP’nin kaynadığını biliyoruz ama parti içi demokrasi işletilmediği sürece Kılıçdaroğlu’nun yerine daha iyi, daha parlak bir isim gelmesi şu aşamada zor.
Kılıçdaroğlu, kendisine atfedilen yapıcılık ve olgunlukla hareket ederse, muhalefeti gerçekten sürükleyecek, değişim ve dönüşüm ihtiyacı için enerjik biçimde çalışacak kişi her kimse, onu hazırlayabilir
Oklar hep CHP’yi gösteriyor fakat Meral Akşener ve İYİ Partisi de MHP’den kopan bir parti olmanın ötesine henüz geçemedi. Tepe yöneticilerin iyi isimlerden olması başka, saha başka…
AKMHP rejiminin yarattığı kanun-kural takmayan sistemde, tarikat-cemaat-vakıf-parti sarmalında kurulan sosyal ağlarla yaşayan, tekel medyanın propagandasını gerçek kabul eden insanları küçümsemek yerine ilk etapta ne yapılmalı derseniz…
Anadolu’yu, taşrayı ihmal etmeden, çok çalışmak, mahalle mahalle örgütlenmek.
“Yabancılar oy verdi” demek yerine seçmen sayısındaki açıklanamayan artışın kaynaklarını araştırmak ve usulsüzlüklerin nerede, nasıl işlediğini tespit etmek için şimdiden ekip kurmak…
Seçimdeki hak ihlallerinden şikayet etmek veya normalleştirmek yerine hepsini yargıya taşımak ve strateji belirlemek için kullanmak…
Her seçim öncesinde olduğu gibi, bu seçimde de “her sandığın başındayız” sözlerini verenler kimlerdi? Nerede, hangi teşkilatın çuvalladığını tespit edip güle güle demek…
Zira 14 Mayıs’ta değil Anadolu, metropollerde dahi altılı ittifakın sandık görevlisi, müşahit, hukukçusu ya yoktu, ya eksikti.
Faturayı yurtdışı seçmene, vatandaşlık alan yabancıya, Kürde, milliyetçiliğe kesme kolaycılığından artık vazgeçilse, nasıl olur?